Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '10

 
Kategori
Edebiyat
 

Yavrından Haber Var Anne

Yavrından Haber Var Anne
 

Anneciğim,

Uzun zamandır biriktiriyorum kelimelerimi. Hani her mektubumda ağlıyorsun ya…Buna dayanamıyorum, o yüzden hayatın en güzel kelimelerini topluyorum sana. Kirli cümleleri yıkayıp yıkayıp bembeyaz ediyorum senin için. Ama sonra, çok yıkanmaktan sararan beyazlara dönüyor tüm sözcüklerim. Hem beyaz çok leke tutar bilirsin. Özdemir ASAF’ın dediği gibi, “ Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.” Sana beyazlarla gelemediğim için üzgünüm anne…

Günler hevesle kıyamete koşarken, ben inadına yaşamla dolduruyorum hücrelerimi. Kent mezarlığına sürekli birilerini dikiyorlar. Sonra suluyorlar topraklarını. Galiba ölüm, tohuma dönüp çatlamak, başka bir dünyada yeniden açmakmış anne. Belki de, o yüzden ölüme inat yaşayışım. Ama korkuyorum da, biliyor musun? Ya ansızın hayat sahnesinin ışıkları sönerse…Ya son kelimelerim boğazıma düğümlenirse…Sevdiklerime, sevdiğimi söyleyemeden…

Sesini duyar gibiyim. Ölümden söz ettiğim için kızıyorsundur şimdi.Annem, beni doğururken, öleceğimi de biliyordun değil mi? Öyleyse üzülme…

Yağmurlu havalarda geliyorsun en ziyade aklıma. Neden bilmem, belki toprak kokusundan, belki her daim kederden iz taşıyan nemli gözlerinden dolayıdır. Şu an yağmur yağıyor bu kente. Oturduğum yerden karşı dağın yamacındaki ıslak zeytin ağaçlarını izliyorum. Hani sen demiştin ya, “ Beni özleyince o çayırlara bak. Orda olacağım” diye. Küçük bir çocuk gibi, kanmış numarası yapıyorum, ordasın işte…Bir zeytin ağacına yaslanmış, dantel örüyorsun. Ne bitmez bir çeyizmiş ah annem! Kaç yaz oldu, kaç kış oldu, hala o ağacın altında ve hala başını hiç kaldırmadan dantel örüyorsun…

İşlerimi soracak olursan: Varla yok arası bir dünyada zikzaklar çizmekteyim hala. İnsanlar tanıyorum, evleri yüreklerinden dar, sonra yine insanlar tanıyorum, içlerinde yürek yerine evler var…Bazen, karanlık kapılardan aydınlık hayatlara çıkan yol, koca güneşin altında karanlık kalan hülyalara çıkıyor bazen de...Minnetle tebessüm eden gözlerde, hep bir anne tılsımı var. Ceplere saklanan çatlamış avuçlarda, baba…Hangi yana dönsem, yanan ve kahrolan bir cisim görüyorum.

Bir de anne, pusula yok bu kentte…Bükük boyunlar kıbleyi gösteriyor, anlıyor musun? Yaşlı gözler kuzeyi, yangın yeri yürekler güneyi…Doğuyla batı senin tercihine bırakılmış, gayri sen düşün…

Bütün dağınıklığımı toparlayıp çantama koyuyorum, ve her sabah bütün bir insanmış gibi yollara düşüyorum anne. Görenler elimde çanta var sanıyor oysa, çantanın içinde ben varım. Gideceğim yerden, göreceklerimden korkuyor, çantama gizleniyorum.

Aç çocuklar gördüm anne. Karanlık, mağara gibi fersiz ve soğuk evlerde, yoksul analar ağlıyordu. Duvarlarda saatler de gördüm ama, akrep adaletsizliği, yelkovan ahirete bırakılmış hesapları gösteriyordu.

Bir beyaz, fırfırlı elbise için gözyaşı döken küçük kızlar gördüm. Yine sen geldin aklıma…Hani bir etek beğenmiştim de, fiyatını öğrenince “ sonra alırız kızım” demiştin. O güne gittim. Ve kendim niyetine, küçük bir kıza, beyaz fırfırlı bir elbise hediye ettim. Böylece, hafızamdaki o acıyı sildim anne…Defterimin o sayfasındaki anne güldü…Artık, bari bunun için ağlama…

İşte, öyle zor benim günlerim. Gülmekten utanıyorum bazen. Evimdeki mutluluktan, beğenmediklerimden, yetinmediklerimden, hırslarımdan en çok, ama en çok da insanlığımdan. İnsan olmak, ne büyük külfetmiş anne…Yaşamak ne ağır sorumlulukmuş. Taş olup, yosun tutsaymışım, diyorum bazen.

