Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Aralık '07

 
Kategori
Anılar
 

Yediğim dayaklar geliyor aklıma

Yediğim dayaklar geliyor aklıma
 

Çok erken yaşta tanıştım polis karakollarıyla ve copla. İzmir Emniyet Müdürlüğü Tepecik’teydi o zamanlar. Tren yolunun hemen yanında. Karşıda da bir pazaryeri vardı, “ayıp” şeyler satılan. İşte ilk olarak oraya düştü yolum.

Eski binanın yüksek kemerli kapısından girince dar bir avlu vardı ve bu avlunun sonunda da polis atlarının bulunduğu o mok kokulu ahırlar. Babam beni polis motorlarının sepetine oturtturur ve uslu durmamı söylerdi ama karşıdaki ahırda bulunan dev yapılı polis atları daha çok ilgimi çekerdi benim.

Bir gün… Kapısı açıkken ahırın… Daldım içeriye tabii, atları sevmek ve hatta mümkünse üzerlerine binmek için. Yooo, çiftelemediler beni ama bir kuyruk darbesiyle mokların içinde buldum kendimi. Kapıdaki bekçi dışarıya çıkardı beni ve babamı çağırdı. Babam da her iki kulağımdan yakalayarak sepetime oturttu tabii. Hem de moklu moklu! Daha beş yaşında bile değildim ama ilk karakol dayağımı yemiş oldum böylelikle.

Asansör karakolunda yediğim dayak da hayvanlarla ilgiliydi sanırım. Üç katlıydı Asansör karakolu ve önünde güzel bir bahçesi, bahçenin içinde de küçük bir havuzu vardı. İşte o havuzun kenarında oynarken ben. havuzdaki kırmızı balıklar ilgimi çekti. Belki inanmayacaksınız ama elimi daldırır daldırmaz kuyruğundan yakalayıverdim o aptal balığı ve sevinç içinde karakola girdim. Hayatımda yakaladığım ilk balıktı o benim ve en azından bir aferin bekliyordum babamdan. Kulaklarımız yine çekildi ve üstüne üstlük iki üç tane de cop yedik popomuza.

Aziziye karakolunda nezarethanenin kapısını açtığım için dayak yemiştim ama Konak’taki Vilayet binasında neden dayak yedim hatırlamıyorum. İzmirlilerin deyimiyle “fırlama” bir çocuk da değildim üstelik. Yani sizin anlayacağınız gezmediğim, görmediğim ve bir vesileyle dayak yemediğim karakol kalmamıştı İzmir’de ve ben daha okula bile başlamamıştım.

Beni Göztepe’deki Hâkimiyetimilliye ilkokuluna yazdırdıklarında altı yaşındaydım ve karakol maceralarına ara vermiştik. Artık beni yanında götürmüyordu babam. Ama ben alışmıştım karakollara ve dayağa. Bana verilen yol parasını harcıyor ve Göztepe’den Balçova’ya kadar yayan yürüyordum. Ne var ki yolum Güzelyalı karakolunun önünden geçtiği için her seferinde babama yakalanıyordum ve aslanlar gibi yiyordum dayağımı.

Bir gün… Yine yakalanmışken Güzelyalı karakolunda ve dayağımı yemişken… Bir kenarda burnumu çeke çeke otururken telefon çalmaz mı? Babam dâhil tüm polisler arka bahçede oturdukları için telefona bakan yok. Kendimi affettirmek için hemen sarıldım telefona ve babam gibi verdim tekmilimi:”Güzelyalı polis karakolu, polis memuru Avni Culduz, buyurun efendim” dedim.

Ne bileyim ben Emniyet amirinin aradığını… Babam son anda yetişip telefonu kaptı elimden ama biraz geç kalmıştı işte. Durumu nasıl düzeltiler bilmiyorum ama ben yine dayağımı yedim tabii. “Ülen sen beni Şarka mı sürdüreceksin bu yaşımda” diye diye bir güzel dövmüştü beni yine ve son oldu artık. Beni bir daha karakola götürmedi.

Yıllar sonra… İstanbul karakollarına da düştü yolumuz tabii. “Bildiri dağıtmaktan”…”İzinsiz yürüyüşlerde slogan” atmaktan… Tabii en çok da ahmaklığımızdan. Herkes yerken frukolardan copunu, “uy anam” diye inlerken, bana sinek ısırığı gibi gelirdi o cop darbeleri.

“Babam beni bu günler için yetiştirmiş.” diye düşünür, gülerdim.

Güldüğüm için iki cop da fazladan yerdim.

“Ağaç yaşken eğilir” derler ya hani, inanmayın siz o söze. Eğilmeyen ağaç yaşken de eğilmez bence…

Eğilmez işte!

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..