Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yeni bir ülkede dil bilmeden...

Yeni bir ülkede dil bilmeden...
 

2005 Yılı. Ağustos' un 15 inde uçaktan indim. Öyle yorgun, öyle yorgundum ki. Yeni bir ülkede yaşamakla ilgili hiçbir beklentim yoktu. Ya da şöyle demeliyim. Daha sonradan hayal kırıklığına uğramamak için beklentimi en düşük düzeyde tuttum. Zaten kendi rızamla ööööle hoplaya zıplaya da gelmiyordum buraya yani. Görseniz kürek mahkumu sanırsınız. Hüngür foşurt hiç kimseye aldırmadan ağlıyorum. Gören kızı kaçırıyorlar herhalde diyecek. Zaten böyle anlarımda kimseyi takmam. Otobüste minibüste sokakta hüngür hüngür ağlarım. Ama napiim elalem ne der diye ağlamiim mi? Ağlarım işte.

Neyse uçaktan sabah saat 6:30 da indik. Artık, bir süreliğine yaşayacağım ülkedeydim. İnince çok ama çok üşüdüğümü hatırlıyorum. Dişlerim birbirine vuruyordu. Bir de hiçkimsenin ne dediğini tam olarak anlayamıyordum. İngilizce hazırlık okumuştum lisede. İngilizce notlarım da çok çok iyiydi ama liseyi bitireli aradan geçmiş 8 sene hiç kullanmamış ilgilenmemiş hatta " Amaaan ne diye öğrendim sanki? Bak hiç kullanıyor muyum?" diye bir de hayıflanmışım. Canım babam der "İşte bir lisan bir insan, iki lisan iki insan. Bik bik bik.." o zaman "İyi, iyi" derdim ama.... Uçaktan indiiiimmm. Dili anlamadığım için, birden oldum mu sana sıfır insan. Yok kardeşim anlamıyorum. Aksanları ağır bir kere. Ben de unutmuşum. Hayır konuşmam gerekmez, biraz anlasam yetecek yani.

Vardık eve. Hemen kocam dedi dışarı çıkalım uyursak toparlanamayız bir hafta. Çıktık gezdik. Yürüyerek kocamın işyerine geldik. Dedi " Bak, sen her gün 4 gibi çıkarsın. Beni almaya gelirsin." Yolu da gösterdi aslında çok yakın. Ama benim kafa öyle karışık ki, sağımı sorsa solumu göstericem. "Bak önce ışıklardan sola dön." - Tabii ışıktan geçebilirsen sağım sol, solum sağ olmuş çünkü trafik tersten akıyor!- "Sonra işte burda Ferrari mağazası var onu geç." Ayy hemen gidip baktım. Kırmızı, sarı, siyah yanyana koymuşlar :) Fiyatları da çok makul. Şaka yapmıyorum normal bir insan biraz kasarsa ve gerçekten istiyorsa alabilir yani. Öyle fiyatlar. Arabalar nerdeyse yarı fiyatından daha aşağı. Şok oldum tabii. Oyalandık orda biraz :) "Sora Maserati mağazası var. Onu da geç." - OOOO bu markayı bilmiyordum. Bu da ayrı bir alemmiş.- "Havuzu da geç. Kraliçe Viktorya'nın heykeline kadar yürü. Ordan sola dön. Dümdüz yürü. Kitapçı var. Onu da geç. İşte bizim bina şurda. 6. kata çıkarsın." "Çıkamaaaaammm!" E neden olacak asansör çelik çünkü. Çok korkuyorum. Bir bozulursa klostrofobi olurum onun içinde. Zaten hiç aşina değilim bu aletlere. "Neyse tamam aşşağada bekle! "

Biraz gezdik. İşte dedi. City yani şehir merkezi bu. " A A bu kadar mı?", "Evet bu kadar" . Şaştım kaldım. 10 -15 tane gökdelen bitti. İyi dedik.

Pazartesi oldu. Kocam işe gitti. Televizyonu açıyorum, anlamıyorum. Telefon çalıyor. Başka biri arasa anlamıyorum.

