Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

GAZETECİ YAZAR ASLI MERCAN SARI

http://blog.milliyet.com.tr/aslisari

01 Ekim '19

 
Kategori
Söyleşi
 

Yazar-Şair Babacan Pesenkurdu

BİR İZMİR HİKÂYESİ

Bu hafta Kültür- Sanat röportajlarımda sevgili dostum Babacan Pesenkurdu var. İzmir’e ilk geldiğim zamanlarda samimiyetiyle duruşuyla, kelamıyla, çizgisiyle sahiden isminin hakkını veren, yüreğimize adını altın harflerle yazdıran usta kalem, güzel dost şeref verdin…

Babacan Pesenkurdu ile yeni çıkan romanı NOKTA’yı konuşmak üzere bir araya geldik. Nokta Destek Yayınlarından çıktı. Kendisi has İzmirli olanlardan. Eğitimini İzmir’de tamamlamış. Birkaç yıl İstanbul’da yaşamış. Amatör ve 3. Lig takımlarında futbol oynamış. Şafak Fişek Ajans bünyesinde uzun zaman modellik yapmış. Yıllardır bir firmanın satış pazarlama direktörlüğünü yapmakta. Şiir, deneme, hikâye ve romanları var. Aynı zamanda TRT bünyesinde yaklaşık 3 yıl ‘’İzmir’de Aşk Fasikülü’’ adlı kültür sanat programı yapmış. Yaklaşık 6-7 yıldır da şiir dinletileri yapmakta. İzmir başta olmak üzere, İstanbul, Ankara, Antalya, Denizli ve Bursa’da ‘’Şiir Yağmurları’’ yağdırmakta. 2 yıldır Magazin İzmir dergisinde köşesi var. Ondan önce 3 yıl kadar Gazetem Ege’de ‘’Babacan’la Ehl-i Keyif’’ adlı bir köşesi varmış. Yaklaşık 6 aydan beridir de TV 35 ekranlarında ‘’Telve’’ adlı kültür sanat programı yapmakta. Daha ne olsun, adamın 10 parmağında 10 marifet. Sevgili dostum diye devam eder satırlara; kitaplarımdan ‘’Ayık Ol Sebastian’’ aslında tamamı ile uyanık olma ve gerçekler ile yüzleşmekten korkma demekti. Bir deneme kitabı, 2 ay gibi kısa bir sürede 7. Baskıyı gördü. ‘’Nokta’’ ise çok yeni. ‘’Agora’da Bir Delikanlı’’ adlı romanımın devamı. Neticede, nokta koymadan yeni bir cümleye başlayamıyorsunuz. Nokta, bir roman. Her ikisinin de okur kitlesi farklı esasen. Onları birleştiren ise benim kalemim. Nokta iyi gidiyor. Ve yıllar sonra da dönüp arkama baktığımda, iyi ki yazmışım, değerini buldu dediğim eserlerden biri olacak. Sayın dostum Babacan Pesenkurdu ile söyleşimiz sizlerle.

Söyleşimize sizi tanıyarak başlayabiliriz miyiz? Kimdir Babacan Pesenkurdu? Bir günü nasıl geçer?

•             Babacan Pesenkurdu, İzmirlidir. Eğitimimi İzmir’de tamamladım. Birkaç yıl İstanbul’da yaşadım. Amatör ve 3. Lig takımlarında futbol oynadım. Şafak Fişek Ajans bünyesinde epey uzun zaman modellik yaptım. Bir firmanın satış pazarlama direktörlüğünü yıllardır yapıyorum. Şiir, deneme, hikâye ve romanlarım var. Aynı zamanda TRT bünyesinde yaklaşık 3 yıl ‘’İzmir’de Aşk Fasikülü’’ adlı kültür sanat programı yaptım. Yaklaşık 6-7 yıldır da şiir dinletileri yapmaktayım. İzmir başta olmak üzere, İstanbul, Ankara, Antalya, Denizli ve Bursa’da ‘’Şiir Yağmurları’’ yağdırdık diyebiliriz. 2 yıldır Magazin İzmir dergisinde köşem var. Ondan önce 3 yıl kadar Gazetem Ege’de ‘’Babacan’la Ehl-i Keyif’’ adlı bir köşem vardı. Yaklaşık 6 aydan beridir de TV 35 ekranlarında ‘’Telve’’ adlı kültür sanat programı yapıyorum. Sanırım biraz hareketliyim.

