Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

GAZETECİ YAZAR ASLI MERCAN SARI

http://blog.milliyet.com.tr/aslisari

14 Nisan '19

 
Kategori
Söyleşi
 

Yazar Fatma Tüz Zehra Babürşah

Genç Siyaset Yazarı Fatma Tüz Zehra Babürşah ile Milliyet Blog okurları için kitapları “ARDIMDAN AĞLAMA, ŞEYTAN SADECE FISILDAR, PROJE KİTAP KİMSESİZLER KÖRDÜĞÜMÜ konuştuk.

Kültür Sanat röportajlarımda birbirinden değerli yazarlarımızda bugün sevgili Fatma Tüz Zehra Babürşah var. Kendini meslektaşım Gazeteci-Yazar. Naif ve kibar. Genç yaşta olmasına rağmen siyaset köşeleri var. Kalemini sevdiğim ve sahiden çok samimi bulduğum özel insanlardan. Kitapları arasında ilk kitabı “Ardımdan Ağlama” baskıdan çıktıktan iki ay sonra “Milli Eğitim Bakanlığı tarafından öğrenciler için tavsiye edilen kitaplar” arasına girdi. Ardından İki yıl sonra siyasi içerikli bir kitap olan “Şeytan Sadece Fısıldar”ı, bir yıl sonra da, yayınevinden arkadaşları ile “Kimsesizler” isimli bir proje kitabını çıkardı. Ve Kimsesizlerin “Kördüğüm” isimli öyküsünü yazdı. “Şeytan Sadece Fısıldar”ı Ahmet Kaya’nın “Penceresiz Kaldım Anne” türküsünden ilham alarak yazmış. Gam müzik Sevgili Babürşah’a bu konuda çok güzel bir şans vermiş.

Afyonkarahisar doğumlu. İlk üniversite eğitimimi Afyon’da bitkiler üzerine almış.  Şu an İstanbul’da yaşıyor ve ulusal bir gazetede köşe yazarlığı ve röportaj muhabirliği yapmakta. Sosyoloji bölümü 3. Sınıf öğrencisi.

"Aslı Hanım; Sizde takdir edersiniz ki meslektaşız. Keyifli bir meslek olduğu gibi çok fazla düşmanda kazanıyorsunuz, sanırım en zor yanı bu. Yakınlarınız dahi kendi görüşünü desteklemeyen ve eleştiren bir tutumunuz varsa size düşman olabiliyor. Hatta görüşmeyi bile kesebiliyorlar. Bu noktada dik bir duruşunuz olmalı. Ve kimseyi memnun etmek gibi bir zorunluluğunuz olmadığının bilincinde olmalısınız. Bazı okurlar ideolojilerini eleştiren bir yazı okuduğunda ciddi rahatsızlık duyuyor ve hakarete giden eleştiriler yapabiliyor. Eleştiriye elbette açığım, zaten eleştiriye açık değilseniz bu işi yapmamalısınız" İfadelerini kullanan Sevgili Fatma Tüz Zehra Babürşah ile hayatına dair o güzel yazın yolculuğu ve kitaplarını konuştuk.

Söyleşimize sizi tanıyarak başlayabilir miyiz kimdir Fatma Tüz Zehra Babürşah? Bir günü nasıl geçer?

17 Eylül Afyonkarahisar doğumluyum. İlk üniversite eğitimimi Afyon’da bitkiler üzerine aldım.  Şu an İstanbul’da yaşıyorum ve ulusal bir gazetede köşe yazarlığı ve röportaj muhabirliği yapmaktayım. Sosyoloji bölümü 3. Sınıf öğrencisiyim.

İlk kitabınızı çıkartmayı ne zaman ve nasıl düşündünüz? Akabinde diğer kitaplarınızdan ve içeriklerinden bahsedebilir misiniz?

Her insanın çocukluk hayali olan bir meslek vardır. Benimki de gazeteci -köşe yazarı olmaktı.  Bir akşam kitap okurken nasıl oldu bilmiyorum içimde birden kitap yazma isteği oluştu. Kitabı kapatıp, bilgisayarımın başına geçtim ve yazmaya başladım. Enteresandır okuduğum kitap, çocuk yetiştirmeyi anlatan bir kitaptı. Ben o kitaptan nasıl böyle bir ilham aldım ve bilgisayarımın başına oturup hemen yazmaya başladım anlayabilmiş değilim. İki yıl sonra “Şeytan Sadece Fısıldar” ı, bir yıl sonra da, yayınevinden arkadaşlarla “Kimsesizler” isimli bir proje kitabını çıkardık.

