Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '08

 
Kategori
Deneme
 

Yeni dünya düzeninde mühürlü inançlar ve insan olmak gailesi

Yeni dünya düzeninde mühürlü inançlar ve insan olmak gailesi
 

Gayretkeş çabalar ve organize bir plan dâhilinde üstün yöntemlerle uyutulan insanoğlu, derin uykusunda programlandığı üzere kendi kendisini yok etmeye doğru hızla yaklaşmakta.

Son görev; ‘efendi’ ler için daha işe yarar ‘yem’ler haline dönüşerek kusursuz teslimiyet. Şimdilik ‘atık madde’ değerinde dahi olmayan insanlık, sahip olduğu potansiyel kudretten bihaber, bazen şaşkın, çoğunlukla umarsız izlemekte olanı biteni, anlayamadan…

Çok şey bildiği zannıyla ahkâm kesenlerin anlattıklarını anladığını düşünen beşer, pratikte niçin sürekli kaybettiğini sorgulasa da, ya çarkın sair bir dişlisine eklemlenerek kaideye sadık sürdürüyor yolculuğunu, ya da en zararsız görünen tevekkülü seçip kadercilik oynuyor aynı yol, aynı çark, aynı düzen içinde, şuursuzca. Bu da elbette iktidar oyununun en mühim kozu; idraksizleştirilen topluluklar.

Oyunun basit olduğunu söyleyemeyiz. Kendi içinde kusursuz bir dengeye sahip, son derece dâhiyane tasarılar bütünü. Tam bir yerinden çözmeye başladığınızı düşündüğünüz sırada, karşılaşacağınız sürpriz bağlantısızlıklar program ve disiplininizi alt üst edeceğinden başladığınız noktaya geri döndürür sizi. Elinizde sazınız, nasıl, neden, kim gibi sorularla fikriniz bulanıklaşırken en içerleyeceğiniz durum, bu aslında ilişkilendirilmemiş ilişkiler yumağıdır çoğu zaman. Sapla samanın karıştırılması gafletine düşmeniz öngörülmüştür, karıştırmışsınızdır. Kavram kargaşasına düşmeniz önemsenmiştir, düşmüşsünüzdür. Bunları doğru zaman ve doğru yerde deşifre ederek kaosu bilinir hale getirmeniz amaçlanmıştır, çoktan kamuoyu oluşturmuşsunuzdur. Yanlış hedef, doğru karmaşa, mutlak zafer! Daima iyi besleniyorlar.

Fazla mı paranoyakça oldu sizce? Bence izlenmediğimiz anlamına gelmiyor! Paranoyaklık… Sistemin dünyada olup bitenlerle ilgilenenlere süslü bir sepet içinde sunduğu olgun, taze, lezzetli meyvesidir çoğu kez. Yüksek dozda kişisel suçluluk kompleksi içerir algıyı bulanıklaştırmasının yanında ki amaçlarına uygundur, iş görür.

Konumuzu daha etraflıca düşünebilmemiz açısından kısaca düzen raylarında gezinmek yararlı olacaktır. İnanç... ‘Muhteremlerin’ en sağlam, can alıcı savaşım taktiklerinin, iplerini sıkıca ellerinde tuttukları değerimizdir. ‘Can alıcılık’ salt bir deyim olarak kullanılmamıştır burada, harfidir!

Öyle ki; bireyler ve topluluklar inandırıldıkları sürece aklınıza gelecek her şeyi yapacak kudrettedirler. Kusursuz yapılandırılmalıdır dayatılan inanç sistemleri, bireysel olduğu düşündürülen değerler. Sarsılmaz, sorgulanmaz, yalın gerçeklik olarak benimsetilmiş değerlere sahip olanlarla koca dünya birkaç saat içinde form bile değiştirebilir. Çok ciddiyim, bir gün bu muhteremler böyle bir şeyi arzularlarsa örneğin, belki sırf oyun olsun diye, can sıkıntısından diyelim, yerküreyi geometrik olarak da değiştirme becerisine sahiptirler. Fazla mı ileri gittik? Konunun cılkının çıkmaya başladığını mı düşündünüz? Fizik mi, kimya mı? Bilimsel gerçeklikler mi? Tamam tamam, benim de şimdilik aklıma yatmadı dikdörtgen formda bir gezegen! Fakat konuyu getirmek istediğimiz yer itibariyle soğuk bir espriydi diyelim ve devam edelim. Sağlam, yerleşmiş bir inancın, çıkar sahiplerince artık işe yaramadığı duruma gelinince yapılacak şey bellidir. Derhal bir başka inançla değiştiriverirler mevcut olanı. Kesinlikle uzun bir süreç, kanla yazılan tarih sayfaları gerektirir. Ama eninde sonunda amaçlanan yeni düzen oluşturulur, bu yüzden de olagelenler ‘değerli’ değildir!