İlk kitabınızı çıkartmayı ne zaman ve nasıl düşündünüz?

•             2010 yılında, radyo programlarında şiirlerim seslendirilirken, dinleyenlerden gelen istekler üzerine, ilk şiir kitabım olan ‘’Aşk Fasikülü’’ nü çıkarmaya karar verdim. Ama bu kitaptan önce, Memed Zeki Gündüz ve Muhittin Bilgin Hocalarımın, 15 yıl gibi bir zaman içerisinde hazırladığı, 1200 sayfa ve yaklaşık 5000 şiirden oluşan ‘’İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar’’ adlı antolojiye katılma şerefine nail oldum.

Kitap isimleri çok dikkatimi çekmiştir. Neden "Ayık Ol Sebastian" neden "Nokta"?

•             ‘’Ayık Ol Sebastian’’ aslında tamamı ile uyanık olma ve gerçekler ile yüzleşmekten korkma demekti. Bir deneme kitabı, 2 ay gibi kısa bir sürede 7. Baskıyı gördü. ‘’Nokta’’ ise çok yeni. ‘’Agora’da Bir Delikanlı’’ adlı romanımın devamı. Neticede, nokta koymadan yeni bir cümleye başlayamıyorsunuz.

Yaratıcı yazarlık kursları ile ilgili bir tecrübeniz var mı? Bu kursları faydalı bulur musunuz yazar olmak isteyenler için, yoksa yazmak daha çok yetenek midir size göre?

•             Yaratıcı yazarlık kursları ile ilgili bir deneyimim yok. Gerek de duymadım. Çünkü az önce bahsettiğim hocalarım başta olmak üzere, birçok kıymetli yazar büyüğüm var. Ve ben iyi de bir dinleyiciyim. Açıkçası cevheri mücevhere çevirmek için gerekli olan tüm insanlar benim hayatımda var zaten. Ve ben öğrenmekten asla bıkmayan ve asla ‘’Tamam, artık biliyorum’’ demeyen birisiyim.

Bu kurslar elbette faydalıdır. Dikkat edilmesi gereken şey ise bu kursların nitelikleri ve nicelikleridir. Yoksa hiç eğitimin zararı olur mu?

Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfi mi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?

•             Aslında seçim yapma gibi bir şey olmuyor. Bir anda bir şeyden etkileniyorum. Ya da bir hayal bir anda bir fikre dönüşüyor. Ve konu kendi kendine çıkıyor. Sadece hayattan etkilenmiyorum. Rüyalardan, düşlerden, duygulardan, fikirlerden ve inançtan.

Yazın yolculuğunda ruh dünyası karakteristik mi olmalı?

•             Karakteristik olmazsanız, hiç kimseden bir farkınız kalmaz. Ama sadece ruh dünyanız değil, duygularınız, düşünceleriniz, bilginiz ve kaleminiz farklı olmalı ki, diğer her şeyden bir farkınız olsun.

Son zamanlarda çok fazla gözler önünde olan, reklam uğruna, satış uğruna özellikle kitap çıkaran yazarlar var. Başarılı da oluyorlar bu bir gerçek. Bu husus hakkında düşünceleriniz?

•             Kapitalist sistem. ‘’Yazar’’ diyoruz, çünkü yazmışlar. Ancak derine, edebiyata indiğimizde, yazar olup olunmadığı ortaya çıkıyor. Bu bir süreç, çok da takılmamak gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü her şeyde, sanatın her dalında var bu. Netice de az önce de bahsettiğim gibi, nitelik ve nicelik önemli. Bu da eninde sonunda ortaya çıkıyor. Bir şeyin çok satması değerli olduğunu göstermez. Neticede demir ve elmasın her ikisi de bir maden. Demir elmastan daha çok satılıyor ama kıymetli olan elmas! Ve kıymetli olduğu, bu işin ustalarınca ortaya konulmuş ve bu belki de yıllar sürmüştür. Ben işimi elimden geldiğince güzel yapmaya çalışıyorum. Halik bilmezse, malik bilir demişler.