Siz de bir makale yazarısınız Zehra Hanım hem de siyaset yazan bir köşe yazarı. Zorluklarından biraz bahsedebilir misiniz?

Çok düşman kazanıyorsunuz, sanırım en zor yanı bu. Yakınlarınız dahi kendi görüşünü desteklemeyen ve eleştiren bir tutumunuz varsa size düşman olabiliyor. Hatta görüşmeyi bile kesebiliyorlar. Bu noktada dik bir duruşunuz olmalı. Ve kimseyi memnun etmek gibi bir zorunluluğunuz olmadığının bilincinde olmalısınız. Bazı okurlar ideolojilerini eleştiren bir yazı okuduğunda ciddi rahatsızlık duyuyor ve hakarete giden eleştiriler yapabiliyor. Eleştiriye elbette açığım, zaten eleştiriye açık değilseniz bu işi yapmamalısınız. Fakat dediğim gibi bazen eleştiriler hakaret boyutlarına varabiliyor. Herkes kendisine yakışanı yapıyor aslında. Neyse ki bir saygı çerçevesinde ve aslında neden o şekilde düşünmediğini kendince mantıklı sebeplere dayandırarak eleştiren okurlarım da var.

 Yaratıcı yazarlık kursları ile ilgili bir tecrübeniz var mı? Bu kursları faydalı bulur musunuz yazar olmak isteyenler için, yoksa yazmak daha çok yetenek midir size göre?

O tarz bir kursa hiç gitmedim. Yeteneği olanlar için kendilerini geliştirme konusunda faydalı olabilir. Ben yazmanın kesinlikle resim yapmak gibi, şarkı söylemek gibi doğuştan gelen bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Bu tarz kurslar ancak mevcut olan yeteneği geliştirebilir.

Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfi mi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?

“Şeytan Sadece Fısıldar”ı Ahmet Kaya’nın “Penceresiz Kaldım Anne” türküsünden ilham alarak yazdım. Zaten 80’lerın siyasi çekişmelerini anlatan bir roman yazmak istiyordum. Ve çok ilginçtir, ben yazmaya Nisan ayında başladım sonra 15 Temmuz yaşandı. Ben tam o sıralarda son düzeltmeleri yapıyordum. Tabii bu süreçte, benzer bir olaya bizzat şahit olunca olaylar kafamda biraz daha şekillendi. Çünkü önce o dönemleri yaşamış insanları dinleyerek, okuyarak bir şeyleri kurgulamıştım. Sonra flaş diskimi kaybettim. Tam bir ay sonra buldum. Sonra piyasa karıştı falan derken ancak 5 ay sonra baskıya verebildik. “Penceresiz Kaldım Anne” yi ilk baskıda yazmayı ne kadar istesem de kullanamadım fakat ikinci baskıda yazdım. Bana bu şansı verdikleri için GAM Müzik’e buradan tekrar teşekkür ediyorum.

 Yazın yolculuğunda bu genç yaşınıza rağmen siyasi içerikli bir kitabınız var. Hayretler içerisinde okuyanlar da vardır eminim hiç karşılaştınız mı böyle enteresan bakışlarla?

Evet, siyasi içerikli bir roman olduğunu duyunca insanlar şöyle bir duruyorlar. Bu muhtemelen yaşımdan kaynaklanıyor. Aynı tepkiyi köşe yazılarımda da alıyorum.  Fakat bu benim ilgi alanım, siyaseti ve bu alanda yazmayı seviyorum.

Son zamanlarda çok fazla gözler önünde olan, reklam uğruna, satış uğruna özellikle kitap çıkaran yazarlar var. Başarılı da oluyorlar bu bir gerçek. Bu husus hakkında düşünceleriniz?

