Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '21

 
Kategori
Edebiyat
 

Yazı - Önsöz - Bölüm 1

Yazı

- Neden -

         Siz bu yazıyı okurken ben henüz doğmamış olacağım. Bu metinleri size nasıl ulaştırdığımı sorgulamayın. Ya da dilerseniz sorgulamaya başlayın, tıpkı antik bir esere bakarken yaptığınız gibi. "Nasıl taşımışlar koskoca kayaları" demeye başlayarak; belki kendinize bir çığır açarsınız. İlla ki aranızda buna takılmayıp; sözün özüne ulaşmayı hedefleyecekler çıkacaktır.

         Sanırım bizi mücadeleye yönlendiren nedenlerin biri de bilinçaltımızdaki küçük azınlıkların soruları olmuştu. İnsanoğlunun ancak sıkıştığı zamanlarında farketmediği istemsizlikleri ortaya çıkmaya başlıyor.
   
         Fikrin doğması içinde mücadeleye başlatan ve şu an kaleme aldığım bu metinlerin yazılması zorunluluktu. Biliyorum. Sizleri görmüyor olabilirim. Sizinle yaşamıyor olabilirim ama sizin yapacaklarınız bizi mecbur bırakanlar oldu.

          Şimdilik ilk cümlelerimde yalnızca bunu bilin.

          Ben size bildiğim birşeyi daha söyleyeyim. 

          Siz anlasanız da anlamasanız da, zihninizi karıştıracak olsa da özetle, aşağıdaki olaylar yalnızca geleceği anlatan tarihi metinlerdir.

          Bu metinler çok fazla süre ortalarda olmayacak. Yalnızca bilinçlerinize yerleşene kadar. Sonraki senelerde biz zaten anlattıklarımı yaşamaya mecbur olacağız.

          Yazı bu olacak.

                                                                                             Zolem - Yıl : 2427

                                                                                                    "Kargen"

 

 BÖLÜM 1

 

        Uzun zaman önce Lajen ile gizemli işlere bulaşmıştık. "Uzun zaman önce" derken; sizin zamanınıza kadar düşünmeyin. O kadar uzun değil. İnsan ömrünün yalnızca birkaç yılı sadece.


        Ben çiftlikte dünyaya gelmiştim, Lajen ise eski usül. İki insan karşılaşır yaklaşır ve bir süre sonra bağlanır ya, onun büyük eşleri vardı. Onların ürünü idi Lajen. Benim gibi çiftlikçiler ise bilmezler büyük eşlerinin kim olduklarını. Büyük eşler; bu arada anne baba manasında kullanılır bizlerde. Bazen bu şekilde sizlere açıklama yapmak durumunda kalacağım.

        Ortaya çıktıktan birkaç yıl sonra idi. Her ne şekilde mahsul olursanız olun, yeryüzündeki her canlı ve cansız gibi sistemin kontrolünden geçerdiniz. İsteyip istememiniz önemli değildir. Lajen’in büyük yeşil gözleri ve kızıl saçları değildi ilk birbirimize bağlayan veya benim uzun boyum geniş omuzlarım. Bunlar yalnızca çöpte kalanların yaklaşmaları için belki bahaneleri olabilir.  Elbette hayatta kalma hedefleri ortak değerleri içermiyorsa.

 

Ben zaten sistemin içinde doğduğumdan iliklerime kadar tüm biolojik ve karakteristik verilerim oluşumumdan itibaren ellerindeydi. Lajen’in bilgileri ise büyük eşlerinin elinden alınır alınmaz alınmıştı. Büyük eşler onu nasıl gizleyebilirlerdi ki.

 

Lajen’i farketmek için görmeye gerek yoktu ki. Tenindeki o koku girdiği her doğayı güzelleştirir ve İcnah’ı anlekinden insanüstü bir oluşumdu. Bu kelimeleri de sonra açıklayacağım, İcnah’ın şehirleri demek yeterli olur sizlerin de anlayabilmeniz için.