Sayın Babacan Bey sizin yazma tarzınızdan bahseder misiniz? Mesela nasıl bir ortamda yazmayı tercih ediyorsunuz?

•             Bu konuda çok rahatım. Sadece hissetmem yeterli, şehirlerarası bir otobüste de yazarım, yazım odamda da yazarım. O an gelsin yeter.

Kitabınızda kendinizden soyutlanmış karakterleri mi yoksa sizi yansıtan karakterlerimi anlatmak daha güzel geliyor? Yani eserlerinizin sizi yansıtması hoşunuza gider mi?

•             Yazdığım her karakterin içinde varım ya da yazdığım her karakter benim içime sonradan dâhil oluyor. Mesela ‘’Hacı’’ adlı bir karakterim var, kendimle çok özleştiririm onu. Sebastian’ın dış sesini de severim. Nevi-i şahsına münhasır karakterler bunlar. Ya da bir mekân, olmasını istediğim gibi bir mekân, orada yaşamak istediğim gibi bir mekân. Bunların hepsi benden ya da benden olduğunu yıllar sonra fark edebileceğim şeyler.

Kitabınızı yazmaya başlarken kurguyu önceden mi belirlersiniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişir?

•             Yeliz, eşim. Bana çok kızar. Benim bir kitap için araştırmam yıllar sürer. Her yerde notlarım vardır. Ve bu bir iki sene sürse de, kurgu kafamda bitti mi, ben kitabımı bitirmiş olarak görürüm kendimi. Sonra kısa bir sürede de oturur yazarım. Bu garip belki ama ben böyleyim.

Bazı sorular vardır bu sorumda evet artık bırakıyorum Aslı Hanım diyen kalemdaşımıza çok rastladım. Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi yoksa yazmayı bırakmayı düşündüğünüz bir zaman var mı?

•             Bizimkisi bir aşk hikâyesi, yani kalem ile benimki. Sanırım, yolun sonuna kadar yazacağım.

Hırs değil bu, şu an ki hislerim.

Edebiyat dünyasında gördüğünüz en bariz sorun nedir? Bu soruna ne gibi bir çözüm önerisi sunulabilir?

•             Okumamak. Bence tek sorun bu. Gerisi sistemin getirdiği sorunlar. Onlar çok problem değil. Zamanla her şey değişir, çok yazar, çok yayınevi. Ama okur yok. İnsanların, özellikle de çocukların okuma sevgisini arttıracak yöntemler bulunmalı ve sürekli olarak da, bu geliştirilmeli.

Son zamanlarda iyice meşhur olan ama içeriğe sahiden önem verilmeyen Edebiyat Dergileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

•             İnanın bana hiçbir şey düşünmüyorum. Çünkü ben Resimli Ay, Varlık gibi edebiyat dergileri ile büyüdüm. Şimdiki dergilerin içinde de, bu denli olmasa da kıymetlileri var, Ot bunlardan biri mesela. Ben hayatımın her döneminde olduğu gibi bana bir şeyler verebilecek şeyleri seviyorum, zamanımı boş yere alacak şeyleri değil. Her şeyin kötüsü olabilir bu hayatta. Bu görecelidir. Benim için verimsiz bir şey için bir fikir beyan etmemin de bir manası yok bana göre.

Yazın yolculuğunda gelecek ile ilgili projelerinizden bahseder misiniz?

•             Röportajımızın başında da bahsettiğim gibi aynı anda birçok şeyi yapamadan duramıyorum. Aynı birkaç kitap okumak bunlardan biri mesela ve aynı anda birkaç kitabı birlikte yazmak da, buna dâhil. Yeni bir denemem olacak kısa bir zaman sonra ve akabinde bir senaryo yazıyoruz. Senaryo bir ekip işi, çok keyifli aynı zamanda. Bakalım, her şeyin başı nasip.

