Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '09

 
Kategori
Edebiyat
 

Yazar Yaşar Çağbayır Abdülkadir Güler'i anlatıyor

Yazar Yaşar Çağbayır Abdülkadir Güler'i anlatıyor
 

Uzun yıllar Aydın ili, Söke İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nde şube müdürü olarak ( 1985- 1993)yılları arasında birlikte çalıştığım değerli arkadaşım öğretmen yazar Sayın Yaşar Çağbayır, benim için bir yazı kaleme almışlardır. Özellikle şiirlerim üzerinde bir değerlendirme yapmışlardır. Bu yazıdan dolayı kadirşinas, vefalı dostum Sayın Yaşar Çağbayır'a burada teşekkür ediyor, 24 Kasım Öğretmenler Günü'nü ve mübarek kurban bayramlarını en en iyi dileklerimle kutluyor, sağlık ve mutluluklar diliyorum.Değerli bulduğum bu yazısını yazısını siz değerli MB, okuyucularıyla paylaşmak istiyorum. A.Güler *****

******* ***** ABDÜLKADİR GÜLER’İN ŞİİR DÜNYASI veya ZERGÂN SUYUNDAN BÜYÜK MENDERES’ E / Yazan: Yaşar ÇAĞBAYIR / ZERGÂN SUYU

