Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Şubat '08

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Yayın akışından hedefine ulaşan oklar

Yayın akışından hedefine ulaşan oklar
 

Uyanın!...


Her insan farklı boyutta savunur kendini ve hiç kimse kendi gibi konuşmaz aslında.

Cümlelerimiz ziyana sebeptir bazen, sözlerimiz kâr etmez çok zaman,

"Bir terslik var ama nerde?" demeye kalmadan bilmediğimiz silahlarla mağlup olmuş,

yazılabilecek en zorlu senaryoların başkahramanı olarak, trajikomik oyunlarla hayatın sahnesinde yer almışızdır… Yaşam denen gerçeğin, tam meâli budur üç aşağı beş yukarı…


O amiyane tabirler, geneli cehaletinin kurbanı olan sınıflardan olup, “Doğduğum çöplükte çürümeyeceğim” diyerek bir hırsla yollara dökülenler, daha büyük çöplüklerde başlarından aşağı balçığa gömüldüler...


Sorarım aklı ve cüzi iradeyi hiçe saymak, yazgıyı suçlamak, kadere kara çalmak ne kadar adildir?

Görüyoruz işte hâla da toz kondurmuyorlar çamura bulanmış gururlarına...


Üzünç bir durum belki her açıdan kâbus...

Akşama kadar az buçuk aklı sağlığını muhafaza etmiş insanların, akıllarını karıştırmak adına empoze edilmeye çalışılan saçmalıklar bütünü bahsettiğim, yani kara ekranlarda beyaz olması gereken perdelerini dört kanatta simsiyaha açılan sabah öğlen ilkindi çayı programları.


İşte bana göre sıfatları ve adları…

Kadının çığırtkan ses telleri, sadakatin sıkan kelepçeleri, ihanetin prangaları, geyik ve koç boynuzları tokuşturma ringleri, şeytanın taktik dolu arka bacakları.

Kaçaklar, kayıplar, tacizler, tecavüzler, taktikler fikirler fikirsizlikler vs. programlar...

Kısacası dedi/kodular fırsat simsarlarının eline düşmüş bar/barca katledilir.


"Kadınlar yıllardır kısılmış seslerini duyurmalılar "derken, bu insanlar ekranlardaki rezilliklerden mi bahsediyorlar?


"Heyyy işte fırsat! Kürsü ve güç sende artık" Show ve maskaralık zamanı. Kapat gözlerini salla al dudaklarında kınına sığmayan sözde kılıçlarını hatta gerekirse yol saçını başını, salya sümük akıt bir kaç damla timsah gözyaşını… İnanan halkımız her daim hazır, şimdi reklâmlar stop!


Yapılan iyilikleri, yaşanan onca güzel günleri bir kalemde silip, hazırlandı kader kurbanlıkları. Hırsına dokunan acının aleviyle her ayrıntıyı hatırlayarak hatta tekrar tekrar yaşayarak usta bir aktristen daha güzel daha bir doğaçlama oynadılar…veee yine reklâmlarrrrrrrr..!


Bu balçığa pirinç ekmeliyim diyenler ne yazık ki evdeki bulgurdan da oldular…

Yani çözüm daha bir dolaşmış karmaşalı çözümsüzlük…


”Şimdi bir şarkı arası, kır boynunu salla omuzlarını ‘hadi hadi hadiiiiiiiii’ biraz sağdan biraz soldan doldur aç kesenin ağzını yapıştır hadi hadiiii hadiii rek-lâm-lar-rrrrrrr

Ardından gelsin Son model jıpler, villalar, pırlantalar ‘paranın ne önemi var canım mühim olan insanlık’

ve bizler de saf salak inandık ‘işte hayır/sevenler’adımı açıklamıyorum bilmem kaç milyon benden hatta milyar, benden de bir ev bir araba hatta benimle yaşa ben bakarım yavrum anan bakmasa da sana, havası bende, suyu bilmem kim beyden, amanın bedava mal baldan tatlı bulduk nasılsa bir boş mezar, çalışma sakın ha! Sen mutlu ol bir gün sürsün yeter, şakşakçılar hazır, seyirciler her gün aynı, bitince paran yeniden gel şuradan kırpar buradan montajlarız arka planda ayarlarız ablam, abim o kolay. Bizden sakın ayrılmayınız az sonra ve yarına kadar hadi hadi hadiiiiii sağlıcakla iyi yolunmalar “


Peki ekranlar böyleyken bu izleyiciye nasıl yansıyor. Bu yazıma konsantre olmak adına bir hafta o programlara takıldım, diyebilirim ki korkunç saatlerdi. Kimyam inanılmaz bir biçimde değişmiş ve tabi ki kalemimin mizahı bihayli gelişti. Bunu her gün izleyen insanlar karamsarlıkla kaos dolu akşama eşlerini nasıl karşılar, acaba şöyle mi? “Yemek yapmadım vaktim olmadı, kafama uymadı, tv değil çocuklar koymadı, telefon açmadın, halimi sormadın, ellerde neler var sen bana uymadın hadi hadi hadiii özgürlük var çıkarım ekranlara senden daha iyi bakacak ne hayırseverler var…”


Bu kadar karamasallıklarla bünyemi yıprandıracak ya güç yok bende ya da akıl kusura bakmayın…


Senai Demirci üstadın harika bir yazısın okumuştum… Hatırladığım kadarıyla özetlemek gerekirse..

Somali’de yaşayan bir halk bugünkü teknolojiyle dahi kesimi emek isteyen o devasa ağaçları nasıl kesiyorlarmış biliyor musunuz? Eminim aklınızın ucundan dahi geçmez..

Bütün köy kesilecek ağacın karşısına oturup bildikleri ne kadar iğrenç kötü sözler varsa ardı ardına tekrarlıyorlarmış, ağaca saatlerce küfredip tükürüyorlarmış ve ağaç üç gün içerisinde içinden kuruyup yerele bir olup yıkılıyormuş…


Yerinden kımıldamayan bir ağaç kötü sözlerle yıkılabiliyorsa, ruh taşıyan kıpır kıpır yaşayan insana neler olmaz buyurun gerisini de siz düşünün..

Ne demişler… “Duvarı nem İnsanı gam yıkar”

Kulaklarınıza ruhunuza gözlerinize bunu yapmalarına izin vermeyin.


"Başkalarına ibret olmalı, bana ettikleri yanına kalmamalı “diyerek üç kuruş için kendilerini deşifre eden insanları ve bu oyuna onları dâhil eden reyting canavarlarını şiddetle kınıyorum…


Sağlık konusunda sınanmış ve hakiki manada biçare kalmış kulları tenzih ediyorum bu yazımdan...


Hayatta kalabilmek için önce hayatı ufacık bir karınca kadar ciddiye almanız gerek…

Karamsarlıkları seyrederek içinizden çürümeyin güzelliklere bakarak güzelleşsin hayatlarınız

Unutmayın ki göz ruhuna gördüğü kadarını sindirir ve hissettiği kadarını yaşar..


Saygılarımla


Esra Kaya

 
Toplam blog
: 21
: 615
Kayıt tarihi
: 04.02.08
 
 

sessiz..ada..esra kaya(Şiir düştü)1971 Sivas doğumlu üç çiçeğin annesiyim...Sağı, solu iki kolum far..