İnanç her şey demektir ve kör inanç ya da sadece tek gözü kör inanç veyahut da bakar kör inanç fark etmez! Belki ömrünüzce farkında bile varamayacağınız bir tutsaklığın içindesinizdir. Siz öyle, ne kadar süreyse artık ‘ortalama ömür yaşı’ bölgenize göre -ki sakın bu ipin ucunu da tutmadıkları yanlışına düşmeyin, kimyanızla oynarlar, ruhunuz duymaz; yoksa duyar mı?- yaşar gidersiniz. Olan biten çoğu kez didaktik söylemlerle bir avuç ilgili tarafından çeşitli oturumlarda tartışılır, bir yerlerde yazılır çizilir, birileri çıkıp eylemler düzenler ki ‘düzen’ in öngördüğü eylemlerdir bunlar, eylemciler farkında olmaksızın ‘intihar’ ederler aslında! Eylemcilerle yakın fikirlere sahip başka topluluklar tarafından katillikle suçlanır sistem ve efendileri, oysa kesinlikle yanlıştır. Yanılsamaları onları da, tam vaktinde muhtemelen o dakikada saatlerine bakıp memnuniyetle kafalarını sallayan ‘büyükler’ce izlenerek, kendilerini zaten öngörülen bir hareketin ortasında ‘kendini’ yok sayma eylemini sürdürmeye sürükler. Pek pahalı, belki de Afrika yerlilerinin yıllardır ayamadan kanlarını, canlarını, ailelerini, dehşet veren operasyonlarla düzene çaresizlikle verdikleri dizi dizi dizilmiş elmas taneleriyle süslenmiş saatine tatminle gülümser yaşam haklarımızın mimarları. Gidip bir çentik atarlar, projelerinin tamamlanmış hanesi boş duran ilgili yerine. Tamamlanmıştır. Kurdukları düzen tıkır tıkır, kendi kendine işlemektedir taa yıllardan, asırlardan beri. Onları suçlayarak kat edilebilecek mesafe yoktur, yerimizde sayarız…Ki en büyük tuzağın ta kendisi budur. ‘Sistemden yana olmak’ ya da ‘sistemin karşısında olmak’ üzerine yapılandırmış, ‘kendin olmak’ seçeneğine yer bırakmayan trajikomik oyun. Her köşe oyuna dahildir!

Hayret etme dürtümüzü bizden aldıklarından bu yana işimiz çok fazla zorlaşmıştır. Bir işimiz var mı, çoğu kez farkında değilizdir zaten.

21. yüzyıl, yani yeni milenyumun ilk yılları, yani uzay çağı… Gösterdikleri kadar da olsa öyle çok şey gözümüzün önünde olup bitmektedir ve biz olağan karşılamaktayızdır ki, eskiden olsa, belki hayret ederdik! Zaten bu ‘paranoyaklık’tan muzdaripliğimiz dolayısıyla, sakladıklarını sandıklarımızı gözümüze sokuyor olsalar, inanmazdık. İnanmamız öngörülene kadar…

Şimdi, uzun uzadıya kuruluş, grup, cemiyet isimleri, amaçları, tarihçeleri v.s. teker teker anlatmanın manasız olacağını düşünüyorum burada. Konuyla ilgili herkesçe zaten açık, ulaşılabilir bilgilerdir bunlar. Düzenin hâkimiyetine sahip birkaç aile, destekleyenler, köstekleyenler, şaşkınlık veren bağlantıları, akıl almaz projeleri zaten sürekli yazılıp çizilmekte.