“Ne akşamı / Ne sabahı var / Zergân Suyunda geceler / Ve sularında çıp çıplak Toprak evlerde niceler./ Zargân Suyu Ağustos sıcağında / Kavrum kavrum kavrulur / Dalga dalga bulanır / Her damlada kan davası / Gün geçtikçe damar damar dolanır / Gel gör ki, başlık parası, ekmek kavgası / İnsan bunları duydukça utanır / Yüz bin kere, milyon kere / Utanır da utanır / Kızıltepe’m ne sıcak / Kan kokar barut kokar, ter kokar Ki, / Zergân Suyu ordan geçer / Aman Allah can yakar Kapkara bir gece olur / Kaderinde Zergân Suyu akar da akar / Deve dikenlerinde yerlerin / Kara kara can yıkar / Nerde EFENDİ’min yolu / Hani EFENDİ’min suyu / Kimi hakir, kimi fakir Kiminin kırık kanadı, / kiminin kırık kolu / Uyu ANKARA uyu / El aldı, ele gitti, tâ Habur’a karıştı / ZERGÂN SUYU...”[1] Kültürler insanla vardır. İnsanla birlikte yaşar, insanla birlikte değişir. İnsanoğlu ne denli olgulaşırsa kültür de ona paralel olarak gelişir, olgunlaşır. Kişiyi kültürden, kültürü insandan ayırmak mümkün değil. Kişi benliğini kültüründe bulur, benliğini kültüründe yoğurur. Anadolu gibi hemen her dağının arkasında, her öte yüzünde ayrı kültürlerin oluştuğu, geliştiği büyük ve büyük olduğu kadar da zengin bir coğrafyanın birbirinden farklı imiş gibi görünen kültür coğrafyası aslında bir bütün atlasın tamamlayıcılarıdır. Farklılıklar ayrıntılardadır. Tarih sayfalarının birkaç asırlık kısmını bile şöyle gözden geçirivermekle o kültürlerin özünde aynı cevherin bulunduğu görülür. Anadolu kültürü, aynı ana özden kaynaklanan Türk kültürünün bugüne yansımasından başka bir şey değildir. Mondros’tan sonra Mardinlilere “Mardin bir Arap toprağıdır, siz de Arapsınız.” diyen Fransızlara Mardinlilerin verdiği cevap, kale ve kale eteklerine yayılmış yamaçlardaki evlerin pencerelerinden uzanan top namluları olmuştur. Eyüp Önen ve ondan daha önceleri İngilizlerin kışkırtarak yerli aşiretlerce çıkartılan, Kuvayı Milliye aleyhindeki Viranşehir isyanını bastıran Abdi Ağa ile Salih Ağa’nın kahramanlıkları Demirci Mehmet Efe’den, Giritli Cafer Efe’den, Yörük Ali Efe’den daha mı azdır? Evet, Türk’ün özünde olan “hürriyet ve istiklâl” aşkı, Batıda Efelerle, doğuda ise başka başka yiğitlerle kendini göstermiş ve bu topraklara sahip çıkılmıştır. “Bir Anadolu ki Koca bir Çınar Dal dal, yaprak yaprak Çağlar boyu başı dimdik, Burcu burcu, bayrak bayrak Anadolu Anadolu Hakkın yolu, halkın yolu.”[2] Zergân Suyu, kurak sayılabilecek bir iklime sahip Mardin eşiğinin güneye bakan yamaçlarından Suriye’ye doğru uzanan Karacadağ Volkanının III. zamana ait serpinti kül ve lavlarının oluşturduğu bir düzlüğü bölerek güneye doğru akar. Akarken de bu tüflü toprakları aşındırarak bir plâto haline getirmiştir. Bu su yaz kış akarak, Suriye topraklarına girer ve orada Süleyman Şah’ın atı ile geçerken boğulduğu Habur Irmağına karışır. Sözlerimiz işte bu Zergân Suyu ile başlıyor. Küçük ve Büyük Circip ile Zergân Suyu Mardin’in güneyinde eski adı Koçhisar olan Kızıltepe’nin insanını, hayvanını, bağını bahçesini sulayarak akar gider. Onlara, oralara hayat verir. Zergân Suyu yatağının bir yanında bulunan eski bir höyük etrafında kurulmuş bulunan Kızıltepe, Mardin’e bağlı bir ilçe. Kaderi Mardin’e bağlı olmasına rağmen, Doğuyu Batıya, Kuzeyi Suriye’ye bağlayan yollar üzerinde. Bu yüzden hareketli bir yaşayışa sahip. Geçim tarım olmasına rağmen ulaştırma ve ticaret işlerinden de kendine düşen payı almış durumda. Hiç olmazsa çoğu insan başka illere ilçelere gidip gelmiş, gördüğü yerleri gidemeyenlere anlatmış. Kısacası insanı uyanık. “Ve insanlar vardır ANADOLU’DA Düşen güzel, umutları iri, Burcu burcu, buram ouram, çağ çağ.”[3] Kan davaları ülkemiz insanının dramı olmaktan bir türlü çıkamamış. Hele bundan elli yıl öncesi binlerce ocağın sönmesine yol açmış... Cahilliğin ve kindarlığın körüklediği bu olgu göçlere yol açmış... Ama orada da varıp bulmuşlar hasımlarını... Doğu insanı Batıyı özler, Batı insanı Doğudan çekinir, korkar olmuş. Konumuz olan Şair Abdülkadir Güler’in bu göç ve kan davası ile ilgisi yok yani kim o Mardin’den Söke’ye böyle bir olay yüzünden gelmiş değildir. O görev gereği, devlet memuru olarak tayin suretiyle gelmiştir. Onu Kızıltepe’den alıp Diyarbakır Öğretmen Okulunda okutan “devlet”, iyi bir vatandaş olma duygusunu da vermiştir. O nerede bayrağım, orada varım, inancıyla gelmiş ve kendi deyimi ile Sökeli olmuştur. İşte onu büyük yapan bu duygudur. Eğer bir kimse gittiği yerde, gittiği ilde “hemşehri cemiyetleri”nden kopamıyorsa, daha kavmiyetçilik ruhunu yenememiş demektir. Kendi hemşehrisini, sılasını özlemek ve sevmek, bu söylemek istediğim duygunun dışındadır. Kişi bana göre, katıldığı ortama kendisi ayak uydurabilmeli ve o ortamda kendisine bir yer edinebilmelidir. İşte bu gayret, yukarıda sözünü ettiğim kültür gelişimi ile ilgilidir. Yani kişi kendi kültürünü de geliştirmelidir. Abdülkadir Güler, kendi coğrafyasında yakınma halindedir. Çünkü en büyük acılara tanık olmuştur. “Kan davası.” Kan davası olgusu, insanımızın kaderi olmaktan çıkmalıdır. Modern dünyanın, çağdaş yaşamın gereği budur. Atatürk, köylümüz için “efendimiz” demişti. Hani insan efendisine böyle mi sahip çıkar. İşte sayın Güler’in “Zergân Suyu” şiirinde içi burkularak haykırdığı, “Zergân Suyu” gibi kendi özünden “kıvrıla kıvrıla”, “kavrula kavrula” akıp giden bu duygulardır. Güler, Söke’ye gelir. Boş durmaz, gözlemlerine devam eder. Söke’yi ve köylerini, ovasını, dağlarını, taşlarını, kayalarını şiirinde ele alır. Duygularını, onlar yardımı ile açığa vurur. Söke Ovası, Anadolu’nun her yerinden mevsimlik tarım işçisi alır. Gelen işçilerin çoğu burada mekân tutup kalır. Çünkü ovada her zaman iş vardır, Söke’de bu çalışkan insanlara her mevsim iş vardır. Ova zengindir. Herkese her istediğini verir. “Karakaya, Köprüalan, Yuvaca, Sarıkemer, Akçakonak, Savuca, Ağaçlı’dan Arguvlı’ya, Yanıaç’a Garibe mekândır Söke Ovası.”