Yine kendime daldım, hatrını sormayı unuttum. Sahi sen ne yapıyorsun anne? Geceleri sardunya kokulu pencerenden yıldızlara bakıyor musun hala? Hala, yoldan gelip geçen araba ışıklarında, babamın gölgesini arıyor musun? Beni en çok ne zaman özlüyorsun anne?

Ah çocukluğum! Telaşlı sabahların fukara kahvaltılarında, alüminyum bardaklarda içtiğimiz çayları özledim anne. Şimdi ışıltılı bardaklarda, kendi kanımızı yudumluyoruz da, tavşan kanı diye kandırıyoruz dudaklarımızı.

Ah sıkış sıkış oturduğumuz yer sofraları! Bir birimizin tabağından makarna aşırma telaşında, nasıl başladığını anlamadan biten yemeklerimiz. Omuz omuza olmanın sıcaklığı…Şimdi geniş sofralarda, tabaklardan taşan yemeklerimiz var. Ve herkes, tabağındakini bitirememe derdinde. Arkamı döndüğümde, yemeklerini çöpe döküyor çocuklar. Ve ben yine seni hatırlıyorum anne…Naçarlığını, ben yemiştim, deyip, tabağındakini bize bölüştürmeni, babamı da eklersek, altı parçaya bölünen kalbini…

Ah benim boynu bükük köy çiçeğim! Keşke bugünümdeki çokları, geçmişindeki yoklara ekleyip, yüzünü güldürebilseydim. Yaşamaya layık olmadığın kederleri gözbebeklerinden silebilseydim…

Bak ağladım yine.

Duyuyor musun, bizim türkümüzü söylüyor Volkan KONAK…

“Ayişem sığırların, hep karabaş karabaş
Gelir misin benimlen o yaylaya arkadaş
Ayişeme yan gözlan, kimseler bakmayacak
O yaylaya çıkmadan, çiçekler açmayacak“

Şimdi daha çok ağladım…Sahi anne, biz neden bu türküyü seçtik, unuttum. Çilemizi kabul mü etmiştik, hüznümüze boyun mu eğmiştik. Yoksa öylesine mi?

Şimdi beni görsen, “söndür o sigarayı” derdin. “Çoraplarını giy…” Ah benim gönüllü gece bekçim, çorap nöbetçim! Yağmur yağıyor ayaklarıma. Suya değen parmaklarım titriyor, her kıpırtı küçük halkalar bırakıyor su birikintisine. Biri de sana değsin, gel, çoraplarımı giydir, üşüyorum…

Geçenlerde bir arkadaş, her günü son günümüz gibi yaşamamız gerektiğini anlatan bir öykü yazmıştı. Şu an aklıma o geldi. Son günüm gelmeden, sana bir kez daha, seni çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Olur da, bir daha görüşemezsek eğer, bil ki, yavrun seni çok sevdi…En çok senin için ağladı…Kalbin her dara düştüğünde, o bunu hissetti ve yandı.

Eğer Mahşerde sana benim için sual ederlerse, boynunu eğme sakın. Alemin tüm melekleri şahit ki, sen beni insan doğurdun, insan büyüttün. Eğer hataya düşmüşsem, ya da düşeceksem, tüm vebal benimdir. Bir de bunun için ağlama anneciğim…

Bu mektubu kalbimle yazdım. Öylesine ağır ki, postaya versem, hayatım boyunca ödeyemeyeceğim bir kargo ücreti isterler. O yüzden zarfsız, pulsuz sözlerimi rüzgara veriyorum. Kapına bıraksınlar diye…

“Sanma bir gün biter bu karanlıklar” diyor şair ama, sen san, beni seviyorsan…San ve mutlu ol…Mavi yazman kadar yakışıyor sana gülmek…

Gülen yanaklarındaki gamzelerinden öpüyorum…

Annem, seni çok seviyorum…Çok…


A.ENGİNDENİZ

 
Toplam blog
: 28
: 814
Kayıt tarihi
: 14.06.10
 
 

32 yaşında bir belediyeciyim. Mahalli İdareler/ Fırat Üniversitesi mezunuyum. Tam bir roman delisiyi..