 

İkimizin de zihin uyumu nedeni ile aynı üretim tesisine verilmiştik. Fakat diğerlerinden farklı olarak bizim ruh uyumumuzda vardı ve ben o kızıl saç, yeşil gözlere hayrandım. Hani insan hayatı boyunca bir eksiklik olduğunu bilir ya (bu yüzyıllardır değişmedi bizim zamanımızda dahi sizlerde de farklı olmadığına eminim) Lajen beni geriye kalan %99.9 umdu.

           Şu anda o güzel yüz, göğsüm üzerinde. İçimdeki derin daralmanın tek hava alabildiği yer, onun bedeninin yanımda olması. Tenin tenime dokunması. Ölmek gibi. Son nefesi yavaşça bırakıp gözlerini kapatmak gibi.

 

                                “ Gözlerinin yeşilliğine düştüm doğa gibi

                                   Doğa bir nefes sen gibi.

                                   Sen nef’sim sanki O’ndan gibi.”

       - Biliyor musun, eskiden gündüzleri beyaz bulutlar dolaşırmış. Geceleri ise yıldızları saymak mümkünmüş, diye dudaklarından cümleleri döküldü.

       Bildiğimi gayet iyi biliyordu aslında; birlikte dinlemiştik geçmişin hikayelerini.

       Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya doğru gidiyorken bu sözleri söylemişti. Bir an için üzerimizdeki toprak açılmışta bahsettiği yıldızları göreceğimi sanmıştım aslında. Bu sırada yukarıda bir gürültü kopmaya başladı. Umursamadım başlangıçta. Bizim gibi çalışan, yönetilen kesim iseniz; toprağın altında yaşarsınız.

 

       Toprağın üstü ne zaman sessiz kaldı ki.

 

  • Hey! Aşağıdakiler! Toprağın altındakiler! Gözleriniz kapandığında duruyor mu sanıyorsunuz? Gerçeklerin sustuğunu? Gerçekler gözlerinizi kapattığınızda çarpacak yüzünüze. Heyy!! Bırakın beni… Bırakın beni…

 

Zolem her gece alışıktı hareketliliğe. Bizde alışıktık onunla. Sizin yaşadığınız İstanbul ne zaman uyudu ki, bunca yıl sonra Zolem olduğunda uyusun. Zaman geçiyor ama fıtrat değişmiyor ki.

 

Ama bu kadın bir an beni İcnah yolundan geri çekmişti. Gözlerim yarı açık olarak onu izlemeye başladım. Şimdi düşünüyorum da; ne kadar saygısız ve umursamazmışım o zaman dahi.

 

Kadın bağırmaya ve bir şeyler söylemeye devam ediyordu ama çevresindeki kalabalıktakiler ise ona vurmaya, üzerindekileri parçalamaya başlıyorlardı. Kadının sanki umurunda değildi. O hala birkaç son cümle daha söylemeye çalışıyordu. Ta ki kafasını demir bir parça parçalayana kadar.

 

Bu ne demekti şimdi. Yukarıda olan ne idi.

 

“Toprağın altındakiler! Uyanacaksınız. Hadi ayağa ka…” son duyduğum bu cümlelerdi. Ya da anlayabildiklerim. Göğsünün yarıya kadar açık halde yırtılmış elbisesi ile bizim kapsülün üzerine yığıldı.

 

Sadece gözlerimi kapadım. Korku ile değil. Telaş ile değil. Sadece kapadım.

 

Ne kadar saygısızca.

 

Gözlerimi tekrar açtığımda; artık İcnah’ta idim.

 

 

 
Toplam blog
: 13
: 318
Kayıt tarihi
: 07.12.10
 
 

İlköğretimimi İstanbul'un üç farklı semtinde tamamladım. Ardından ticaret meslek lisesi, moda- ta..