Bazı popüler insanlar kitap yazma hevesinde. Yani aslında burada kastettiklerim başka bir mesleği yapan fakat halk tarafından tanınan insanlar. Yani yeteneği varsa yazsın tabii ki buna kimsenin itirazı olamaz. Fakat senin boş bir insan olduğun her halinden belli. Yeteneğinin ne olduğu da belli, nasıl popüler olduğunda belli. Dolayısıyla bir yazar profilin yok. Yani sağını çekip instigrama fotoğraf koyarsan, solunu çekip instigrama fotoğraf koyarsan belirli bir kitle tarafından takipçilerin olur. Evet, bu seni ünlü, popüler de yapabilir fakat asla bir yazar yapmaz. Önce o ağırlığı taşıyabilmen lazım. Yazarlık ağırlık gerektiren, hanımefendilik/beyefendilik gerektiren bir kulvar. Dahası yetenek gerektiren bir kulvar. Yani başarılı ve çok dinlenilen bir şarkıcı olmanın yolu nasıl ki çok iyi bir sese sahip olmaktan geçiyorsa, başarılı bir yazar olmanın yolu da güçlü bir kalemi olmaktan geçiyor. Popülaritenizi kullanıp kitap yazabilirsiniz, satadabilirsiniz. Fakat bu ilk ve son olur. Zaten zaman fakiri insanlarız. Bazı insanlar sadece kitaplığı dolsun diye kitap alıyor, okumak için değil. Muhtemelen bu kişilerin çıkardığı kitaplar daha sonra kitaplık süsü olarak kullanılmak üzere raflardaki yerini alıyor.  Bilinçli bir insan zaten o kitabı alıp, kitaplığını kirletmez. Yazarlığı çok farklı algılayan kişilerin yapabileceği bir şeydir ancak reklam uğruna kitap çıkarmak. Yazmak “hayatlara dokunmak, toplumsal bir mesaj vermek, hislerinizi başka insanlarla paylaşmak” içindir. Günümüzde şöhret uğruna inançlarını ve değerlerini satan o kadar çok insan var ki. Kitap çıkaranlara şaşırmıyorum.

Sevgili Zehra Hanım sizin yazma tarzınızdan bahseder misiniz? Mesela nasıl bir ortamda yazmayı tercih ediyorsunuz?

Her ortamda yazabilirim. Yeter ki kafamda bir şeyler oluşmuş olsun ve bilgisayarım yanımda olsun. Çünkü ben yazarken zaten dış dünyayla bağlantımı kesiyorum. Tamamen kurguya ve karakterlere odaklanıyorum.

Kitabınızı yazmaya başlarken kurguyu önceden mi belirlersiniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişir?

“Ardımdan Ağlama” nın kurgusu yazarken kendiliğinden gelişti. “Şeytan Sadece Fısıldar” ın araştırma gerektiren bir konusu vardı dolayısıyla kurgu o süreçte şekillendi. “Kimsesizler” proje kitabındaki “Kördüğüm” ismindeki öykümde ise şöyle bir süreç yaşandı; bana konu anlatılırken “kimsesiz insanların hikâyeleri anlatılacak” denildi. Çocuk esirgeme kurumundaki çocuklar olabilir, huzurevlerinde yaşayan yaşlılar olabilir vs. Konu zaten üzücüydü. Ben hikâyeyi daha fazla hüzünlü hale getirmek istemedim. Bu yüzden daha farklı bir dille kurguladım. “Yalnız ve kimsesiz” demek hayatta tek başına olmak anlamına gelmiyor bazen. Günümüz insanın en bariz sorunu bu belki de. Birçok insan etrafı kalabalık olmasına rağmen yalnızlık çekiyor ve aradaki boşluğu doldurmak için çok yanlış şeylere başvuruyor. Ben bu öyküde özellikle bunu vurgulamak istedim.  Aslında çoğu insan hayatında bir yol göstericiye, bir rehbere ihtiyaç duyuyor. Ve karşınıza çıkan hiç ummadığınız bir insan, sizin bakış açınızı dolayısıyla hayatınızı değiştirebiliyor. Kurguyu belirlemeden önce vermek istediğim mesajı belirliyorum, araştırılma yapılacaksa araştırmalarımı yapıyorum, bunlar belirlendikten sonra olay örgüsü zaten yazarken kendiliğinden gelişiyor.

Bazı sorular vardır, bu sorum da evet artık bırakıyorum Aslı Hanım diyen kalemdaşımıza çok rastladım. Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi yoksa yazmayı bırakmayı düşündüğünüz bir zaman var mı?

