Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Nisan '12

 
Kategori
Öykü
 

Yazara Mektup

Yazara Mektup
 

Yazar Bey,

Aslında size hocam diye hitap etmek istiyorum. Her ne kadar sizinle görüşememiş, derslerinize girememiş olsamda, 13 tane kitabınızda usta yazarların eserlerini yine aynı ustalıkla ve içtenlikle – burada kıskanmadan yazmak istedim fakat samimiyetimiz o kelimeyi kullanmama izin vermiyor daha- yorumlamanız benim için birer ders niteliğinde.

Okul yıllarında okumuş olduğum yazarları sizin kitaplarınızdaki pencereden okuyunca,  aslında o kitapları hakkıyla okumadığımı görerek, Jorge Luis Borges’ e, Edgar Allan Poe’ ya, Orhan Pamuk’a, Ahmet Hamdi Tanpınar’ a ve birçok yazara haksızlık yaptığımı düşünüp kütüphanemin ücra köşesinden çıkarıp, kitaplarla yüz yüze gelmeye korkarak – yazarları sanki bana sitem ediyorlarmış gibi-  raflarda tekrar okunacak kitaplar arasına koydum. Bu sayede şimdi daha rahat uyuyorum. Kitaplara gerekli özeni gösterdiğim günden beri rüyalarımda fısıldıyorlar hikâyelerini. Kütüphaneme her gidişimde, okunacak kitapların sıralarının değiştiğine hayretle şahit oluyorum. Sanırım onlarda benim eksik kaldığım yönlerimi biliyorlar ve bir an önce yazmaya başlamam için sıralanıyorlar. Hatta bu mektubu kaleme aldığım anda kütüphanemden bir kitap düştü. Dönüp bakmaya cesaret edemedim. Tahminim mektubumda adını sayamadığım yazarlardan birine ait kitaptı düşen. Haksızlığa uğradığını düşündü kendini boşluğa bırakırken, mektubum bitince hepsine aynı değeri verdiğimi göstermek için kütüphanemin raflarını söküp kitaplarımı tek sırada dizeceğim. Hiç biri diğerinin üstünde olmayacak. Hepsi yan yana okunmaya hazır beni bekleyecekler.

Hocam, desteğinizle artık sadece okur değil, ileriki derslerinizi de takip edip –biliyorum yazmaya başlamadan önce daha çok okumam gerek- yazar olmak istiyorum. Kitaplarınızı zevkle okurken geçenlerde içime bir korku düştü,  kitaplarınızın hepsini okuduktan sonra -her kitabınız benim için bir ders (bunu mektubumun başında belitmişim bugünlerde her şeyi tekrarlıyorum)- derslerimiz biterse, hocamla iletişimimi kaybedersem, korkuyorum, lütfen daha çok yazın hocam.

Yazı masamın karşısında duran Durer’ in melankolik tablosu bana “Sanat kâinatın içindedir. Sanatkâr bunu ortaya çıkarabilendir” sözünü hatırlattı mektubumun dördüncü paragrafını yazarken. Tabloya bakınca eksik olduğuna karar verdim. Bu resmi tamamlarsam sorularıma cevap bulabilirdim. Tablonun altına bu sözü yazmaya çalıştım, daha ilk kelimeyi yazarken resimdeki sayılar yer değiştirmeye başladı huzursuz oldular sanatkâr olmayan dokunuşlardan. Cevabı bulmuştum: Sanat ve sanatkâr kelimeleri içimde saklıydı ama çıkarmam için daha vakit vardı.

Benim yaptığım da aslında kitaplarıyla bana ders veren, diyeceklerini sayfalara gizleyen, hiç görmediğim hocamla yazışmak. Benim için, 5 kelimelikte olsa yazdığınız “Yazmak dışında bir hayat düşünemezdim” cümlesini keşfettiğimden beri sürekli yazıyorum. Keşfettim diyorum çünkü kitaplarınızda bana yazılmış mesajları bulmakta çok zorlandım. Aylarca düşündüm,- yine korkularım beni ele geçiriyor-  kitaplarınızı tekrar tekrar okudum. Sizin kitaplarınızın, kutsal kitaplar gibi görünen anlamı dışında anlamları da olmalıydı. Mükemmel yazılar sadece görünen anlamları ile kalmamalıydı. Mükemmel sözcüğü işte tam o sırada aklımda dönmeye başladı.