İzmir Tv 35'te Telve isimli TV programı ile her Pazartesi 21.00 da evlerimize sıcacık sohbet ve samimi konuklarınızla misafir oluyorsunuz. Konuklarınızı seçerken belirli kriterleriniz neler Babacan Bey?

•             Samimi ve özverili olmaları benim için ilk kriter. Ben de bu işlere başladığımda, bana yardımcı olabilecek çok insan aradım, sesimi duyurabilecek. Ve bana yardımcı olan çok insan oldu. Elbette bunda karakterimin çok etkisi vardı ama neticede bu, bana yardım eden insanların kalp güzelliğiydi. Ve bu paylaştıkça büyüyen bir şey. O yüzden, gerçekten uğraş veren insanlara yardımcı olmak istiyorum. Bu da ikinci kriter.

Şiirsel bir yönünüz var. Okuduğunuz bir birinden değerli üstatların dizelerini bizzati yorumunuzdan dinleyen biriyim. Şiir serüveninizden bahsedelim mi biraz?

•             Çocukluğumdan başladı şiir sevgim. Rahmetli babam bana şiiri sevdiren ilk insandır. Sonra şiirle birlikte büyümeye başladım. Ve hayatımın her safhasında şiir oldu. Olacak da. Çünkü şiir canlı bir yazım türü.

Sağlam bir auranız var kederden beslenmiş. Merakımı maruz görün, mutlu insan yazamaz diyenlerdenim ben. Derin yaşanmışlıkları olacak yazan insanın. Sizin görüşleriniz nedir? Hem fikir miyiz acaba?

•             Ben Allah’ıma çok şükür mutlu bir insanım. Ama derin acıları yaşamış da bir insanım. Sevgiye ve aşka inanan bir insanım. Bu beni zayıflatıyor olabilir ama insan olmanın değeri bence zaten bu; Vicdan! Mutlaka benim yaşamış olmam gerekmiyor. Eğer kalbiniz varsa, başkalarının acılarını ve mutluluklarını da hissedebilir ve edebi bir tarafınız varsa da, bunları kaleme dökebilirsiniz. Yazmak için illa acı olması gerekmiyor. Çünkü gerçekten yazacaksanız, bu kalpte olan her duyguyu yazabilmelisiniz. Buna, mutluluk da dâhil.

Benim sık kullandığım ifadedir. "Tenim Adanalı ama ruhum hep Egeli" Peki, sizin ruh dünyanız tam olarak nereye ait?

•             Dünyaya. Annem Makedon, rahmetli babam Tatar muhaciri. Egeliyiz. Ege de, dünyanın en kozmopolit ve kültürel değerleri en yüksek, yaşam standarttı en gelişmiş dünya yörelerinden biri. Ama net söylemek gerekirse, rahmetli Barış Manço’nun da dediği gibi ‘’Hemşerim, bu dünya benim memleket.’’

"Ayık Ol Sebastian" ile birlikte güzel bir okur kitlesi yakaladınız bunu yakinen takipteyim. Henüz tazecik olan "Nokta" ile ilgili dönütler nasıl?

•             Nokta, bir roman. Her ikisinin de okur kitlesi farklı esasen. Onları birleştiren ise benim kalemim. Nokta iyi gidiyor. Ve yıllar sonra da dönüp arkama baktığımda, iyi ki yazmışım, değerini buldu dediğim eserlerden biri olacak.

Okuduğunuz ve bu işte benim ruh dünyamı yansıtıyor dediğiniz, beğendiğiniz yazarlar kimlerdir?

•             Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Arkadaş Zekai Özger, Namık Kemal, Puşkin, Poe, Jack London, Hemingway başlıcaları. Uzar gider bu liste. Bitmez yani.

Ben de bu yazın meziyetin sonradan kazanıldığına inananlardan değilim.  Sizi yazmaya özendiren şeyler neydi?