Allah izin verirse ölünceye kadar yazmak istiyorum. Bunu daha rahat ve daha profesyonel bir şekilde yapabilmek için mesleğimi bıraktım ve kendimi bu alanda daha fazla geliştirebilmek, vizyon katabilmek adına ilgili bir bölüm okuyorum. Hayat ne getirir, şartlar nereye kadar müsaade eder bilemem ama Allah nasip ettiği sürece yazmak istiyorum.

Yazarlardan çok duyuyorum bazen oluyor kalem kıpırdamıyor hiç yazamıyorum ilham yok. Sizin ilhamınızla aranız nasıl?

Bazen oluyor tabii. Bu sizin o anki ruh haliniz ve duygu durumunuzla ilgili oluyor genelde. O zamanlar kendinizi dinlemek en iyisi.

Edebiyat ve basın dünyasında gördüğünüz en bariz sorun nedir? Bu soruna ne gibi bir çözüm önerisi sunulabilir?

Kişilerin yazdıklarından çok popülaritesine önem verilmesi. Bilhassa basın dünyasının, köşe yazarı seçerken bunu baz alması. Önemli konulara değinen, çok farklı yerlerden bakan, değerli, saygın yazarlarımız hak ettikleri yerde değiller. Bu kişilerin ön plana çıkarılması lazım ki, insanlar gerçek yazarları tanısın. Bana göre edebiyat dünyasındaki en büyük problem, okuyan insandan çok yazan insanın olması. Hayatlarında bir Oğuz Atay okumamış, bir Yaşar Kemal okumamış, oradan buradan kısa kısa sözler toplayıp, bunları kitap haline getirmiş, sonra da “yazarım” diye ortalıkta dolaşan insanlar var. Ben artık “kitap yazıyorum” diyen birine değil “kitap okuyorum” diyen insanlara daha çok saygı duyuyorum.

Son zamanlarda iyice meşhur olan ama içeriğe sahiden önem verilmeyen makale yazıları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok haklısınız. Burada kişi zaten belirli bir yerdeyse ve kendini ispatlamış bir yazarsa, yazısının içeriği saçma bile olsa okunuyor. Hatta saçma yazıları daha çok prim yapıyor, meraktan okunuyor. Bir de daha az tanınan gazetelerde, daha az tanınan, isminin başına Prof. / Dr. gibi sıfatlar eklemiş, lise düzeyinde yazanlar var. Buna niye gerek duyarlar zaten anlamam, hadi sıfatını belirttin eyvallah, neden biz bu sıfatları yazılarında göremiyoruz? Hele neredeyse hiç tanınmayan internet sitelerinde yazanlar var ki tam bir felaket! Birilerinin adamı değilseniz eğer, çok güçlü bir kalem olacaksınız, farkınızı fark ettireceksiniz, o zaman geç te olsa hak ettiğiniz yere gelme şansınız oluyor. Böyle bir durumunuz yoksa köşe yazarı olmak için uğraşmayın. İlkokul düzeyinde yazıyor ya! İnanamazsınız! Nasıl olsa küçük siteler/gazeteler bunu önemsemiyor. E tamam da senin okuyucuya hiç mi saygın yok? Sırf egonuzu tatmin etmek için işte x sitede, x gazetede (tabii bunlar neredeyse hiç bilinmeyen yerler) yazıyorum demek için yapmayın bu işi. Evvela kendinize kötülük yapıyorsunuz. Kendinizi rezil ediyorsunuz. Emin olun kimse sizi o sıfatta görmüyor. Yazar, okuyucudan bir adım önde olmalı. Gerçek bir yazar bunun bilincindedir.

MEB'den onay aldığınız bir çalışmanız var. Bunu ben biliyorum, biraz okuyucularımıza da bahsedebiliriz misiniz?

Evet, ilk kitabım “Ardımdan Ağlama” baskıdan çıktıktan iki ay sonra “Milli Eğitim Bakanlığı tarafından öğrenciler için tavsiye edilen kitaplar” arasına girdi. Bu benim için güzel bir sürpriz oldu. İlk kitap ta bunu başarmış olmak beni mutlu etti.

Ruh dünyanız tam olarak nereye ait?

