Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '11

 
Kategori
Söyleşi
 

Yazar Arkadaşımız Hidayet Karakuş ile Söyleşi

Yazar Arkadaşımız Hidayet Karakuş ile Söyleşi
 

Hidayet Karakuş


NOT: Isparta Gönen İlköğretmen Okulunda altı yıl beraber okuduğum, değerli arkadaşım Hidayet Karakuş ile yaptığım bu söyleşide, Gönen’liliğimiz ve eğitimciliğimiz kadar, onun edebi kişiliğine de, değinmeden geçemeyeceğim. Çünkü 2010 yılı Orhan Kemal Roman Ödülü’nden sonra Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü’nü de kazanan Hidayet Karakuş, şu anda ülkemizin en önde gelen yazarları arasında yer almaktadır. Bu yüzden yazımızın birinci bölümünü Gönen günlerimizle eğitim öğretim sorunlarımıza ayırırken, sonraki üç bölümde yazarlığını ele alarak, Hidayet Karakuş’u sizlere tanıtmaya çalışacağım. 

A- ÖĞRETMEN HİDAYET KARAKUŞ Sayın Karakuş; Gönen mezunlarıyla söyleşilerimizin ortak noktası Gönen olsa da, ilk sorumuz hep, doğduğumuz köy ve orada geçen çocukluk yıllarımızla ilgili oluyor. Onun için bize, Gönen’e gelmeden önce, köyünüzde geçen yaşantınızdan kısaca bahsedebilir misiniz? Kurusarı’da mutlu bir çocukluk geçirdim. Ağabeyim, gelin abam, ağabeyimin oğulları Ali İhsan, Rıfkı, 1956 da doğan Adnan hep birlikte yaşıyorduk evimizde. Bir ara ağabeyim ayrılmak istese de gelin abam 1959 da ölüverince düzen bozuldu. Bütün sokaklar, harmanlar, dereler, kırlar oyun alanımızdı. Ailem toprakla geçiniyordu. Annem özellikle evin direğiydi. Babam köylere iğne yapmaya giderdi. Askerlikte öğrendiği sıhhiyeliği daha sonra Sıtma Savaş’ta sürdürmüş, Isparta’da katıldığı kursta yeni bilgilerle işini iyi öğrenmişti anladığım kadarıyla. Doğanın bir parçasıydık köyde. Oyuncaklarımızı babam yapardı. Söğüt dallarından baharda düdük çıkarırdı bize. Sonralar biz de yaptık aynı oyuncağı. Tahtadan araba yaptı. Köyün un gibi incelmiş tozlu yollarında yalınayak gezdik hep. Arabamı harman zamanı saplarla doldurarak kağnıların ardından koşardım. İlkokulda da öğretmenimiz Tahir Bakır’ın üstün çabasıyla başarılı olduk, köyden beş arkadaş Gönen İlköğretmen Okulu’na girdik 1957 de. Ben Gönen’e geldikten sonra köyde yaşadığımız türlü yoksunlukların ayırdına vardım. Yoksul olduğumuzu gördüm. Yine de o mutlu çocukluk günlerinin tadı damağımdadır. 

Gönen ikinci durak ve belli ki, ikinci sorumuz Gönen’den. İlkellik ve cehaletin pençesindeki yoksul geçmişimizden kopup geldik o aydınlık adaya. Orada tanıdık birbirimizi. Orada bilgi ve ışıkla donatıldık ve Anadolu’nun aydınlık yarınlarını yaratmak adına orada hazırlandık yaşama. Bu yüzden hepimizde farklı bir yeri ve anılarımızda derin izleri var Gönen’in. Gönen’in sizin yaşantınızdaki yeri ve önemini kısaca açıklayabilir misiniz? Gönen, bizi senin de dediğin gibi yoktan var etti. O nedenle oğlumun adını Gönen Kansu koydum. Orada hem öğretmen olduk, hem okumayı, hem yazmayı sevdik. Okulun kütüphanesini, Ali Ağabeyi anımsarsın. Orası büyük bir hazineydi bizim için. Öğretmenlerimizin de üzerimizde hep olumlu izlerini anımsıyorum. Bu, onların nitelikli insanlar olduklarını, bizi birer yurtsever yetiştirdiklerini, cumhuriyetin değerini kavrattıklarını gösteriyor. Onlara hep saygı duydum, hepsini ayırt etmeksizin sevdim. 