Benim ilgimi cezbeden kısmı ‘bireyler’ olarak bu cendereden nasıl sıyrılabileceğimiz. Duygu, düşünce zaaflarına uğramadan olanları nasıl değerlendireceğiz? Ve en önemlisi, tüm bunların yaşamlarımızı sinsice ele geçirmiş tutsaklığından nasıl sıyrılıp, pratikte her an yaşam amacımızı, akıl sağlığımızı ve psikolojimizi, tüm seçimlerimizi etkilediği gerçeğinin idrakiyle yaşayıp, nasıl özgün bireyler olabileceğimiz.

Bu, basit bir nemelazımcılık, duyarsızlık olmayıp, tüm döngüyü değiştirebilecek kuvvette bir seçimdir. Bu tüm kudretiyle insan olmak seçimidir. Zekânın gelişebilirliğinin, aklın sınırsızlığının, sağduyulu yaklaşımlarla sınırsız aklın oyunbaz hilelerinin tuzaklarına düşmeden, yani kendi kendimizi gasp etmeden yaşamaya gönüllü olmaktır. Sinir, hafıza, edep, insan bozucu zor durumlara hapsettiğimiz kısacık ömürlerimizin hiç olmazsa bunlara layık olmadığı sezgisine de mi sahip değiliz?

Sizlere çiçek bahçelerinden, börtü böcekten söz etmeyeceğim. Kolunuza çiçeklerle dolu sepetler takıp, şartlandırılmış gülücüklerle sevgi sözcükleri dağıtıp, yaralı ve çığlıklarını hep bastırmayı yeğlediğiniz gönüllerinize bir yudum tatmin edinmeniz için, ruhlarınızı satmanızı salık vermeyeceğim. Tüm bu açlık günümüzde birbirini kimi destekleyen, kimi yanından bile geçmeyen onlarca cemiyet, cemaat, felsefe akımları doğurmuştur. Doğurur, doğursun. Buna bir diyeceğim yok. Ancak bunca zaman bilinçleri daraltılmış, şuursuzlaştırılmış insanların var oluşlarını sorgulatma, gerçekle hiç yüzleşmemiş çoğunluğa ‘iyi niyetlilerce’ dayatılan cennet vaatlerini sağlıklı bulmadığımı belirtmeliyim. Bu işin sosyo-psikolojik kısmıdır ve benim çok önemsediğim bir husustur.

Bu yazıda desteklenen ve ulaşmaya çalışılan hedefin yolu tüm bunlardan da geçmemizi gerektirmektedir. Akademik bir çalışma olmasa da, bilimsellikten uzak, günümüzdeki siyasi arenadan uzak olamayacağı gibi, herhangi bir hali yadsıyarak, yok sayarak da tüm motifi göremeyeceğimizi düşünüyorum. Ulaşmaya çalıştığım salt ‘insan’dır. Yeni Dünya Düzeninde insan. ‘Yeni’ olmasına her daim katılmaktayım. Çağlar devrilmekte, insan evrilmektedir. Daha doğru ifade edersek bu, olması gerekendir. Peki, olan bu mudur?

Konumuzu neresinden tutup çevirsek eninde sonunda inançlarımıza gelecektir. İnançlarımız; dini, milli, hayati, tüm paradigmalarımız. Değişmez gerçekler olarak edindiğimiz her değer, ilerleme ve değişme kaidesiyle yol alan ‘hayat’ yasasıyla çelişerek ayağımıza takılmaktadır. Dünya, sonsuz uzayda helezonik bir ilerleyişle dönerek hareket etmekte, yol kat etmektedir. Durması söz konusu edilemez. Biz nerede durduk?

Yetenekli bir yaratıcılıkla üretip sarfında sakınca görmediğimiz etiketlerimiz vardır. Kışkırtılmaya müsait, elimiz cebimizde bekleriz. Herhangi bir söylemden işin nereye getirileceğini zekice kestirerek daha işin başında çıkartır etiketimizi şap(!) yapıştırıveririz. Karşı tarafın da cebi boş olmadığından ki cevap hakkı doğmuştur kolay mı, çözüm yolu falan kim uğraşacak, dinamik hamlelerle kullanır dağarcığını…

Ayılsak artık. Ayılmalı çünkü etiket meselesi laf-ı güzaf kalabalığı değil, karmaşanın yalnızca en görünen kısmıdır. Arkasında ehlileşmemiş içgüdüler vardır, darbeler vardır, savaşlar vardır, kan vardır, ölüm vardır. Hepsinin de içinde ‘insanlar’ vardır.

