Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Neslihan Şadan BAĞDİKEN

http://blog.milliyet.com.tr/neslihansb

27 Haziran '12

 
Kategori
Deneme
 

Yeni bir akım yaratıyorum - yoğun bakım turları

Yeni bir akım yaratıyorum - yoğun bakım turları
 

Bir an durup düşünmek...


Yoğun Bakım

 

Son iki haftadır yaşadıklarımdan sonra şöyle bir eylem planlıyorum kendimce, başarıya ulaşması veya ne kadar yayılabileceği konusunda emin değilim ama en azından yakın çevremde etkili olabilirim kanısındayım.

Ne mi amaçlıyorum? Anlatayım. Şu günlük sıradan, alışılmış koşuşturmaların içine yakınan, işinden, kazancından, maddiyattan, iki üç okka kilosundan, yüzündeki ince bir çizgiden ya da sivilceden, iş yerinde anlamsızca girdiği kavgalardan ve daha buna benzer bir yığın olgudan dertlenen, strese kapılan, hayatını karartanları alıp bir hastanenin yoğun bakım servisinin önünde bulunan bekleme salonuna götürmek ve orada yarım ya da bir saat geçirmelerini sağlamak niyetindeyim.

Sadece orada durup geleni geçeni, içeride hastası olan insanların hallerini, arada bir yoğun bakıma giren ya da oradan çıkartılan sedyeler üzerindeki baygın hastaları, danışmadaki görevliden içeride yatan çocuğunu beş dakika görebilmek için ricada bulunan bir anneyi, ya da annesini bekleyen bir çocuğu gözlemlemelerini. Onların göz pınarlarında düşmeye her an hazır bekleyen damlaları görmelerini. Boğazlara düğümlenen sözcükleri, titreyen sesleri, kapının önünde ellerini beyaz önlüğünün cebine sokmuş karşısındakilere yakınlarının durumunu anlatan doktoru umut, endişe ve meraklı gözlerle dinleyenlerin nefes alışlarını duymalarını isterdim.

Orada o yoğun bakım servisinin önünde, o küçük bekleme salonunda bulunanlar için dünya sadece oradan ibarettir. Kar, yağmur, fırtına bilmezler, duymazlar. Dışarıda, sokakta bir adam milyarlar dağıtıyor koşun deseler umurlarında değildir. Tek bir durum ve gerçeklik vardır odaklandıkları; içeride yatan hastalarının hali, akıbeti. Ne anlatsanız anlamazlar, dinlerler ama duymazlar. Kelimeler tanıdıktır ama ne ifade ettiğini ayrımsayamazlar. En önemli iş telefonlarını bile kendilerinin de şaşırdıkları bir umarsızlıkla geri çevirirler. Tarih, takvim, gün nedir bilmezler. Beklentileri tek ve birdir; içeriden gelecek hayırlı bir haber.

Mekanları, adresleri orasıdır artık. Aradabir hastanenin kantinine geçerler. Kendileri gibi hastalarını bekleyen tanıdık yüzler karşılar onları. Artık yeni ve küçük bir mahalleleri, komşulukları vardır. Birbirlerini en iyi onlar anlar. Sessiz, dillendirilmemiş ama hepsinin bildiği bir anlaşma vardır aralarında. Dışarıda yaşanan günlük kavgalar, kabalıklar yer almaz o ortamda. Olsa da sayısı azdır. Çünkü yaşadıkları durum o çekişmeleri, kalp kırmaları anlamsız kılar. O güne kadar yaptıklarına da pişmandırlar artık. Çoğu oradan çıktıklarında eski hatalarını yapmayacaklarına dair sözler verirler kendilerine. Ve biliyorum ki bir çoğu da bu sözlerine sadık kalacaklar. Tıpkı benim gibi.

Şimdi diyeceksiniz ki: “Ya biri ölünce de, bir cenazeye katılınca da benzer duygu hallerine giriyoruz ama ertesi gün hayat aynı şiddeti ile devam ediyor” Evet, doğrudur. Ben de yaşadım bunları. Ama inanın bir ameliyat sonrası veya beklenmedik komplikasyonlar sonrası yoğun bakıma kaldırılmış bir yakınınızı o kapıda beklemek, izin verildiği kadarı ile yanına girip onun yaşadıklarını gözlemlemek, acılarını ta yüreğinizin içinde, iliklerinize kadar hissetmek,en dayanılmazı da eliniz kolunuz bağlı onu orada bırakmak zorunda olmak, ölümü bile daha kanıksanır, daha yumuşak hale getirir gözünüzde. Yüzünüzdeki iki ince çizgiyi botoksla yok etme takıntınız artık dünyanın en komik eylemidir. Ya da trafikte sizi geçmeye çalışan arabaya arkasından gülerek bakarsınız artık. Hırs yaptığı şeydir sizi gülümseten. İş yerinde gözünüzü oymaya çalışan veya patronu kazanacak diye gecesini gündüzüne katıp, bunları yaparken de kırıp geçiren insanları acıyarak izlersiniz. Gazetede magazin sayfasında “Handenin selülüitleri” diye başlık atan muhabirin ruh haline üzülürsünüz. “Yuh” dersiniz hatta. “Bu kadında da bu kusuru arayıp haber yapmak da nedir” diye sorarsınız içinizden. Daha haberleri çok yeni iken Antalya’da yapılan yüz ve kol nakillerinin, bir kadının incecik baldırında aranmaya çalışılan yağlar güldürür sizi, hatta hayrete düşürür.

Demiyorum ki salın kendinizi, yüz kilo olun, yüzünüz solsun sararsın, saçlarınızın dip boyası gelsin, harap halde dolaşın demiyorum… Diyorum ki dert ettiğiniz şeyleri durun bir kere daha düşünün. Bunları yine yapın, ama kafanızı yiyecek kadar dert etmeden, takmadan, dünyanızı karartmadan. Sadece hayattan tad almaya bakarak yapın bunları. Kim neder, neremi beğenir, bana ne kusur bulur gibi saçma sorularla ruh halinizi bozarak değil.

 Kalıbımı basarım, insanlara düzenli yoğun bakım servisi turları yaptırılsa büyük bir yüzdesi oradan çıktıklarında hayata daha farklı bakacaklar. Diğerini dilemiyorum, Allah kimsenin başına böyle bir durum vermesin ama daldan düşmeden halden anlaşılmaz. Daldan düşmeyin dilerim fakat bazı olguları böylesine ciddiye alırken bir soluklanıp düşünün derim.

Bir hastanenin acil veya yoğun bakım servisini, sağlığı bozuk olanları, bedenin bazı kısımlarını kullanamayan engelli kişileri, ilik nakli bekleyen bir lösemi hastası anneyi… Ara ara kendinize duraklar verip böyle durumda olabilecek insanları getirin aklınıza. Sonra neyi ne kadar oranda dert etmeniz gerektiğine varın siz karar verin.

  

 
Toplam blog
: 10
: 270
Kayıt tarihi
: 26.04.12
 
 

Çocukluğundan beri edebiyata aşık ve yazar olma hayali ile büyümüş ancak hayatın zorunlulukları i..