- Kategori
- Eğitim
Ye kürküm ye!
Önlükler neden kalkıyor
Çağının bilge insanı Nasrettin hoca davetli olduğu yemekli bir toplantıya günlük elbisesi ile katılır ancak halkın arasında hocayı kimse fark etmez, yemek sofrasına da davet edilmez. Durumu fark eden hoca hemen evine döner en güzel elbiselerinin üzerine kürkünü de giyinerek davet ortamına gelir. Hocayı bu haliyle fark eden hane sahipleri buyur edip baş köşeyi göstererek Hocayı itibarlı davetlilerin bulunduğu sofraya oturturlar.
Sofraya yanaşan hoca yemeğe başlamadan kürkünün eteğini yemek tabağına uzatınca sofradakiler şaşırıp “Hocam ne yapıyorsun” derler. Hoca hane sahibine dönerek “bu ikram, itibar bana değil kürkümedir, bu yemek te kürkün hakkıdır, çünkü kürk olmadan geldiğimde beni kimse sofraya çağırmamıştı” der ve bu ağır dersin acı gülümsemeleriyle yemeğe devam ederler.
İnsan davranışının ve toplum yaşantımızın çarpıcı özelliklerinden birini anlatan bu hikayenin benzeri davranışlar günümüzde de devam etmekte olup hepiniz farklı örneklerini yaşamışınızdır. Yaşantılarım, mesleğim ve konumum gereği bu örneği sıkça yaşayanlardanım. Sıradan günlük kıyafetinizle gittiğinizde “ dayı, amca, abi vb.” hitaplarla karşılandığınız, bazen de horlandığınız aynı ortamlara takım elbise, kravat vb. kıyafetle gittiğinizde “buyurun beyefendi” diye karşılanır ilgi ve itibar görürsünüz. Ülkemizde günümüz iktidarı tarafından planlanan ve siyasal muhalefet tarafından sadece izlenip eleştirilen gündemi izleyen okurlarımız nereye gitmek istediğimizi anlamışlardır.
Her konuda hedefe doğru emin adımlarla ilerlemek isteyen iktidar, bir çok konuda olduğu gibi ilk ve orta öğretim kurumlarında düzen değiştirip felsefesine göre dizayn etmeye devam ediyor. Son olarak ilk ve orta öğretimde kılık kıyafet yönetmeliğini değiştirip okul formalarını da kaldırıyor. Sözde eğitim ortamlarına serbestlik özgürlük getiriyor.
Öncelikle bazı bilinen gerçekleri paylaşarak devam edelim. Ekonomik özgürlüğü olmayan ülkenin siyasal, toplumsal, bireysel vb. özgürlüğü olamaz, ancak bazı azınlık ve varsıl aile guruplarına bakınca serap misali ekonomik özgürlükler varmış gibi görünür. Bu durumu yansız ve riyasız bakabilen herkes çok net görebilir.
Kişi başına milli gelir rakamlarının yüksek olması ülke insanlarının refahını ve ekonomik özgürlüğünü belgelemez, çünkü genelde milli gelirin % 80’ ini ülkedeki % 20’ lik varsıl nüfus paylaşır, kalan % 20’ lik dilimi de nüfusun % 85’ini teşkil eden yoksul kesim paylaşır. Bu yıllardır böyle devam etmekte olup yaklaşık bu gün de böyledir.
Çağın olmazsa olmazı enerji konusun da tamamen dışa bağımlı hale gelen, yerli doğal kaynaklarını henüz harekete geçiremeyen ülkemizdeki, üretime dayanmayan farklı metotlarla, vur- kaç taktikli rant amacıyla ülkeye giren her renkteki sıcak yabancı para ve onun göstergeleri de kalkınmışlığın göstergesi olamaz çünkü her an kaçabilir.
Önemli olan gösterge çiftçinin, küçük sanayici ve çarşı esnafının bulunduğu ortamlardaki insanların ekonomik güçleri, ekonomik bağımsızlıkları ve mutluluklarıdır. Hiçbir zaman ekonomik bağımsızlığa kavuşamamış çiftçimiz, küçük sanayici ve esnafımız ile asgari ücretli işçimiz bu gün de çeşitli krediler, borçlar ve işsizlik kıskacında eli kolu bağlı ve ekonomik olarak bağımlı durumundadır. Güvenlik koridorları ve menfaat gurubu alkışçıların ortasından bunu görüp fark edebilmek imkansız olduğu için yönetenlerin yanılma payı da her zaman fazladır.
Bu durumdaki esnafın, asgari ücretli işçinin, çaresizlik içindeki köylünün, işsiz ve çaresiz velilerin çocuklarına yaşam felsefenizin uzantısı düşüncelerinizi sözde kıyafet serbestliği olarak sunar da; yılda bir kez okul önlüğünü bile almakta zorlanan anneleri her sabah okula gönderecekleri çocuklarına ne giyindireceklerinin derdine düşürürseniz bu kıyafet özgürlüğü olmaz.