O kadar hızlı dönüyordu ki dolma kalemimden destek aldım düşmemek için. Destek aldığım kalemim, vücudumun mu yoksa düşüncemin mi ağırlığındandır bilemiyorum dayanamadı. Kırılan kalemimden yayılan mürekkep kâğıtları değil sanki beynimi kaplıyordu. Kâğıtların mürekkebi içine çekerken çıkardığı o mükemmel tını hala kulaklarımda. (hocam, benim bir parçam olarak gördüğüm mektubumun bundan sonrasını kalemimin kırılmasından dolayı daktilo ile yazıyorum özensizlik olarak addetmeyin)

Mükemmel kelimesinin bana yol göstereceğini biliyordum ve günler boyunca dilim sadece o kelimeyi söyledi, elim sadece boş sayfalara içinde 8 harf barındıran kelimeyi yazdı. İşte cevap buradaydı. Bir virgül altıyüzonsekiz mükemmel oran, altın oran. Doğada yaratılanların mükemmeliyeti. Ay çekirdeklerinin, çam kozalaklarının, dallardaki yaprakların dizilişinde, insan vücudundaki uzuvlarında, yüzümüzün güzelliğinde hep altın oran varken sizin kitaplarınızda neden olmasın. Tüm uğraşlarımız mükemmel 1 hayat için değil mi? Kitaplarınızın sayfa sayılarının toplamı binaltıyüzonsekiz yapıyor tabi ki siz bunu biliyorsunuz. Bu keşfimden sonra artık kitaplarınızdaki sayfalara gizlenmiş mesajları aramaya başladım. 

Bazen düşünüyorum, Oğuz Atay gibi bir yalnızlığın içinde miyim? Yazdığım mektupları kendime mi gönderiyorum? Kendi kitaplarımı okuyup bitmelerinden mi korkuyorum? Kafka gibi bir kısır döngüde miyim? (bu mektubumdan bir hikâye yazabilir, ya da zaten bu hikayenin kahramanıyız) Sonra bana cevabınız geliyor- bu cevapları kitaplarınızın sayfalarına gizliyorsunuz- o zaman çabalarım boşunda olmadığını anlıyorum, gerçeklere dönüyorum. 

Biliyorum benim gibi birçok kişiden zamanınızı harcayacak mektuplar alıyorsunuz. Bende aynı dertten muzdaribim. Sadece sizinle paylaşıyorum (keşke mektupta da kısık sesle yazmak olsa ve bu sırrımı sessizce paylaşsam)  ‘yazar Bey’ diye başlayan 10’larca mektup alıyorum yazar olmadığım halde. Yazar olsam bunun aksini düşünemezdim zaten ama bana neden gönderiyorlar.

Sizin oralarda bir yerlerde- bekli yanı başımda- olduğunuzu bilmek bana güç veriyor.

Öğrencinizin – umarım öğrenciniz olarak kabul görürüm, cesaretimi bağışlayın- gelişimini size göstermek ve onunla gurur duymanız için, “Yazara Mektup” isimli hikâyemi ayrıca hikayede geçen her rakamın bulunduğu yerden o rakamın sayısı kadar ileri kelime saydığınızda ulaştığınız her kelimenin birleşmesi ile tamamlanacak mesajımı gönderiyorum ama zaten siz bunu biliyorsunuz.

Yazmak dışında bir hayat düşünemeyen okurunuz

 

 
Toplam blog
: 21
: 681
Kayıt tarihi
: 01.02.12
 
 

Yazalım bakalım. Ne istersek yazalım, nasıl istersek yazalım, nerede istersek yazalım. Buralarda ..