Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '13

 
Kategori
Edebiyat
 

Yazar olabilir miyim?

Yazar Olabilir miyim? Semih Gümüş'ün Notos Kitap'ta çıkan yapıtı. Yazar, ne, nasıl, özgün dil oluşturma sorularına yanıt arayarak yazar olabilir miyim, diyor.Bu üç sorunun yanıtını, “Dilin dışında edebiyattan söz edilemez.Türkçenin yazınsal dil olarak olanakları…” üzerinde durarak sözcük, tümce, bölümce ve metin boyutunda yaratıcı yazarlığı yakalamanın yazınsal dili yaratmaktan geçtiğini vurguluyor.”Yazı, insanı sonsuza dek temsil eder.” yargısı insanın geleceğiyle örtüşüyor.

Yazar olmanın baş koşulu olarak “okuma”yı öneriyor  Semih Gümüş.“Yazarlık öteki yazarlardan değil, kitaplardan öğrenilir.” diyor. Kitapları önümüze koyan yazar yeni bir kavramı da bize sunuyor: “Doğru okuma” Bunu şöyle açıklıyor:“Doğru bir okuma biçimi edinmiş, dolayısıyla okuduklarının anlamlarını kendi başına sökebilen  ve kendi yazdıklarını bütün yazınsal öğeleri soyutlayarak çözümleyebilen, eleştirebilen yazar adayı aynı zamanda okumayla yoğun ve sürekli bir ilişki içinde yazmayı başarabilirse yazar olabilir.”Yazar olabilmenin somut koşulları işte bunlar diyor Semih Gümüş.

Hemen buradan Jean Paul Sarter’ın Denemeler * adlı yapıtına uzanıyorum. “Yazmak, bir ayıklamadır.” tanımlamasını Sarter, “Yazarlığın büyülü bir dünyası olduğu sanısını veren kandırmacalardan tiksiniyorum.” diyerek doğruluyor. Bunu, “ Yazmak bir özgünleşme, özgünleşme de bir yabancılaşmadır.” ** diye de düşünebiliriz.

 Yazarın  yaratıcılığınıokudukları, kurgusu, düşleri, yaşadıkları, gözlemleri oluşturmaktadır. Bu gerçekler,  “Göremeyen adam yazar olamaz.” *** dedirtiyor insana..  Görmekte yetmiyor.Yazar gördüğünü, gözlediğini göstermek durumundadır.

Gösterme Aristotales’nun baş vuduğu yöntem olduğundan “Aristotales yöntemi” olarak adlandırılır.Yazarın yöntemi okura gidişin adımlarıdır.Yazarın bunu başarması okurla buluşmasını gerçekleşecektir; bu da yazarlık bilincinden geçmektedir. Kısaca yazarlık beyinsel emek gerektirir diyebiliriz.

Bu konuda bir başvuru kitabı olarak Cengiz Gündoğdu’nun Estetik Kalkışma (Roman Öykü Nasıl Yazılmalı Nasıl Okunmalı) bize yol gösteriyor.Yazarlık adına Türkçeyi kullanamayanların nasıl yıldız olduklarını, yazınsal dili yaratamadan binlerce baskı yaptıklarını Estetik Kalkışma’da buluyoruz.

 “ Estetik yalnızca sanatla ilgili değildir, yaşamla ilgilidir.Sanat yapıtlarında estetiksel düzey çöküşe uğradı.Benim kitabım bu çöküşe karşı bir kalkışmadır.Yeniden uyanış bildirgesidir.” (Aydınlık Kitap,2 Kasım 2012, s.12-13,Söyleşi, Cengiz Gündoğdu- B.Sadık Albayrak)

Hemen burada Moby Dick’in yazarı Helen Melville’i,Don Kişot’un yazarı Cervantes’i anımsıyorum.Emin Özdemir, Kurmaca Kişiler Kenti adlı kitabında “Kurmaca kişiler dünyasında Don Kişot’un serüvenini çağrıştıran düşleri, tutkuları yüzünden yaşamları kararmış başka kişiler de var mıdır sorusuna yanıt verir: Çalacağım ikinci kapı Emma Bovary’ninki olacaktır.” (Cumhuriyet Kitap,1 Kasım 2012, Abdullah Tekin) Okunan kitabın iki katlı olduğu, asıl anlatılanın alt katta bulunduğunu bu iki kitapta görelim.

