Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '08

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Yazar ve annesi

Yazar ve annesi
 

Ali Bayramoğlu


Yıllardır nerde yazarsa yazsın takip ettiğim yazarlardan birisidir Ali Bayramoğlu. Üzerine diğer demokratlar gibi atılmamış çamur kalmamıştır. Ama o cesur kalemiyle demokrat bir ışığı köşesinde, çalıştığı mekanlarda sürekli canlı tutar. Sabah gazetesi, Yeni Yüzyıl, Binyıl birkaç yıldır da Yeni Şafak'ta yazıyor. Ülkemizin sayılı Sosyologlarındandır. Yayınlanmış bir çok kitabı vardır.

İş yoğunluğundan birkaç gündür yazılarını okuyamamıştım. 30 Ekim 2008 Perşembe günkü yazısı "Bugün keyfim yok…" insan yanını bana bir kez daha gösterdi. Annesi ile ilgili acısını sevgisini paylaşmış bir kaç satır. Sonra ertesi gün yine yazmaya devam etmiş. Onunla ilgili yargılarınızı bilemem ancak bir kereliğine bir yana bırakıp dikkat ederek okuyun kendi hayatınıza verdiğiniz önemle ilgili olur bence bu dikkatiniz, siz bir değerle tanışırsınız eğer onu tanımıyorsanız.

Yolu açık olsun ve kolay gelsin..


"Bugün keyfim yok…

Çanakkale'deyim, gün , ışıl ışıl ve hava ılık. Deniz pencereden odama doluyor. Aşağıda, kordonda insanlar eski günlerdeki gibi salınıyor aheste, yoldan tek tük fayton geçiyor, denizde az açıkta lüferci kayıkları var, daha uzakta, boğaza doğru askeri hücümbot, mendirek oltacılarla dolu…

Gün güzel ama
Bugün benim keyfim yok…
Bugün annemin elini tuttum, yıllar sonra ilk kez beni sevip sevmediğini sordum. Gözlerime baktı, bedeninden ona kalan, hareket edebilen bir kaç parmağıyla uzun uzun elimi sıktı. O eli öptüm, başını okşadım, onu sevdiğimi söyledim.
Sonra solunumu durdu, durur gibi oldu.
Onu benden aldılar ve yoğun bakıma verdiler.
Şimdi hayatla arasında ince bir boru var…
Bugün keyfim yok…
Yazı yazmaya da mecalim yok…

31 Ekim 2008 Cuma
Askeri Cumhuriyet…

Genç bir akademisyen Fuat Dündar'ın yeni bitirdiği doktora tezi, bir süre önce "Modern Türkiye'nin Şifresi" başlığıyla İletişim Yayınları'ndan çıktı.

Bizler için karanlık olduğu oranda kurucu olan 19. yüzyıla dair değerli bir çalışma Dündar'ınki…

"Osmanlı İmparatorluğu tarihi iki karakteristik nüfus hareketi ile özetlenebilir: (…) Fethedilen toprakların kolonizasyonu için dışa dönük güç hareketi, (…) özellikle Rusya'nın rakip olarak ortaya çıkmasından yaşanan içe dönük nüfus hareketi…"

Kitabına bu sözlerle başlıyor Dündar ve 19. yüzyılın nüfus hareketleri ile devletin kurucu siyasetine, yani (Müslümanları) iskan ve (Hrıstiyanları) tehcir politikalarına eğiliyor…

Son günlerde ülke Kürt sorununu tartışıyor.

Denk geldi, hemen ardından, 29 Ekim'i, Cumhuriyeti tartışmaya başladı.

Bu tartışmalar ve bunlar çerçevesinde yaşananlar, aslında bir bütünün iç içe girmiş parçaları…

Kök biraz geride… O zaman Dündar'ın yolunu izleyip, o "karanlık ve kurucu dönem"e gidelim…

Sık söyleriz: İttihat Terakki'nin, o dönemi Cumhuriyet'e bağlayan iki "temel proje"si olmuştu.