Akşam dörde doğru hazırlandım. Çıktım. Hatırlamaya çalışıyorum. Ama o kuvvetli hafızam ayrıntılı hatırlayamıyor bu sefer. Kocama ben çıktım diye telefon ettim. Bir de ya kaybolursam korkusu var. Adresimi bilmiyorum. İngilicem çok kötü. Offf ya of. Afrika da ormanda gibi hissettim kendimi o ilk gün. Herşey yabancı geldi bana. Her yerde Asyalılar. Hepsi birbirine benziyor. O zaman daha ayırd edemiyorum ki kim nerden? Meğerse hiç te o kadar benzemiyorlarmış :) Neyse Ferrari ' nin aşkına Viktorya'nın heykelini felan buldum sola döndüm. Ondan sonrasını çıkaramıyorum. Binayı bulamıyorum yani. Köyden indim şehire diycem ama doğru tabir değil. Çünkü köyden gelen insan yolunu birilerine sorup bulabilir. Benim bir tek telefonum var yanımda ondan da bir numara şaka gibi. Kocamı arayabilirim. Koca ülkede konuşabileceğim bir kocam var. Allah'ım ne kadar feci hissettmiştim. O derece bağımlısın yani. Bir de kendine güveni olan bir insandın. N'oldu? Demek o güven belki de sahte bir güvenmiş uçtu gittiiii. Halbuki çat pat ingilizcemle sorsam gene yardım ederler. Ama sanki herkes benimle alay edecek sanıyorum. Konuşamıyorum. Dilim ağzımın içinde 26 yıldır ilk defa kayboldu. Acaip gevezeyimdir çünkü. Çok tarihi bir an. Kendimi Truman Show da zannediyorum. bütün paranoyam üstümde. Sanki millet arkamdan birbirine beni gösterip "Bak bu kız yeni gelmiş buraya. Böööle saftirik saftirik dolanıyo." diyorlar. Ööööle amaçsızım yani.

Sonra bir baktım ki takım elbiseli adamın biri beni gözetliyor! Dükkan vitrinlerinde, kalabalığın arasına saklanmaya çalışıyor, bişeyler yapıyor !! Meğerse kocam işyerinden çıkmış beni takip ediyormuş. Bulabilecek miyim diye? Ne alem adam yaaa.. Zaten böyle bir kendini aratma merakı vardır. Biz çıkarken de yapardı. Ben aranırken bir köşeden izleyip kıs kıs gülerdi.

O gün işte, ben bu ülkede yeniden doğmuş gibiydim. Sıfır insan oldum ben. Yani olmadım tabii ama sıfır insan gibiydim. Herkes yabancıydı. Dili tam anlayamıyordum. Zaten anlamam imkansızmış. Çünkü Çinlisi ayrı konuşuyor, Hintlisi ayrı, yerlisi ayrı. Nereye anlıyorsun hemen öyle ? Kimsenin umrumda değildim. Kimsede benim uğrumda değildi.

Sonraları her gün işyerine kocamı almaya gittim. Tabii bu kocamın benim için bulduğu tatlı bir bahaneydi. Amaç bulunduğum yere alışmam benimsemem vs. vs. ydi. Komik olan sokağa çıkmaktan da korkuyordum. Çünkü ne zaman çıksam insanlar bana adres soruyordu. Çok komikti ya. Bu kadar mı olur. Ya millet diyordu "Hah şu ağzı açık avare dolanan kıza sorayım!" Ya da " Bu kız kesin buralıdır. Buna sorayım." Ya sanki şehrin anahtarı bende önüne gelen bana soruyor.

Şimdi heryeri biliyorum şehir merkezinde ama soran yok. Herhalde ben de telaşlı kalabalığın içine karıştım.

Fotoğraf: O dönemde eşimin çektiği bir fotoğraf.

 
Toplam blog
: 23
: 1920
Kayıt tarihi
: 17.09.06
 
 

1979 Hamburg doğumlu. İstanbullu ama artık orda yaşamıyor. Okumayı kitapları hep sevse de bu özelliğ..