Karmaşık bir ruh dünyam var. Bunu özellikle roman yazarken hissediyorum. Bir günde dört mevsimi yaşadığım zamanlar da oluyor. Yani ben aslında genel olarak ve kendimi de katarak özellikle roman yazarlarının, sıra dışı insanlar olduklarını düşünüyorum. Çünkü kurgu yapıyorsunuz ve başarılı bir kurgu yapabilmeniz için karakterinizde biraz kabına girememezlik, fazlasıyla merak, biraz karmaşıklık, biraz inatçılık, biraz çılgınlık ve çokça hayal gücü olması gerekiyor. Yazarların düşünce dünyası çok başka çalışıyor. Siz de çok iyi bilirsiniz ki hayata ve olaylara bakışımız daha farklı.

Kitaplarınız ile sizce ilgili dönütler nasıldı?

“Ardımdan Ağlama” ilk kitabım olmasına rağmen okurdan çok fazla yorum aldığım bir kitap oldu. Özellikle gençlerden çok dönüş oldu. Bunda tabii MEB onaylı olmasının etkisi var. “Hayatımda okuduğum en güzel kitaptı. Kitaplara olan bakış açımı değiştirdiniz. Kitaplardan nefret ederdim, Ardımdan Ağlama bana kitapları sevdirdi.” diye mesaj yazan okurlarım var. “Ardımdan Ağlama” konu itibariyle gençlerin pek ilgisini çeken bir roman olmamasına rağmen gençler tarafından sevildi ve okundu. “Şeytan Sadece Fısıldar”ı yazarken arkadaşlarım “lütfen içinde aşkta olsun, siyaset zaten sıkıcı bir konu, kitap sıkıcı olur” dediler. Haklı olduklarını düşündüm ve aşkı da işledim. Siyasi bir kitap olduğu için tabii “Ardımdan Ağlama” kadar olumlu tepkiler almadım. Aslında durumu kesinlikle objektif bir şekilde ele aldım. Yanlı değil, iki tarafın bakışını yazdım. Ona rağmen farklı yorumlayanlar oldu. Tabii herkesin algısı başka, baktığı pencere başka. “Kördüğüm” öyküsünde özellikle arkadaşlarım “senden hiç böyle bir şey beklemezdik” dediler. Haklıydılar, ben bile sonradan okuduğum da kendime şaşırdım. Çünkü hiç tarzım olmayan bir yazım diliydi. Yani bir siyasi köşe yazarından ve dram yazarından hiç beklenilmeyecek bir anlatım söz konusuydu. İnşallah birilerinin hayatına dokunmuştur.

Hayat felsefem budur dediğiniz bir kelamınız var mı?

Funda Arar’ın şarkısında geçen bir söz var. “Evet, hayat hep son sözü söyler ama benim de cümlelerim var.” Bu sözü çok seviyorum.  Bana ait olan ve “Kördüğüm” öykümde de yer verdiğim bir cümle daha var. “Seven özgürken, sevilen hep esirdir.”

Ben de bu yazın meziyetinin sonradan kazanıldığına inananlardan değilim. Sizi yazmaya özendiren şeyler neydi?

İlkokul yaşlarımda anne veya babama bir konu hakkında darıldıysam veya bir konu hakkında görüş bildireceksem sayfalar dolusu mektup yazar, görebilecekleri yere koyardım. Yani düşüncelerimi ve duygularımı konuşarak değil, yazarak ifade etmeyi tercih ederdim. Çünkü bu şekilde kendimi daha iyi ifade ettiğime inanıyordum. Bunun sebebi de şuydu aslında; çok sulu gözlüydüm “Ben şundan şundan dolayı çok üzüldüm.” derken ağlama ihtimalim ve dolayısıyla kendimi yeterince ifade edememe ihtimalim çok yüksekti. Lise dönemlerimde günlük yazmaya başlamıştım. Günlük yazarken, günün muhasebesini net bir şekilde yapabiliyordum. Çünkü insan yaşarken fark edemediği şeyleri günün sonunda yaşadıklarını yazıya dökerken fark edebiliyor. Yani en azından benim açımdan bu böyleydi ve sonraki yıllarda o zamanlarımı tebessüm ederek okuyacağım anılarımdı. Bir gün erkek kardeşim günlüğümü bulup okumuş. Bu benim hevesimi ciddi anlamda kırmıştı. Üniversite yıllarımda çocukluk hayalim olan gazeteci yazarlık isteğim yeniden depreşti. Haftanın bir günü yerel bir gazetede okuduğum bölüm olan bitkileri yazmaya başladım. Sonra çalışmak için İstanbul’a geldim.  İstanbul hayatımda bir dönüm noktası oldu aslında.  Geldikten beş ay sonra “Ardımdan Ağlama” yı yazmaya başladım. Onu bitirdikten sonra da çocukluk hayalim olan siyasi köşe yazarlığına başladım.