[4] Ama Söke’nin de yoksul bölgeleri yok mudur? Var elbette. Söke Ovasına traktör girmeden önce bugün tarla olan çoğu yerler, sazlık söğütlük imiş. Buralarda hayvancılık yapılırmış. Beşparmak köylülerinin çoğu hayvancılıkla geçindiklerinden Söke Ovasının bu durumu onlar için biçilmez kaftanmış. Dağlar kurumaya, otlar tükenmeye başlayınca sürüleri indirirlermiş ovaya. Ya şimdi öyle mi? Ova baştan sona tarla olmuş. Bir karış boş yer yok. Dağlar kuruyunca gidecek yer kalmamış Beşparmak köylerinin davarları, sürüleri için. Beşer onar elden çıkarmışlar, evlatlarını da şehre göndermişler, zanaatçı olsunlar diye. Ve köyler bomboş kalmış. Nüfus azaldıkça yatırımlar da kısılmış veya devrin gereklerine uygun yatırımlar yapılmamış, eskileri ile yetinilmeye çalışılmış. Susuz köyler, asfaltsız yollar... İşte Batının zengin ilçelerinden Söke köylerinin pek çoğunun dramı. Abdülkadir Güler görevi gereği gezdiği bu köylerde halkı incelemiş, halkı gözlemiş ve dizelerine eklemiş: “Ne sıcak vatandır Söke Ovası.” Köyleri dolaşmayan, Beşparmak köylerinin susuzluktan, yolsuzluktan çektiği sıkıntıları görmeyen bir şair bunları dile getirebilir mi? O, buraları kendi vatanı, kendi insanının yaşadığı topraklar olarak gezmiş görmüş ve öyle dile getirmiştir. Kısacası o, kendi deyimi ile “Sökeli” olmuştur. Zergân kıyısında doğmuş, Dicle kıyısında yetişmiş, Harran’da pişmiş Büyük Menderes kıyısına konmuştur. Büyük Menderes kıyısında ve Söke Ovasında olgunlaşmıştır. “Harran Ovası’nda diz boyu deve dikenleri Urfa’da, Mardin’de susuz yaşayan Bir inekle, bir eşekle hâlâ sürülür tarla Gözbebeklerinde ter, ayaklarında kan”[5] Evet şairin Harran’da, Ceylanpınar’da görev yaptığı 1970’li yıllarda öyleydi. Ama şimdi, Harran Ovası göz alabildiğine pamuk tarlaları ile dolu. Su denen Tanrı’nın nimeti insanoğlunun gayreti ile oralara da hayat verdi. Ufukların ötesine kadar yeşertti. İnsanına iş ve ekmek verdi. Kısacası şairin özlediği “Harran’da Atatürk Çiçeği”[6] açtı artık. Şair Abdülkadir Güler’in şiirleri hep yakınmalardan ibaret değil, güzellikler, sevgiler, bağlılıklar onun ruh dünyası... “Tarihe yazmışlar senin adını Gün seninle güzel evin hanımı Gönlüme kazmışlar değer yapını Gün seninle güzel evin kadını.”[7] 1970’li yılların kardeş kavgaları Güler’in şiirinde şöyle yankılanır: “Yemeden Yedirdik İçmeden İçirdik Giymeden Giydirdik Ne Yazık ki Yobazca, insafsızca vurdular kollarını bağladılar, kurşunladılar dallarını kırdılar, kopardılar, yoldular Evimizi, barkımızı, yuvamızı yaktılar Hani özgürlük vardı Hani yaşamak vardı Hani eşitlik vardı Salt ortada yalan vardı Acımızı sarmaladık, ağladık Bağrımıza koca koca taş koyduk Bu acı öyküyü bir mendilin köşesine Bir anı, bir nişan, bir andaç diye yazdık Höyküre höyküre ağladık, özgürlük adına Garibanlar mezarlığına mezarını biz kazdık... Sözde özgürlük vardı Özde yaşamak vardı Hani ne kaldı...?”[8] Güler’in şiirinde “Cennet ayaklarının altında” olan “analar” epey yer tutar: “Analar Analar güzel analar Her an bizden yanalar Analar bayrak gibidir Nimeti bol toprak gibidir.”[9] Zergân Suyu’ndan doğup Büyük Menderes’e uzanan Güler’in kültür dünyasında, duygu ufkunda çok belirgin biçimde gözlenen “hedef’ eskilerin deyimi ile “abıhayat suyu” yani “bengisu”dur. Bengisu, Türk fetihlerine hedef olan “Kızılelma” gibi ileriye dönük fakat bir türlü ele geçirilemeyen ama hep uğruna mücadele edilen idealdir. Eski Türklerin, “tiriglig suvı” veya “mengü suv” dedikleri “insanı ölümsüzlüğe kavuşturan” fakat nerede olduğu bilinmeyen özel bir sudur. İlk bakışta saçma gibi görünse de insanlığın, bilim adına ortaya koyduğu bütün uğraşların temelinde bu yatmıyor mu? Teknik insanlığa rahatlık ve kolaylık sağlamaya çalışırken tıp da bunlardan yararlanarak insanın ömrünü bir parçacık uzatmayı amaçlamıyor mu? Bugün bu alanda alınan mesafeyi hep görüyor ve yaşıyoruz. Ama şair bunu çoktan bulmuş, onların “bengisu’ları şiirleri ve şiir kitapları. Onları maddeten olmasa da manen yaşatmıyor mu? İlk Türk şairi “Aprın Çor Tigin”den bu yana Yunus Emre, Karacaoğlan, Fuzuli, Nedim, Bâki, Aşık Veysel, Nazım, Mehmet Akif, Ziya Paşa, Tevfik Fikret ve diğerleri, şiir denilen “bengisu”ları ile yaşamıyorlar mı? Abdülkadir Güler’in “bengisu” arayışını “Ak Maviler” şiirinde şu mısralarla dile getirdiğini gözlemliyoruz: İçime kıyasıya ak maviler giyeyim Bir çıkayım, çıkayım hür dağların üstüne Gölgesinden içeğim, güneşinden yiyeğim Bir lâhza âlem için perilerin köşküne. Ak maviler bir bulut, ak maviler bir umut, Minyatürlü, gölgeli, desenli ak maviler Beni kollarına al, beni dizinde uyut. Yaprağında haz vardır, sıra sıra selviler, Beni içinde uyut, beni dizinde uyut, Karanlık gölgelerde beni orada unut, Minyatürlü, gölgeli, desenli ak maviler.”[10] Yunus’ça bir sevgi deryasında gezen Güler’in, yine Yunus’ça bir dörtlüğü ile sözümüzü bağlayalım: “Fakiri, zengini bir tutmak güzel Şu nefreti, kini unutmak güzel Üç günlük fâni ve yalan dünyada, Kardeşçe bayramı kutlamak güzel...”[11]


