Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '10

 
Kategori
Sinema
 

Ye, Dua Et, Sev

Ye, Dua Et, Sev
 

.


Elizabeth Gilbert’ın anı kitabı “Eat Pray Love / Ye Dua Et Sev”i 2006 yılında, yayımlanır yayımlanmaz büyük ses getirdi. 40 dile çevrilen kitap, tüm dünyada yaklaşık 10 milyondan fazla sattı. İşte birçok ülkede en iyi satan kitaplar listesinde uzun süre kalan “Ye, Dua Et, Sev” kitabı şimdi film oldu. Başrolünde ise kitabın en büyük hayranlarından Julia Roberts yer alıyor.

Kitabı bu kadar çok satan ve birçok dile çevrilen bir eserin filmini izlemek bana cazip geldi. Sinemaya gitmeden önce bazı arkadaşlarım beni uyardılar. İçi boş bir film, kadın o kadar çok yemek yiyor ki seyretmekten acıkırsın, erkekler gitmesinler bu kadını anlatan bir film. Sezondan kaldırılmadan neyse ki yetiştim.

Filmin konusu kısaca söyle açıklanabilir; Julia Roberts’ın canlandırdığı Liz Gilbert, bir yandan kendi gerçek iç dünyasını yeniden keşfedip, onunla tekrar bağ kurarken, bir yandan da dünyayı meraklı gözlerle gezmeyi arzu eden modern bir kadındır. Gilbert, modern bir kadının isteyebileceği her şeye sahipti. İyi bir eş, şehre uzak büyük bir ev, başarılı bir kariyer fakat kendini tatmin olmuş ve mutlu hissetmek yerine o, panikle tükendiğini hissediyordu. Kendisinin sahip olduğu bir başarı göstergesi olan şeyleri arkasında bırakıp bunun yerine koyduklarının hikayesidir. Takip eden bir boşanma ve boşanmasının ardından bir yol ayrımına gelen Gilbert, işinden bir yıllığına izin alarak, karakterine hiç uymayan bir şekilde güvenli limanından çıkarak, hayatını değiştirmek için her şeyi riske atar. Harikulade ve egzotik seyahatleri sırasında, İtalya’da yemek yemeğinin yalın zevkini, Hindistan’da duanın gücünü ve son olarak, beklenmedik bir şekilde, Bali’de ise içsel huzur ile aşkın dengesini yaşar.

Julia Roberts gibi bir başrol oyuncusu filmi sürüklüyor. Onun gözünden yaşama bakmak kadınların zengin iç dünyalarını anlayabilmek için bir şans olduğunu düşünüyorum. Çekimler çok güzeldi. Özellikle Bali sahneleri çiçekler ve doğa ortamı harikulade güzeldi. Amerika’da iken kocası ona her türlü fiziksel ve duygusal ortamı sağladığını düşünürken Gilbert hiç de öyle düşünmüyordu. Genelde de günlük yaşamımızda birbirimizi anlayamamamız ilişkilerimizde tükenme ve iletişim sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Kadınlar çok özgür varlıklardır ama yıllarca ekonomik ve baskısal nedenlerden dolayı kendilerini bulamadıkları için içlerindeki özgürlük duygularını harekete geçiremediler. Türkiye’nin gerçeğine baktığımızda kadınların büyük çoğunluğunun ekonomik özgürlüklerini kazanarak kendi ayakları üzerinde duramadığını görmekteyiz.. Aylık beş bin doların üzerinde geliri olan kadınların çok ta fazla olmadığını düşünüyorum. Ben kendi içsel huzurumu bulmak istiyorum, içimdeki özgürlük duygusunu dışa vurmak istiyorum diyebilen kaç evli kadınımız eşlerinden ayrılmayı göze alabilir? Etrafımıza baktığınızda üç günlük İtalya seyahatine çıkan, bayram tatillerinde Prag’a veya Paris’e gidenleri görebiliriz. İş bir yıllık seyahate çıkmaya gelince Türkiye gibi ülkelerde biraz durmak gerekir. Kaç işveren çalışanına kendini bulacak diye bir yıl izin verir ki? Verdiğini düşünsek bile, içinde bulunduğumuz kriz ortamında seyahatinizden bir yıl sonra geri döndüğünüzde işinize kaldığınız yerden devam edebileceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Gilbertin yaptığı bir yıllık gezi planının maliyetinin çok ta düşük olmayacağını düşünmekteyim. Evet pizzalar çok güzel ama İtalyada yiyip içmenin bile bir maliyeti var. Ben mi çok karamsarım diye bakıyorum ama benim ülkemin kadınları benim gözümden böyle gözüküyor.