Yaptığım birçok yazar söyleşilerinde Türkiye’deki yayın evleri ile yazara değer verilmediği hususunda ilgili çok şikâyet alıyorum. Sizin konuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Yayınevleri işi iyice ticarete dökmüş durumdalar. Fakat bu noktada yazarların da suçu var. Burada çok değerli, kalemi güçlü yazarları tenzih ediyorum. Onların yaşadıkları mağduriyet daha farklı. Ben burada başka bir konuya değinmek istiyorum. Yazma becerisi hiç gelişmemiş bir kişi, sırf yazar sıfatını alabilmek için bir şeyler karalıyor sonra gidip yayınevine beş on kuruş karşılığında bastırıyor. Kitap haliyle satılmıyor. Sonra burada yayınevi suçlu oluyor. Niye kitabımı satmadı? Arkadaşım sen yazdığın şeyi gerçekten kitap olarak görüyor musun? Kitabın okunmaya değer bulunmadıysa yayınevi ne yapsın? Burada yayınevlerinin o sözde yazarları kullanması söz konusu. Bir kere parayı alıp, kitabı okumadan, basan yayınevleri var. Kendinizi niye kullandırıyorsunuz? Yani bu sesi berbat olan bir insanın şarkıcı olmak için bir prodüksiyon şirketine gidip parasıyla kaset çıkarmasına benzer. Şirket kasetini çıkardı ama sende ses yok. Şirket ne yapsın? Konser vereceksin, sesin güzel değilse insanlar niye gelsin? Şirketin suçu senin paranı alıp, umutlarınla oynamak. Senin suçun da buna izin vermek. Yeteneğin yok. Niye sınırlarını zorluyorsun? Senin becerin başka bir alandadır, onu keşfet.

Bu yolculuğa adım atacak lakin hiç bilmiyorum ne yapacağımı diyen genç kalemdaşlarımız için bir kitabı yayımlatmak için hangi süreçlerden geçmek gerekir?

Yayınlatmaya değer bir kitapları varsa çok heyecanlı bir süreçler silsilesine hazır olsunlar. Sorunun cevabını biraz tavsiye niteliğinde vermek istiyorum. Öncelikle sonradan üzülmemeleri ve yazdıklarının çöp olmaması için umut taciri olmayan bir yayınevi bulsunlar. İlgili kişinin yazının tamamını okuyup, okumadığından emin olmak için yazdıkları konuyla ilgili sorular sorsunlar. Kapak görseliydi, mizanpajıydı, iç tasarımdı bu kısımlar da içlerine sinmeyen bir şeyler varsa muhakkak yayıneviyle oturup tekrar konuşsunlar. Ben “Ardımdan Ağlama” nın kapak görselini iki defa, mizanpajını iki defa, editlemesini üç defa yaptırdım. Sağ olsun yayınevim de bu konuda anlayışlı davrandı. Bu süreçte morallerini bozacak kıskanç insanlar olacaktır etraflarında. Onları hiç görmesinler, duymasınlar.  Ve nefisleriyle değil, vicdanlarıyla eleştiri yapabilen tanıdıklarıyla mutlaka istişare etsinler.