[1] Dicle Köprüsü, Çaba Y. Ankara, 1970, s. 6; Yaz Güneşi-Bengisu, Söke 2004, s. 68 [2] Anadolu Üstüne, Harran’da Atatürk Çiçeği, İzmir, 1986, s. 28 [3] İnsanlar Vardır Anadolu’da, Haranda Atatürk Çiçeği, s. 48 [4] Söke Ovası, Yaz Güneşi-Bengisu, s. 11 [5] Anadolu’ya Ağıt, Yaz Güneşi-Bengisu, s. 54 [6] Şairin ikinci şiir kitabının adı. [7] Gün Seninle Güzel, Yaz Güneşi-Bengisu, s. 58 [8] Mendil Köşesine Yazılan Öykü, Gülpınar Dergisi, Ankara, Eylül 1091 / Yaz Güneşi-Bengisu, s. 64 [9] Anaların Türküsü, Harran’da Atatürk Çiçeği, s. 65 [10] Ak Maviler, Harran’da Atatürk Çiçeği, s. 70 [11] Dünyada, Yaz Güneşi-Bengisu, s.97

 
Toplam blog
: 2227
: 832
Kayıt tarihi
: 27.06.09
 
 

1946 Mardin ili, Kızıltepe ilçesi'nin Esenli köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Kızıltepe'de bit..