Bunlardan bir tanesi farklı etnik kökenlerden gelen, göç yoluyla Anadolu'ya akan "Müslümanları Türkleştirme projesi"ydi. İkincisi ise Müslümanlardan bir ulus yaratırken "İslam'ı modernleştirmek, Müslümanı ehlileştirmek projesi"...

Ya da "radikal sekülerleşme" ve "etnik-dinsel standartlaşma" projeleri…

Türkiye'de Cumhuriyet'in öyküsü "bir açıdan", günahıyla sevabıyla, başarısıyla başarısızlığıyla, ortaya çıkan zihniyet takıntıları ve bozukluklarıyla bu iki projenin öyküsüdür…

Bu yetmez resmin bütününü anlatmaya…

19. yüzyılı 20. yüzyıla, İttihat Terraki'yi Cumhuriyet'e bağlayan bir "üçüncü unsur"dan ya da projeden daha söz etmek gerekir.

Bu üçüncü proje diğer iki projenin taşıyıcısı olmuştur ve temel olarak "otoriter merkeziyetçilik"ten ibarettir.

Türkiye'deki Cumhuriyet'in öyküsü "diğer açıdan" bu merkeziyetçiliğin, devletin topluma ve kişilere süratli, dayatmacı nüfuzunun öyküsüdür…

Gerek Türkleştirme politikaları açısından, gerekse Müslümanı ehlileştirme politikaları açısından Türkiye'de "temel dönüştürücü fonksiyon"un Silahlı Kuvvetler kontrolünde bir devlet tarafından yapıldığı bilinir…

Bu yüzdendir ki, nasıl bir dönem Sovyetler'e Sosyalist Cumhuriyet denmişse, İran'a İslami Cumhuriyet deniyorsa, bugün bizim cumhuriyetimizi de Askeri Cumhuriyet olarak adlandırmak pek yanlış olmaz…

"Askeri" düzen bizde hem devletin hem toplum düzenidir, çünkü.

Velhasıl sorun hem yapısaldır, hem zihniyete ilişkindir.

Dün merkez medyanın tüm gazeteleri başarılı bir cumhuriyet öyküsü anlatıyorladı.

Doğrudur…

Zira Türkiye Cumhuriyeti söz konusu projelerde, altını çizdiğimiz tanım ve sınırlar içinde gerçekten başarılı olmuştur. Kürtler dışındaki Müslümanlar Türkleşmiş, Müslümanların önemli bir kısmı da ehlileşmiştir.

Ama ağır bedellerle…

Üç ağır bedel vardır ortada:

1. Verili simgeleri, verili bir devlet ideolojisini ve bunların değişmezliğini demokrasi ilan eden, devlet hukukuyla koruma altına alan bir merkez yapısı…

2. Farklıya tahammülü olmayan, ayrıcalıklarını demokrasi sanan otoriter bir laik zihniyet…

3. Farklı talep ve kültürel varoluşlara tahammülü olmayan otoriter bir millet algısı…

Bugün Kemalizm, İslamcılık, ülkücülük, solculuk kültürel ya da ideolojik köken üzerine kurulu tepkilerle siyasallaşmaktan öteye geçemiyor, aynı cemaatçi anlayış kabından su içiyorlarsa, nedenleri biraz da burada aramak gerekmez mi?

Unutmayın: "Başarılı cumhuriyet modeli" hâlâ Kürt sorunu ile laiklik eksenli din sorununu çözemiyor.

Ve dünden tek farkı var bu cumhuriyetin: Asimilasyon ve ehlileştirme politikalarının iflas ettiğini biliyor, ama değişmeye direndiği için, bu direnci temsil ettiği için elinden bir şey gelmiyor."

 
Toplam blog
: 444
: 1284
Kayıt tarihi
: 13.09.07
 
 

MB zengin kültürel bir eksen; düşüncelerimizin buluştuğu, tartıştığımız, birbirimizi etkilediğimi..