Yoksul çocuklar her gün eve döndüklerinde; okulundaki olası birkaç varsılın çocuklarında gördüğü, her gün farklı renk ve desendeki kıyafetten, reklam gücü yüksek markalardan istediklerinde, neden kendilerinin de aynı elbiseden olmadığı düşüncesinin ezikliğini yaşadıklarında bu özgürlük olmaz, ancak eziklik olur. Durumun devamı halinde yönetsel ve çevresel baskı ve çaresizlik duygusuyla öğrencinin ve ailenin ruh sağlığı bozulmaya başlar, bireysel ailesel ve toplumsal yeni olumsuzluklar, yeni sorunlar sıraya girer.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da Türkiye’nin, birkaç metropol kentindeki varsıl ailelerinin toplandığı elit bölgelerden ibaret olmadığını ve her haneye aylık bir milletvekili maaşı, harcırahı girmediğini. Bazı kuruluşların araştırmalarına ve tahminlerimize göre ülke nüfusunun % 80 den fazlasının yoksulluk sınırında, büyük bir kısmının da açlık sınırında yaşadığını unutarak alınacak her karar, atılacak her adım olumsuz sonuçlar doğuracaktır.
Kırsaldaki yoksul ailede doğup büyümüş, kamuda 27 yıl eğitim kurumlarının yapım ve bakımında çalışmış, eğitim bilimleri eğitimi de almış, bir mühendis olarak yarınlardaki sıkıntıyı bu günden görebiliyorum. Benimle aynı ortamlarda, aynı cadde ve sokaklarda benzerim koşullarda doğup büyümüş olan, sayın Milli Eğitim Bakanımız da bu durumu en az benim kadar bilir ve görür de; acaba günümüzün koşullarında ülkenin gerçeği olan bu olumsuz durumu neden özgürlük ve serbestlik olarak anlatır bilemiyorum. Aynı mahallede yaşayan çocukların sokak kıyafetlerinden örnekleme yaparken mutlaka bir bildiği, beklediği ve düşündüğü olmalı. Bunu net olarak bilemediğimiz için kendimizce yarınlar için endişelere kapılırız.
Temel endişemiz; özellikle 1980’ li yıllardan itibaren siyasetin masum oy aracı olarak kullanılan, benzemese de türban diye adlandırılan ve farklı görünümlerle sergilenen başörtüsü kozunun, toplumun ve eğitimin her kesiminde yaygınlaştırılarak kalıcı kılınması ile, ilk ve orta okullarda da yönetsel ve çevresel baskılarla kız çocuklarının okul ortamında başlarını bağlamaları, anamın ve bacımın başörtüsünden farklı olarak, siyasal simge durumuna getirilen türbanın ardından İslam’a atfedilen çarşaf vb. tüm kıyafetlerin serbestleştirilmesi ile sözde muhafazakarlık adına medeni dünyadan kopuşumuzun hızlandırılarak, günümüz arap dünyasına ve onların yaşam anlayışına doğru itilmemizdir.
Bu olasılığın devamı ve dindar gençlik yetiştirme tezinin uzantısı olarak; Yüce dinimizin anahtarı Kuran’ın içeriğinin anlaşılıp algılanması göz ardı edilircesine; sadece arapça kuran okumayı öğretmenin planlanması ve bunun devamında da özellikle yoksul kesim çocuklarının siyasallaşmış tarikat organizasyonlarının, cemaat okullarının eline ve güdümüne yönlendirilmesidir.
Olası kitlesel yönlendirmenin devamında Ulu önder Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyeti temsil ettiği düşünülen ve birliğine girmek için çaba harcanan Avrupa dan uzaklaştırarak milletimizin, yurttaş bilincinin oluşmadığı ABD güdümündeki İslami yapılara itilmesi ile cumhuriyetin laik değerlerinin yok edilmesi olasılığı bir başka endişemizdir.
Ülkesini seven, iktidarların olumlu girişimlerini destekleyen, ülkemiz ve insanımız yararına olumlu çalışmalar yapmayı ibadet sayan bir yurttaş olarak endişelerimiz de yanılmış olmayı istesem de paylaşmayı görev sayarım.
Özellikle enerji bağlantılı yer altı kaynaklarının paylaşılabilmesi adına, Arap baharı aldatmacaları ile şişirilip birbirleriyle savaştırılarak parçalanan İslam ülkelerinin coğrafyası durumuna düşürülen bölgemizde, terör ve türlü oyunlarla paramparça edilmeye çalışılan cennet ülkemizin; tarımıyla, sanayisiyle, çağdaş eğitimli insan potansiyeli ile insanlığa katkı veren konuma ve güce erişmesi arzularımı paylaşıyor; masum görünümlü siyasal kararların tekrar gözden geçirilmesinin yararlı olacağı inancımla esenlikler diliyorum.