Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Haziran '12

 
Kategori
Doğal Hayat
 

Yedum yayla yoğurdi

Yedum yayla yoğurdi
 

Yayla Evleri


Gecenin karanlığında, sabahleyin ilk ışıklarının doğmasına çok daha zaman varken, evde Annemin telaşla bir ahıra, bir alt kata, bir üst kata koşuşturmasını, babamın talimatları izliyordu. Ablamlar ve tüm kardeşlerimi anlaşılmaz bir heyecan sarmış, bize yöneltilen talimatları harfiyen yerine getirme çabası içindeydik.

 
Yakınımızdaki büyük camiden sabah ezanını okuyan hocanın sesi, bu koşuşturma ve heyecanlı hazırlığımızı, ulvi bir hale getiriyordu. Sabahın karanlığındaki bu ses doğanın sessizliğinin sesi gibi idi. 
 
Evimizde bu dinamizmi yaratan ise vadimizde yıllardır yaşanan bir geleneğin tekrarlanmasıydı. Bizim ifademizle “çikim” diye adlandırılan yayla göçü her yıl mayıs ayının ikinci yarısında başlayıp tekrarlanan bir döngü idi. Yeni doğan buzağalarımız, danalarımız, öküzlerimiz, ineklerimizden oluşan canlı yaya yolcularının boyunlarına annem önceden büyüklüklerine göre hazırladığı çanları takardı. Hayvanları da bir heyecan kaplar bu hazırlıkta bizde varız dercesine, orkestranın, kervanın ve yayla yolculuk kafilesinin birer üyesi olduklarını sesleriyle bildirirlerdi. Hayvanlarla birlikte yapılacak 8-10 saatlik süreli, 40 kmlik, zaman zaman eğimi %60 lara varan yolun çoğu kısmını araba yolundan ve diğer kalan kısmını ise patika yoldan  gerçekleştirecektik. 
 
  Annem tüm yaya yolculuk detaylarını düşünür, kuzine sobasında yapılan ekmek, koleti pidesi, koleti peyniri, minci, soğan, haşlanmış yumurtadan oluşan azık torbasını sırtımıza verirdi.  
 
Amaç zor bir yaya yolculuğunu tan ağarmadan, güneş ışınlarından olumsuz etkilenmeden belli bir mesafeyi kat ederek, enerjimizi diğer yolculuk kısmına uniform, optimum olarak dağılmasını sağlamaktı. Annem, benim ve kardeşlerimin eline verdiği fındık çubuğu ile hayvanları yol doğrultusunda sürmemizi tembihlerdi. 
 
Genellikle babam bu yaya yolculuğun kafile üyesi olmazdı. Hayvanlar, panfideki bağları çözüldükten sonra, çipos ederek ahırdan çıkar, onları sakinleştirerek evimizden ayrılmamız ile yolculuğumuz başlardı. İlk yokuş olan kuniden çıkılınca, su deposunun yanından yatay olarak istihanere gelirdik. Karanlık halen daha yerini aydınlığa terk etmemişti. İstihanere ulaşmadan beddualı diye tabir edilen çeşmeler mevkiindeki sık çam ağaçlığındaki ağaçların gölgesi ürkütücü bir manzara oluştururdu. Ama dikkat ederdim, o küçüçük fiziksel bedeni ile Annem belinde orağı, peştamal etekliği ve dorayluk örtüsü ile asla irkilmez, gözlerinde korkunun hesamesi okunmazdı. Cesur kahraman bir komutan edası ile hem çocuklarını hem de hayvanlarını güvenle yolculuk etmesini sağlardı.  Şimdi düşünüyorum da sadece Annem değil, o vadide yaşayan anneler ve tüm insanlar kahramandı. 
 
İstihanerden sonraki hafif tatlı bir eğimle kürdüğün suyuna ulaşmamız pek yorucu olmazdı. İşte burada artık güneşin ilk ışıkları bedenimize doğru yansımalarını verirdi. Kürdüğün suyu benim için çocukluğumda babam ile kalemendereden sevgili saadettin amcanın bize ait kurun  ari peteklerine bakım için gidilen yolculuğu hatırlatırdı. Ayrıca Fazlı dedemlerin burayı çok önceden mezra olarak kullandıkları bilgini de o zaman öğrenmiştim.
Sonraki yolculuğumuz çan sesi ile hayvanların seslerinin, doğanın seslerinin oluşturduğu koro eşliğinde bir miktar daha yorgun olarak, yolun eğimi artmış bir şekilde farisin düzü, okşen, fuçanun suyu, aşağıkı yayla derken çağrantaş yaylamıza ulaşırdık.  
Bu yolculuk 3-4 aylık sürecek bir sezonun başlangıcını ifade eder. Yayladaki besin değeri yüksek kırçıl otundan, yüzlerce çiçek ve onlarca ot çeşidinden oluşan serbest büfe yiyecek menüsüne hayvanlarımızı taşımıştık artık. 
 
Fiziksel olarak; çise, sis boran, yağmur, yüksek kottaki hava basıncı, güneşin yakıcı ve kavurucu etkilerine maruz kalmıştık artık. Sıcak ve soğuk ısı farklılığından burun ve kulalarımızın üstü soyulur, yüzümüz bronz ten edası ile kararırdı. Yayla çocuğu özelliğine bürünürdük. 
 