•             Ben bu yazım sanatının, her sanat gibi kişinin içinde olduğunu düşünürüm. Sonradan geliştirilebilir. Nihayetinde kişinin içinde olmalı, bir tohum gibi. Sonradan olması onu yapaylaştırır. Ki bu da DNA’sı bozulmuş meyveler gibidir. Dışarıdan aynı görünse de, asla olması gerektiği gibi gerçek tadı vermez.

Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar mıydınız?

•             Bir süre sonra şunu fark ettim. Herkesin okumasından çok, anlayanın ya da hissedenin olması beni daha çok etkiliyor. Böyle olunca da, yani insanlarla da buluşunca da, yalnız olmadığımı hissediyorum. Yani okurlarım, aslında hepsi bir Babacan Pesenkurdu. Yaşadıklarımızın neredeyse hepsi bizim seçimlerimiz, tıpkı okurlarımızın bizim yazdıklarımızı okumayı seçmeleri gibi. Ben yazarım, onlar okur. Aslında, onlarla birlikte yazıp okuyoruz. Böyle olunca da, şu ya da bu etkilemiyor. Babacan Pesenkurdu gibi yazmış oluyorum. Belki de bir kişi okuyacak ama o okuyan da, saf bir şekilde beni okumuş olacak. Tıpkı, benim okuduğum yazarlar, şairler gibi.

Yaptığım birçok yazar söyleşilerinde Türkiye de ki yayın evleri ile yazara değer verilmediği hususunda ilgili çok şikâyet alıyorum. Sizin konuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

•             Neye değer veriliyor ki? Sanırım buradaki cevap şu; Gerçekleri görmek gerekiyor. Sıfatların içinin boşaltıldığı için sıkıntımız büyük oluyor. Herkesin hoşuna gideceği gibi, bana da yazar, şair denilmesi hoşuma gidiyor. Peki, bunu kim diyor? Sosyal medyalarımızda kendimiz mi diyoruz? Yoksa gerçekten işin ehli edebiyatçılar mı diyor? Bunun cevabını verirsek kendimize, o zaman neredeyse her duyguyu kullanan ve satmaya çalışan bu dünya düzeninin de neden bize böyle davrandığını buluruz diye düşünüyorum. Sonuçta yayınevleri bir ticari işletme, hepsi değil belki ama çoğu böyle. Yayınevleri de, kendilerine gelen herkesin böyle olduğunu düşünerek hareket ediyor ve gerçekten de içlerinden çıkacak olan nadide yazar veya şairi de ıskalamış oluyorlar. Ama unutmayalım ki, yayınevi çalışanları da, sabah evlerinden çıkarken, işe gidiyorum diye çıkıyorlar. Galiba biraz şans ve gerçeği görmek ile başarılı olabiliriz.

Türkiye’de kitap yayımlamak zor mudur? Bu yolculuğa adım atacak lakin hiç bilmiyorum ne yapacağımı diyen genç kalemdaşlarımız için bir kitabı yayımlatmak için hangi süreçlerden geçmek gerekir?

•             Benim bunu cevaplamam zor. Çünkü benim başladığımda dünya farklıydı, şimdi farklı.

Ben bir yayıncı değilim. Ama sosyal medyanız güçlü ise bir şekilde kitabınız da çıkar, singlenız da çıkar, diziniz de çıkar. Zaman öyle bir zaman oldu.

 Sizinle nasıl ve hangi vesile ile tanıştığımızı çok iyi hatırlıyorum. Sosyal sorumluluk ve yardımlaşmayı seven ender bulunan o güzel yüreklerdensiniz. Bu hususla ilgili ileriye dönük yapmayı hedeflediğiniz projeleriniz var mı?

•             Sosyal sorumluluk projeleri her insanın yapması gereken bir özveri. Bizler yapmalıyız ve çocuklara örnek olmalıyız ki, çocuklar da bunları yapmaları gereken bir sorumluluk değil de, hayatın bir parçası olarak görüp hareket etsinler. Bu yaptığımız özel bir şey değil yani. Olması gereken şey bu zaten. Elbette yeni projeler var, elbette devam edeceğiz. Behçet Uz Çocuk Vakfı ile yeni projelerimiz var ve duyan herkesi bu güzelliklere yardım ellerini uzatmaya davet ediyorum.