Bundan bir sene önce ulusal televizyon kanallarından birinde önce Sultan Ahmet Camii önünde emekli bir grup Amerikalı turistlerle yapılan röportaj yayınlanmıştı. Çok yaşlı olmayan turist şöyle konuşuyordu, "ben her yıl farklı bir yada birden fazla ülkeyi geziyorum ve bundan da çok keyif alıyorum." Televizyon muhabiri soruyor, “emekli maaşınız ne kadar” diye. Cevap aylık 10.000 dolar. Ben ve benim gibi birçok kişi bu rakamı duyunca televizyon karşısında ufak bir şok geçiriyor. Bizim emeklilerimizi düşündüğümüzde 500 ile 1000 dolar arasında emekli maaşı alırken, hele de bir evi yok ise bırakın ülke gezmeyi bulunduğu kentten güzel yurdumun başka kentlerine gidemiyorlar ise, bu filmlerin yapıldığı ülkelerin bizim yaşam standartlarımızın geneline hitap edemediği çok kesin. Çalışanların durumları da çok iç açıcı değil. O yüzden filmin içini boş bulan ve beğenmeyenlere katılıyorum çünkü kendilerini o kadının yerine koyamıyorlar ki. Nasıl koysunlar ki?

Kadınlarımızın içindeki özgürlük, gezmek gibi duyugularını ve tutkularını çoşturan bizim için bir hayal kahramanı olan Gilbert’e gelince filmde eşini bulmuş ve devamlılığı olan iyi bir işi var. Durum böyle olunca, sırada mutlu olamamak var. Rahatın kendisini mutsuz etmesi var. Tükendiğini hissetmek var. Çünkü Amerika bir tüketim toplumu, insanlar her şeyi çok çabuk tüketebiliyorlar. Amerika’da bulunduğu bir sırada Tanrı ile direkt sohbet edişi sahnesini çok beğendim. Arada aracı yoktu ve bunu ilk defa yapıyordu. Tanrı ile konuşuyordu, onun kendisini duyacağından emindi. İtalya’ya gelince yeme dürtüsü ön plana çıktı. Çünkü Amerika’da görünümünün bozulacağı ve eşi tarafından beğenilmeyeceği korkusu ile istediği herşeyi yiyememesi onu mutsuz ediyordu. İtalyada şişmanlama korkusunu bir yana bıraktı. Kimin için şişmanlamayacaktı? olmayan eşi için mi? Kendini yemeğe, özelliklede İtalya’nın sembolü olan makarna ve pizzalara bıraktı. Evet dört ayda beş kg almıştı ama ne gam ne keder vardı. Dert etmiyordu artık bunları. Karbonhidratlar içindeki ruhsal acılarını dindiriyordu. Şarap içmek ve pizza yemek evet çok keyifliydi ama bu da bir süre sonra kahramanımızı bunlar da sıkacaktı.

