Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '06

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Yaz biterken Ankara'da...

Yaz biterken Ankara'da...
 

Eve dönüş yolunda servisin tozlu camlarından dışarıyı izliyordum. Ankara'da yaz aşırı sıcak ve bunaltıcı geçti bu sefer; ama bugün aniden sonbaharla selamladı bizleri. Hava kapandı ve bir anda serinledi. Ankara kire, ise bulandı.

İşten eve dönüş yolunda Eskişehir yolunun keşmekeşinden geçmek zorundaydık. Ankara'da tüm yaz yolları kazıp trafiği felç etme işlemi sürdüğünden, bozuk asfaltlardan hoplaya zıplaya ama adım adım ilerleyebildik. Eskişehir yolu normalde de sıkışık olur; ama yol yapımı-bozumu, metro çalışması derken aylardır tam bir karmaşa içerisinde.

Aniden tüm serviste bir hareketlenme oluyor. Bakıyorum, birinin arabası yolun ortasındaki derince bir çukura düşmüş. Nasıl olduysa çukurdan geri çıkabilmiş; ama sağ ön lastik böylesine bir darbeye dayanamamış olacak ki tamamiyle kendinden geçmiş durumda. Adamcağız yolun ortasında, hem de bu trafikte kalan arabasına yaslanmış, telaşla birilerine telefon etmeye çalışıyor.

‘Vah, vah… Adam çukura düşmüş’ diye servisten yaşlı bir adam mırıldanıyor. Diğeri, ‘İyi de nasıl çıkarabilmiş ki arabayı o çukurdan?’ diye meraklanıyor. ‘İnsan çukur var falan diye bir levha koyar, olmaz ki böyle!’ diye söyleniyor bir bayan. ‘Köye çevirdiler Ankara’yı, köye!’ diye bir diğeri sıkıntıyla ekliyor.

Yolların bir kısmının kapalı olması nedeniyle yaz başından beri yaptığımız gibi arka yollara sapıyoruz, döne döne çıkmamız gereken yere geliyoruz.

Bir yağmur başlıyor o anda… İri damlalar pencereye hafifçe vuruyor, küçüklerle birleşip camda ırmaklar, haritalar, yollar oluşturuyor minik yıldızlardan. Ankara’nın tüm yaz topladığı tozu ve içinde biriktirdiği sıcağı kollarından tutup dışarı atıyor. İçimize bir serinlik gelip yerleşiyor.

Tam göbekten dönerken yine bir kalabalık görüyoruz, üç araba birbirine sürtmüş. Büyük kent ya, doğaldır diye düşünüyoruz, hep telaş hem bir koşuşturmaca, sabırsızlıkla da yan yana olunca her gün karşılaşıyoruz böyle olaylarla. Pek önemsemiyoruz. Dünkü motosiklet sürücüsünün gözleri aklıma geliyor o an, alt geçit dönüşünde kaldırıma çarpmış genç bir adam. Şaşkın ve donuk bakışlardı onunkiler, korkmuş gözleri ‘Benim başıma böyle bir şey nasıl gelir?’ diye yüzlerce kez sorar gibiydi kendine.

Yağmur pencerelerimizde genç bir kız gibi salınıyor halen. Daha da irileşen bu şeffaf damlalar kimbilir kimleri nerelere götürmekte şu an? ‘Yağmur’ diyorum içimden ‘Ne de özlemişim seni ve serinliğini…’ Beraberinde bana hüzünle karışık da olsa dinginlik getirmiş.

Eve varmak üzereyiz artık. Servisten eve koşmalı diye kuruyoruz içimizden, çok ıslanmayız belki o zaman. Önceden yağmurdan hiç kaçmadığım aklıma geliyor. Lisedeyken kollarımızı açardık yağmura, kucaklardık damlalarını, o da öperdi yanaklarımızdan. O zaman baş ağrısı yapmazdı yağmur, grip de. Şimdi öyle mi ya?

Yolun kenarında bir köpek yatıyor, iki geniş ve işlek yolun arasındaki kaldırımın kenarında. Öylesine dönmüş arkasını, uykuya dalmış gibi. Tıpkı rahat yatağında yan yatmış derin uykudaki bir adam… ‘Ölmüş…’ diye mırıldanıyor birisi. Evet, ölmüş biliyorum; ama sanki birazdan uyanacak gibi. Öylesine canlı bir ölü, yalnızca birazcık ara vermiş hayata. Bir an gidip yanına yatmak geliyor içimden…

 
Toplam blog
: 132
: 3374
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Odtü mezunu; edebiyat ve sinema düşkünü biriyim. AFSAD’ta fotoğraf, Sinematek’te film yapımı üzer..