Okumayı sevmeyen bir milletiz. Günümüzde gençlerin sosyal mecralarda çok zaman geçirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

•             Sadece gençler değil ki, yediden yetmişe herkes sosyal medyada yaşıyoruz. Bir çeşit evrim bu, dijitalleşiyoruz. Ama kâğıt kokusu her daim başka, umarım bu kokuyu duymayı hiç unutmayız.

Eskiden yazarlar görünmezdi şimdi ki yazarlar şöhretli olma baskısı mı hissediyor?

•             Galiba öyle. Varlığını sürdürmek için her yerde görünmek istiyor. Bu kim zaman iyi sonuçlar doğuruyor, kimi zaman da aksine, o kişiyi bitiriyor. Kişinin seçimi bu, sanırım bir şey demek, sadece kişinin kendisine düşüyor.

"Nokta" isimli deneme kitabınız piyasada satışta. Genel tema ve içerikten biraz bahsedebilir misiniz?

•             Nokta, 1941 yılında Auschwitz’te başlayan ve günümüze uzanan bir roman. Dünya üzerindeki kapitalist sistemin, insanları bir tüketim malzemesi olarak görmesi ile alakalı. Kahramanlarımız Türk ve bu düzene çomak sokuyorlar. Gerçek ve gerçeklik ile alakalı, nelerden vazgeçebileceğimizi, neleri korumamız gerektiğini, aklım erdiğince anlatmaya çalıştım. Kitabın en önemli olayı ise okura, içindeki karakterlerin hangisini sevip sevmediğini soruyor. Bir nevi kişisel gelişim kitabı da diyebiliriz. Sonunda, o karakterlere hissettiğiniz duygu ve düşünceler, sizin karakterinizin bir parçası çıkıyor. Keyifli ve aşırı mânâ yüklü bir kitap olduğunu söyleyebilirim.

Neden şuan revaçta olan şiir ve roman değil de deneme yazarlığı?

•             Denemenin herkesin yazabildiği ve ucu açık bir yazım türü olduğu sanılıyor da ondan. Az önce de bahsettiğim gibi biraz Türkçe ve dil bilgisi bilsek, sıfatların anlamlarını bilsek,  bu kadar kolay ‘’Deneme yazdım’’ diyemeyiz sanırım.

Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz?  Ya da kendinizi "yazar" olarak tanımlıyor musunuz? Sizde Estağfurullah Aslı Hanım gönül işcisiyim diyenlerden misiniz?

•             Ne zamanki bahsettiğim hocalarım ya da izin almadan isimlerini yazamayacağım ama ikinci yeninin kurucularından olan şair büyüklerim bana ‘’Evlat sen bir ozansın’’ dediler, ben de kendimi o günden beri şair olarak görüyorum. Çünkü bu sıfatlar kişinin kendine biçebileceği sıfatlar değildir. Ve elbette evet, Ahmed Arif’in de dediği gibi ‘’Gönül işçisiyim, namus işçisi.’’

Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz?

•             Şiiri seven bir kitleye hitap ediyorum. Şiir, edebiyatın can suyudur çünkü.

Son olarak gündemde ısrarla kalmaya devam eden bir türlü bitmek bilmeyen çocuk istismarları, kadın cinayetleri ve hayvana şiddet hususunda neler söylemek istersiniz?

•             Bunları duyunca aklıma gelen tek soru ‘’Neden kıyamet hala kopmuyor?’’ oluyor.

Eğitimle, sevgiyle ama en önemlisi vicdan ile daha yaşanılabilir bir dünya olmalı diye düşünüyorum

 

Son olarak, sevgili Aslı nezdinde, kıymetli okurlarına sevgimi iletiyorum…

 

Değerli Dost Babacan yolun açık kalemin kavi olsun.

 

RÖPORTAJ: ASLI M. SARI

 

 
Toplam blog
: 94
: 280
Kayıt tarihi
: 20.11.17
 
 

Bundan yaklaşık on yıl önce kaleme, kağıda, satırlara  gürültüsüz bir şekilde haykırmaya başladım..