Okumayı sevmeyen bir milletiz. Günümüzde gençlerin sosyal mecralarda çok zaman geçirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bu durumu normal karşılıyorum. Şu an yaşadığımız dünya böyle bir hayatı getirdi bize. Benim çocukluğumda sosyal medya diye bir şey yoktu. Bilgisayar oyunları bu kadar yaygın değildi. Bilgisayarımızda internet yoktu. Liseyi bitirdikten sonra telefonum oldu. E bunlar olmayınca biz boşlukları kitap okuyarak, sokakta oynayarak, arkadaşlarımızla, ailemizle vakit geçirerek dolduruyorduk. Teknolojinin hayatımızı ele geçirmesiyle önceliklerimiz değişti. Ve bundan en çok nasiplenen Z kuşağı oldu. Şimdi aileler çocuklarına bu konuda söz geçiremiyorlar. Durumu bir sosyolog adayı olarak değerlendirmem gerekirse, sosyal medyanın hayatımızı şekillendirdiği gerçeğini net bir şekilde söyleyebilirim. Gençler ve yetişkinler varlıklarını sosyal medya üzerinden gösteriyorlar. Sosyal medya aynı zamanda bir reklam, satış-pazarlama yeri de oldu artık.  Bu açıdan baktığımızda sosyal medyayı bu şekilde kullanan insanların içinde çok fazla gezinmelerini olağan karşılıyorum. Sunum hazırlayacağız veya bir araştırma yapacağız bunu kendimi de katarak söylüyorum kütüphaneleri daha az tercih ediyoruz. Çünkü internet elimizin altında. İstenilen bilgiye hızlı bir şekilde ulaşabiliyoruz. Biraz önce de söylediğim gibi zaman fakiri insanlarız. Bunun doğru olduğunu söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Artık işi abartıp e- kitap okuyan genç bir kitle oluşuyor. Bunu kesinlikle çok yanlış buluyorum. Elektronik bir yazı kitabın yerini tutar mı? Kitaba dokunacaksın, koklayacaksın, altını çizeceksin, bir köşesine notlar alacaksın, kaldığın yerin ucunu kıvıracaksın. O zaman kitap okumuş oluyorsun.

Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz?  Ya da kendinizi ‘Yazar’ olarak tanımlıyor musunuz? Siz de Estağfurullah Aslı Hanım gönül işçisiyim diyenlerden misiniz?

Gönül işçisiyim dersem kendime haksızlık yapmış olurum. Bunu yıllarını yazmaya adamış ve güçlü bir kalemi olan hiçbir yazar söylememeli. Burada çok büyük bir okur kitlesine sahip olmasına gerek yok. Yazar sıfatını taşıyan yazarlarımız lütfen mütevazılık etmesinler. Unutulmamalıdır ki gereksiz mütevazılıkta kibirdendir. Ki günümüzde alakası olmamasına rağmen kendisini yazar olarak tanımlayan kişiler varken böyle bir mütevazılığa gerek yok. Bu noktada kendime gönül işçisi demiyorum, yazarım da demiyorum. Yazarlık yapıyorum ben. Yazar olup olmadığıma değerli okurlarım karar versin.

Son olarak siz gibi genç yazarlara tavsiyeler desem ve gündemde ısrarla kalmaya devam eden bir türlü bitmek bilmeyen çocuk istismarları, kadın cinayetleri ve hayvana şiddet hususunda neler söylemek istersiniz?

Kalemi güçlü ve yazar vasfı taşıyan tüm genç yazar arkadaşlarıma yolculuklarında başarılar diliyorum. Tavsiye vermek biraz hadsizlik olur gibime geliyor. Bahsettiğiniz üzücü olaylarla ilgili şunu söyleyebilirim; yeryüzünde binlerce şizofren hastası, binlerce sadist, binlerce bipolar, binlerce sapık insan var. Ve bunlar kendilerini toplumda başarılı bir şekilde gizliyorlar. Kişinin hasta olduğu vukuatı gerçekleştirdikten sonra anlaşılıyor. Olayın sonunda “ondan bunu hiç beklemezdik, çok şaşkınız”  gibi cümleleri sıklıkla duymamızın sebebi bu. Yani bunları yapan insanların hepsi hasta insanlar. Siz ruh sağlığı yerinde olan bir insanın, bir hayvana işkence edebileceğini, bir çocuğu taciz edebileceğini düşünebiliyor musunuz? Kadın cinayetlerinde de bu geçerli fakat kadın cinayetlerinin en çok  “namus” adı altında işlendiğini görüyoruz. Bu cehaletten kaynaklanıyor. Kısaca bu olayların altında cehalet ve ruh sağlığının bozukluğu yatıyor. Ve bu noktada cezai yaptırımların ağırlığı, caydırıcı nitelikte olması falan durumu çözmüyor. Bu noktada tek çözüm tedavi ve eğitim. 

 

 
Toplam blog
: 94
: 280
Kayıt tarihi
: 20.11.17
 
 

Bundan yaklaşık on yıl önce kaleme, kağıda, satırlara  gürültüsüz bir şekilde haykırmaya başladım..