Mezun olduktan sonra nerelerde çalıştınız? Kısaca meslek hayatınızdan ve bu süre içinde karşılaştığınız ilginç olaylardan söz edebilir misiniz? Gönen İlköğretmen Okulu’nu gelin abamın öldüğü yıl sınıfta kalarak yedi yılda, 1964 te bitirdim. Bitirdiğim yaz Kars’ın Sarıkamış ilçesinin Karaurgan bucağının Akören köyüne atandım. Eylül’dü, köylüler harman kaldırıyorlardı damlarda. Okul müdürü de köyden evli bir öğretmendi. Sarıkamış’ta on yedi gün süren seminerlerden sonra köyde de bir on gün kadar kaldım. 21 Eylül’de okulu açmıştık ama öğrencilerin hemen tümü ailelerine yardım ediyordu harmanlarda. Okul müdürü, Ekim sonunda ancak gelirler, dedi. Ben de okula gelen birkaç çocuğa oyunlar öğreterek bir hafta oyaladım. Sonra Eğitim Enstitüsü sınavlarını kazandığım haberini aldım. Büyük bir sevinçle Konya Eğitim Enstitüsü’nün sözlü sınavlarına koştum. Onu da kazanınca Akören’e bir daha dönmedim. Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü 1966 da bitirdim; Adana’ya atandım. Yedi yıl Adana’da çalıştım. Sonra eşimin ardından Manisa’ya 1973 te geldim. 1978 de de İzmir’deki öğretmenlik serüvenim başladı. Öğretmenlikle ilgili pek çok anımız var hepimizin. Öğretmenliğim boyunca öğrencilerime kitap okutmak için çalıştım. Adana’daki ilk yılımdı sanıyorum. Öğrenci babası bir işçi geldi. “Hoca sen çocuklara roman okutuyormuşsun” dedi. Gülümsedim: “Okutuyorum” dedim. “Okutma hoca” dedi duraksamadan. “Neden?” “Roman okurlarsa âşık olurlar.” “Elbette âşık olacaklar. Ama okuduğu romandaki kahraman doktorsa senin oğlun doktor olmak isteyecek, mühendisse mühendis, öğretmense öğretmen olmak isteyecek” dedim. İşçi kardeşimiz, şaşırdı: “Hoca ben işin bu tarafını hiç düşünmedim. Okut hoca, okut” dedi gitti. Bugün, öğrenci velilerinin isteklerine teslim olmuş, onları ikna etmeyi hiç düşünmeyen öğretmenleri görünce hep bu konuşmayı anımsıyorum. Öğretmenin çevresini de aydınlatmak, onların anlayacağı bir dille konuşmak gibi bir görevi vardır. Ancak kendini yetiştiren öğretmen bu dili bulabilir. 

Değişik okullarda uzun yıllar çalışan bir öğretmen ve eğitim sorunları üzerine kafa yoran bir yazar olarak, sizce Türk eğitim sisteminin temel sorunları nelerdir? Okullarımızda eğitim bırakılmış, öğretim adı altında sınav koşuları temel olmuştur. Okuma, yazma alışkanlığı yoktur öğrencilerde. Bırakılmamıştır. Bilgisayar destekli öğretimden söz edenler göz boyamaktadırlar. Bilgasayarlar önemlidir ama onlarla ne öğretileceği daha da önemlidir. Pek alâ en teknik araçlarla en gerici konuları işleyebilirsiniz. Öğretmen yetiştirme politikası yoktur. Ülkenin gereksinmesine göre öğretmen planlaması yapılmamaktadır. Öğretmen olduğu kabul edilen çocuklarımız açıkta beklerken öğretmen açığı gün geçtikçe büyümektedir. Öğretmenliği serbest piyasa koşullarında kıskaca almışlar, onu bir meta gibi depolarda bekletmektedirler. Bir yandan okulsuz köyler, bir yanda sınıfsız öğretmenler, bir yanda öğretmensiz öğrenciler… Bu konuda hükümetlerin öğretmenleri türlü sınıflara ayırarak içinde böldüğü, eşit davranmadığı, onu bir kapı kulu anlayışıyla ele aldığı görülmektedir. Hükümetlerin eğitimi ülkenin geleceği açısından değil kendi amaçları açısından kullandığı ortaya çıkmıştır. Ulusal eğitim bir yana bırakılmış, çağ dışı bir eğitim anlayışı topluma dayatılmıştır. Okullarda kütüphaneler çalışmamakta, laboratuarlar kullanılmamaktadır. Eğitimin abecesinden habersiz insanlar milli eğitim bakanı olmaktadırlar. Bu yüzden ülkemizde eğitimin sorunları bitecek gibi görünmüyor. 