Yayladaki hayvanların otlaklara taşınması ise görünmeye değer, kuralları olmayan ancak kendi içerisinde yarattığı doğal sentezleme ile harikulade bir disiplini içeren şölensi bir yürüyüş. Yayla sakinlerinin ortaklaşa tuttukları çobanlardan birinin yayla cami hoparlöründen sesini duyuyorum.
 
--Maaaaaaliiiiiiiiii süüüüüüüüüüüürrrrrrrrrrrrrrüüüün Persopayaaaa !
 
Bu nida belki bir çoğu için anlam ifade etmiyor olabilir. Ama bu ses sadece hayvanların otklak alanlarına çağrılması daveti değildir. Bu çağrı süt çağrısıdır, bu çağrı koleti peyniri, ayran, minci, tere yağı, yoğurt yapılacağını ve bunlardan besleneceğimizi aç kalmayacağımızı, doyacağımızı ifade eden, doğanın ve hayvanların çağrısıdır aslında.
 
Ama en önemlisi, bu çağrı gençlerin içini kıpırdatan ve hayvanları istenilen yere sürerken, genç kız ve erkeklerin birbirleri ile bakışmanın, gülümsemenin ve sevdanın, aşkın ilk tomurcuklarının atıldığı çağrıdır. Birbirlerine çocuklarla mektup gönderme çağrısıdır belki de. Dönüşteki yaklaşık yarım saatlik çoşkulu kısa yolculukta genç kızların ve erkeklerin toplu olarak yürümesi ve bu yürüme esnasında ise türkü söylenmesi dünyadaki en güzel koro konserlerinden daha çok etkilemiştir beni.  Sanal dünyanın esiri olan yeni kuşak asla bu tür doğal duyguları tadamayacak. Sorarım? Doğal yaşamın insana verdiği o inanılmaz gücü hangi metropol kenti verebilir bize?
 
Topluca otlağa götürülen hayvanlar gün bitiminde çobanların en son yönlendirmesi ile akıllı canlılar gibi kendi evlerinin yollarını tutarlar. Annemin bozo, yaşmaka, nazara adlı ineklerimizle, cesur adlı kedimizle, ringo adlı köpemiğizle ne kadar doğal bir iletişim kurduğunu hatırlıyorum. Bu hissetiklerim yaşadıklarımın tezahürü ama şunu kesinlikle biliyorum ki artık yayla çıkımı, hayvanların otlağa götürülme eylemleri asla eski doğal ve şölensi havasında olmayacak. En vahşi canlı olan biz insanlar, doğayı kendi ellerimizle tahrip ettik, ayrıca doğaya göz koymuş tahrip etmek isteyenleri çok daha destekleyerek iktidar eyledik. Doğayı sevmedik, sevgi vadisindeki sevgiyi doğaya vermedik. Doğal iletişim becerisine sahip insanlar ise yaşlandı mecalleri yok, sadece olanları izliyorlar hüzünle.
 
Tüm vadi insanını sevindiren Trabzon Kültür ve Tabiat Kurulu tarafından İkizderenin SİT olarak ilan edilmesi kararı, kimilerini çok kızdırmışa benziyor. Yeni ataklar, yeni salvolar, yeni perandeler atma peşindeler. Dağlar koptu geldi Heyhat! Artık insan yapımı hiçbir bent türü, bu gücün önünde duramaz İkizdere istediğini aldı ve oldu olacağı kadar.
 
  Vadide yaşayan insanlar  ve o vadiden ayrılmak zorunda kalanlar, beynini, dimağını, yüreğini, umudunu orada bulanlar, artık aydınlık bir yüzle gülümsüyor alınan bu kararla. Bu kararın alınmasında çaba gösterenleri kutluyorum. Onların her biri cesur yürektir. Zaten bu vadi cesur kahraman, namuslu, çalışkan insanlar ile ünlüdür. Rusların ilçemizi işgal ettiğinde, onların işgaline son verilmesini sağlayan Biberoğlu Kasım Ağa Dedemi övünçle anıyorum. Aynı övüncü işgale ve doğanın tahribine karşı çıkan tüm ilçe insanları için duyuyorum.
 
Yoğurt Türkçe bir kelime olup, Türklerin bulduğu çok sağlıklı bir yiyecektir. Bize ait bu yiyeceği vadimiz insanı oldukça sever ve tüketir. Yoğurtla mısır ekmeğinin karışım tadı tüm ünlü gurmelerin damaklarını şaşırtacak düzeyde lezzetlidir. Muhlama ve hoşmeri ile de takım oluşturur. Yalnız başına da enfesliğinden hiçbir şey kaybetmez. Fasulye turşusu, pazı turşusu, tavada hamsi, mısır ekmeği, hamsili mısır ekmeği, koleti, kara lahana çorbası, kara lahana dolması, tatlı olarak ta çalkama çekti canım. İkizdereyide çok özledim. 
 
Dikkat ettiyseniz duyduysanız İkizdere dillendi, şu çatma türküyü söylüyor.
 
Yedum yeyla yoğurdi
Yüreğim bolanıyı
Habu Rizeli bi uşak
Peşumde dolanıyı
 
Tüm ikizdereye sevgiler diliyorum.  
 
 
Nizamettin BİBER
Uzman İnşaat Mühendisi  
 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..