Bunun anlamı şu olsa gerek, işlenen konu, kurgu, neyi amaçlıyor, neyi kavratmak istiyor.İşte alt katta duranlar bunlar olsa gerek.Örneğin,Moby Dick, kaptanla bir balina arasındaki ölüm kalım mücadelesinin ötesinde kötülüğün, kötücü güçlerin dünyadaki acımasızlığı, şiddet eleştirilir.

Don Kişot daise sevdiği için yel değirmenlerine saldıran Don Kişot aslında yaşadığı çağın eleştirirsini yapmaktadır. “Cervantes, bitmiş olan şovalyeliğin peşinde koşanları eleştirir; sonu gelmiş bir dönemi yaşatmak isteyenleri kınar.Don Kişot aynı zamanda Cervantes’in yok olan şovalyelik ruhuna yakılan bir ağıttır.” (Hüseyin Atabaş, Romanla Gelen Devrim, Çağdaş Türk Dili, Kasım 2012, s.538-540)

Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı adlı romanında Osmanlı dönemindeki nakkaşlığıanlatırken sosyoloji, coğrafya, tarih, psikoloji vb. alanlarını bildiğini romanını kurgularken bu alanlarda yeterince yararlandığını anlıyoruz.

Yazınsal türlerden romanı Hüseyin Atabaş şöyle nitelendiriyor: “Roman yazın dünyasında bir devrimdir.Roman destanların kaynağında bireysel kahramanlıkların bittiğinin habercisidir. Romanla girişilen özgürlükçü savaşım kentsoylulukla birlikte ortaya çıkmıştır.Roman, dünyayı yıkan, yeniden kurabilen bir olanağa sahiptir. Roman yaşamın çeşitliliğinden yararlanarak yansıttığı çağrışımlar, göstergeler, göndermeler olanaklarıyla bir çeşit göstergebilimsel mühendisliğe doğru gitmektedir.” (Hüseyin Atabaş, Romanla Gelen Devrim, Çağdaş Türk Dili, Kasım 2012, s.538-540)

Yazınsal türleri çözümlerken yapıtın iki katlı olduğu gerçeği alt yapı sorununu türün özelliğine bağlı olarak gündeme getirmektedir.  Elimizdeki kitabın alt katına inebilmek için olayları okumakla yetinmememiz gerekmektedir Okunan her tümce, bölümce, diyalog çözümleyici bir yöntemle ele alınırsa yapıtı anlamak kolaylaşacaktır. Bu da yazınsal türün özelliklerini,onu besleyen düşünsel alanları kavramaktan geçiyor.

Okur alt yapısını kurduğunda soluksuz okumaları erteler.Her okuduğu onu nerelere götürüyor, yazar ne diyor, neyi amaçlıyor.Yazar dilini yaratabilmiş mi? Yaratıcı yazar olma yolunda mı? Bu süreç yazar ve okur için dört aşamada gerçekleşir diyor Semih Gümüş: Yapıtta yazınsallık, gerçeklik, düş ve kurmaca peşinden gidilmesi.

Bu dört aşama, kurmaca öğeleri olay örgüsü, kişiler, anlatıcı, mekan, nesne üzerinde durularak,  doğru okumayı gerçekleştirerek başarılabilir. Okur ya da yazar kendi yolunu kendi aşmak zorundadır. Bu da yoğunluk, yalınlık, yazınsal dil yaratmadan geçiyor.

Yaratıcı dil, basitleşip sıradanlaşmayan dildir.Yalınlığın yetkinliği bıçak sırtında olmalı,”Yalınlığın sırrını bulanlar nitelikli edebiyat kapısının anahtarını eline alır.”diyor Semih Gümüş.Yunus Emre’nin,” Bir ben vardır benden içerü” dizesi bu  yalınlığı ve derinliği yakalamış.İşte “Bıçak sırtı” bu olsa gerek.Aşık Veysel’in. “Uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece” ayrı bir örnek

Yazar için sıralanan koşulları, olguları Ahmet Ümit, Enver Aysever’le 11 Eylül 2012 CNN TV,  Aykırı Sorular izlencesinde söyleşirken şöyle sürdürüyor:

Yazarın “özgünlüğü, muhalif kalışı, dili (türü yazarken yarattığı dil)önemsediğini vurguladı. Yazma eyleminde “ilham” denen bir olgunun bulunmadığını belirtti. Ahmet Ümit’in bu değerlendirmesi karşısında yıllar önce okuduğum Fransız ressam Gaugin’in yaşamını anlatan  Altın Vücutlar romanını anımsadım. Gaugin’nin, Paris’te yaşamayı bırakıp  kurulu düzenini bozarak uzak doğuya gitmesi, Tahitili bir kızla yaşaması ve kalıcı tablolarını bu dönemde yapması Ahmet Ümit’i doğruluyordu.Ayrıca, Neil Gaiman, iyi yazmanın baş koşulu olarak yazarın “ufkunu kovalaması” olarak belirtiyor. (Aydınlık Kitap,19 Ekim 2012, s.12-14) Bu kovalama eylemini Einstein şöyle sürdürüyor: “ Düşgücü, bilgiden daha önemlidir, çünkü bilginin sınırlı olmasına karşın düş gücü tüm dünyayı kucaklalar” diyor. (Eğitim Sen, İlköğretimde Çocuk Edebiyatı,Nisan 2011; Çocuğa Görelik ve Düşgücü,Mehmet Kaya, s17)

Ahmet Ümit, yazarın hiçbir gücün, koşulun tutsağı olmaması, “hatta kendisinin bile” sözünü  yazar bağımsızlığını, birey olma özelliğini korumalıdır diye ekleyerek bağlıyor. Sonra 25 Kasım 2012 TÜYAP’taki “Ülkem ve Romanım” adlı söyleşisinde yapıtlarının ortaya çıkış öyküsünü, etkilenmelerini dünya  ve ulus coğrafyasında gezinerek kimlerden, nelerden nasıl  beslendiğini dile getirerek özetledi.Sophokles’ten, Shakespeare, Dostoyevski , Ayasofya’yı gezerken İstanbul’un tarihsel geçmişinin kulağına düşürdüğü çınlamalar, bir ilköğretim okulunda Fatih Sultan Mehmet’in fotoğrafının altında yazılan ölüm tarihinin yanlış olarak “1930”  yazılması -“Sultanı Öldürmek” adlı romanını yazmaya götürmesi- gibi durumlar, olgular yazarın etkilenme derken  nasıl açık olduğunu, nasıl etkilendiğini, ancak bunun bir “ilham” olmadığını bir kez daha özetlemiş oldu.  TÜYAP’ın İnterexpo salonunda bizler de yazarla birlikte o çınlamaları, yankıları duyduk ya da en azından ben duydum!

İşte burada yazarın birey olma özelliğini nasıl koruması gerektiğni bir başka yazar özetliyor. Andre Gide, “Ben ancak kişisel erdemlere bakarım.” diyor Theseus adlı romanında.

Kuşkusuz bunu sağlayacak olan çok sesli toplum, sınırsız, koşulsuz özgürlük ortamıdır.Bunlar yazarı yaratıcı kılacağı gibi birey olma özelliğini de kendisine sunar.Tüm kuşatmalara karşın bugün dünyada “Yaşar Kemal, Nazım Hikmet bizi tanıtıyor. “ tümcesine “”Orhan Pamuk da var .” eklemesini yaparak  yazarın birey olma örneğini CNN TV’de yaptığı söyleşide başka örnklerle  sürdürmüştü.

Ahmet Ümit bu  söyleşisinde, ödüllerin özendirme yanında belirleyici olmadığını, kalıcı bir yanının bulunmadığını belirtti. Bu değerlendirmeyi “Nobel bile” diyerek de vurguladı.

 

YAZAR OLABİLİR MİYİM? Semih Gümüş, Notos Kitap

*Çev: Vedat Günyol, Sabahattin Eyüboğlu,          **Onur Bilge Kula Dil Felsefesi-Edebiyat Kuramı I-II,Türkiye İş Bankası Yayınları,

***  Ahmet Çakır, Dostun Ölümü -Ümit Kaftancıoğlu- söyleşi, Kuzey Haber, 15 Mart 1985,Trabzon

 

 

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..