Bilindiği gibi toplumumuzda herkes eğitime çok önem veriyormuş gibi yapsa ve “Önce eğitim şart” dese de, eğitimimizin şu anda geldiği nokta da göstermektedir ki; eğitimimiz birçok alanda hâlâ üçüncü dünya ülkeleri düzeyindedir. Zorunlu eğitim süresi bakımından pek çok Afrika ülkesinin gerisindeyiz. Okullaşma oranları ve özellikle yüksek öğretimde okullaşma açısından birçok Arap ülkesinin gerisindeyiz. Ve bir de uygulanan eğitim sisteminin insanların beynini açma ve geliştirmeden çok, aksine beyinleri körelterek biat kültürüne ve yönete kul yetiştirilmeye yönelik olduğu düşünülürse, Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedeflerinden ne kadar uzaklaştığımız ortaya çıkmaktadır. Yani aslında çözüm eğitimde olsa da, biz onu da çözümsüz bir noktaya taşımışız. Şimdi bizi, içine düştüğümüz bu fasit daireden kurtararak, çağa taşıyacak bir eğitim sistemi için çözüm önerileriniz nelerdir? Okullarda temel eğitimin temel dersleri Türkçe, okuma yazma, beden eğitimi, müzik, resim gibi dersler ortaöğretimin sonuna dek bütün sınıflarda okutulmalıdır. Ülkemizin yakın tarihi çok canlı anılarla, romanlarla, öykülerle verilmeli, coğrafya dersi gezilerle işlenmelidir. Matematik, fen bilgisi yaşamın içinde sınanarak, uygulamalarla öğretilmelidir. Lisede felsefe, toplumbilim, psikoloji, mantık kesinlikle okutulmalı. Çağdaş bilgilerle desteklenerek yenilikler öğrencinin gözünün önüne serilmelidir. Testler kaldırılmalı, öğrencilerin de katılacağı bir değerlendirme yöntemi bulunmalı, bu bir dizgeye dönüştürülmelidir. Kitap okuma alışkanlığı mutlaka her öğrenciye kazandırılmalıdır. Üniversite sınavları kaldırılmalı, her fakülte, her bölüm öğrencisini kendi düzenleyeceği sınavlarla seçmelidir. Elbette bunlar ilk akılma geliverenler. Bu konuda eğitimcilerin, ulusal eğitim konusunda kafa yoran insanların oluşturacağı bir kurulla gerçekten çağdaş, ülkenin gereksinmelerine yanıt verecek bir eğitim dizgesi oluşturulabilir. Hasan Âli Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Mustafa Necati… gibi eğitimcilerin yaklaşımıyla ülke çocuklarının geleceği planlanmalıdır. Bugün bunların tam tersi bir uygulama söz konusudur. Beden eğitimi, resim, müzik dersleri kaldırılmakta, Türkçe konusunda da göz boyama örneği Yüz Temel Eser yanlışlığı uygulanmaktadır. 

 
Toplam blog
: 81
: 702
Kayıt tarihi
: 21.11.08
 
 

Nazmi Öner 1946 yılında Burdur’un Bucak İlçesine bağlı Seydiköy’de doğdu. Seydiköy İlkokulu v..