Kendini bulmak için Amerika’da resmini gördüğü ve tavsiye edilen guruyu bulmak üzere Hindistan’a yolculuğu başlar. Gurunun olduğu aşram’a gelir ama tam bir hayal kırıklığı yaşar. Guru kadın orada yoktur sadece resmi vardır ve ona tapılmaktadır. Kendisinin ise Amerikada yaşadığını öğrenince bir şaşkınlık anı yaşanır. O kadar uzaktan gel guru ortada yok. Biraz zengin olunca git Amerika’ya. Neyse ki adamları ve resmi orada bulunuyor. Aşramda yüksek sesle öğreti kitabı okunuyor. Tahminimce okudukları Hinduların ünlü Mahabharatta destanının bir bölümünü oluşturan kutsal metin Bhagavad Gita’dan satırlardı. Tabi meditasyonu geçemeyiz. Oturuyor ve ellerinin baş parmağı ile işaret parmağını birleştirip zihnini boşaltıyor. Tabi etraftaki sinekleri ve ortamın rahatsizlığını hiç dikkate almayacaksınız. Birde tapınağın yer tahtalarının temizlenmesi işi var. Bunu da tabi ki buraya gelen öğrenciler yapacaktır. İşleri ne ki, biraz da temizlikçi olmayı öğrensinler. Ben filmin bu kısmında dua ile ilgili pek bir şey bulamadım. Neden dua denmiş Hindistan’a onu da anlayamadım. Yapılan bir destandan bölümler okumak ve zihnini boşaltmaya çalışmak. Bu zihin de boşalt deyince boşaltılacak olsa oh ne güzel olacak ama bir türlü boşalamıyor. Filmin bu sahnelerinden pek keyif alamadım. Dua ediliyor diyorsanız, nereye dua ediliyor? Hangi Tanrıya dua? Bildiğiniz gibi Hindistan’da yaklaşık bir milyon tane Tanrı vardır. Hemen hemen her şeyin bir Tanrısı vardır. Böyle olunca da Hinduların ve bu öğretiye gelenlerin kafaları biraz karışıyor.

Aşram derken bilmeyenlere biraz vikipedi ansiklopedisinde geçtiği şekliyle bahsetmek istiyorum; Antik Hindistan’da orman içinde ya da dağda, bilgelerin dünyanın telaşından uzak, huzur içinde yaşadıkları yerlere verilen Sanskritçe bir addır. Bu yerler inzivaya çekilmek için kullanıldığı kadar eğitim için de kullanılır. Dolayısıyla aynı sözcük guru ve öğrencilerinin yaşadığı ve ustalarının öğretilerini izledikleri yerler için de kullanılır. Aşramlar Hindistan’da en azından MÖ 4000 yılından beri var olmuşlardır.

Baliye gelecek olursak, sadece meditasyon değil dünyevi hazların da önemli olduğu fikri ön plana çıkıyor. İçsel huzur ile aşkın dengesini bulması gerekmektedir. Balide şifa dağıtıcı Ketut’un kehanetleri çıkmıştır ve Gilbert onu tekrar ziyarete gelmiştir. Aşık olmanın, bir adamı sevmenin her türlü olumsuzluğa iyi geleceğini tavsiye eder. Adada bir adam bulmuştur ama sevmekten korkuyordur kahramanımız, tekrar Ketut’a geldiğinde “aşkı bulmak için bazen dengelerin bozulması sonra tekrar dengeye gelmesi gerektiğini” söyler. Böylece mutlu bir son ile filmimiz biter.

Tabi gönlüm isterdi ki Gilbert film de olsa bile Türkiye’ye uğrasın. Türkiye’nin kültürel tanıtımı açısından ne güzel bir atılım olurdu. İnanç turizmi kapsamında, kütür bakanlığımızın da desteklediği projeler olabilseydi, gelen turistlere tasavvuf gibi elimizde bulunan güçlü bir düşünce ve arınma sistemini incelikleriyle öğretebilseydik. Tasavvuf’un tanıtımında, tasavvuf müziği ve sema gösterilerinin de ötesine geçmeyi başarabilseydik. İyi İngilizce sunumlar ile zaten yurtdışında okudukları Mevlana’yı ve Yunus Emre’yi yerinde de tanıtabilseydik, filmde bu konular da işlenebilseydi tüm dünyaya güzel bir mesaj vermiş olurduk diye düşünüyorum.

Alahattin Öztekin

 
Toplam blog
: 101
: 5279
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Ege Üniv. İşletme Fakultesi'ni, daha sonra da Harward Üniversitesi'nin Master programını Türkiye'de ..