Lineer zaman ölçüsü kullanırız, enteresandır ki tarihi algımız çok boyutludur. Kişilere, ülkelere, bölgelere, sivillere ve sivil olmayanlara göre birbirinden farklıdır anlatılanlar. Herkes haklıdır! Her bir çeşitlilik kendi içinde argümanlara dayandırılarak fraksiyonlara ayrılır, çoğala eksile tarih olur, efsane olur. Bir ‘haber değeri’ taşır neticede. Haberleri izler misiniz? İşte o kadar ‘gerçek’…

Düzen bundan memnundur, hatta bu düzendir onlara göre. Görünen küçük çaplı bir tantana çıkarılmıştır. Hipnoz görevlerini takdire şayan çabalarıyla yerine getiren hâkim medya, o kendine güvenin azametli örneği olarak üstüne düşeni yapar, aba altından sopa göstererek yapar sunumunu. İletişim çağındayızdır ne de olsa, gizli saklı tutmak pek gerçekçi görünmemektedir bir şeyleri. Nasılsa ortaya dökülüverir. En doğrusu baştan iletmektir. Nasılsa yalıtkanızdır…

İsimleri zikretmeyeceğim demiştim. Konuyu spesifik hale getirir kanaatindeyim. Fakat hedefimiz zaten özgün insan olduğuna göre, insana, insanlığa hiç yakışmayan projenin ismini bünyemde yarattığı baş dönmesi ve mide bulantısı eşliğinde, tüylerimi diken diken de etse anacağım. Size HAARP diyorum! Projeyle alakalı bilgilerimin dökümü son derece yakışıksız olacağından yazmıyorum. Fazla doz ‘düzen’ almamış herkes durumun vahametinin farkındadır zaten.

Diğer yandan projede kullanılan -ki sırf proje aşamasında olmayıp çoktan yol almıştır bilindiği üzere- teknolojinin boyutları şaşırtıcı güzelliktedir. Güzelliktedir diyorum; maddeye gün geçtikçe hâkim olan insanoğlu zekâsını kast ederek. Hâkim diyorum; farkında olmak, idrak etmek, gelişmekte olmak hallerini kastederek. Vahim diyorum; kullanım amacını, sonuçlarının göz önünde bulundurulmadan, çoğunlukla rasgele talim edilişini kastederek. Bu konuyu içeren pek çok kaynak yazdıklarımı doğrulamaktadır. Kaynakları ve beni boş verin haydi, güneş, ay, toprak, hava yani doğayı izleyerek, yani çok da bilimsel olmayan, bireysel gözlemlerle herhangi bir insanın fikir edinebileceği tehlikeden bahsediyorum.

Eh, bir başka gezegende yaşamı keşfedip, yaşama olanaklarınızı oluşturdu iseniz şahsıma ve neslime bu kadar ketum olmayınız rica edeceğim. Muhteremlerin bu ve bunun gibi projeleri kapsamında kendilerine sakladıkları, bizlerin de ucundan kıyısından uzak bir nağme gibi algıladığımız, nasıl bestelendiğine de pek aklımızın ermediği ‘yeni gezegen düzeni’ planları mevcuttur iddialara göre. Çoğunluktan pek ses çıkmadığına göre bir benden mi saklanıyor acep? Ben hala bu radyoaktif etkiler, kaydırılan manyetik alanlar sebebiyle gezegenimizde olabilecek toplu yok oluş vakti geldiğinde nereye kaçacağım konusunda sefil bir çaresizlik içindeyim! Varoluş felsefesinin modası geçti görüldüğü üzere. Şimdi moda yokoluş felsefesi; bilerek yok olmak mutluluk mudur, bilmek lanetlenmek midir?

Artık ölüm sebepleri ‘takdir-i ilahi’, ‘Allah verdi Allah aldı’ istatistiklerinde çoğunlukta seyretmekten uzaktır. İnançlara saygı duyulması kesinlikle şarttır, gereklidir. Ama ‘saygı’ konusunun çerçevesinin yeniden çizilmesi de hayati gerekliliktir, şarttır. Uçuruma yuvarlanmak üzere olduğunu fark ettiğimiz bir araçtaysak, bu esnada beraber yolculuk yaptığımız insanlar, örneğin ibadette bulunuyorlarsa, haberdar etmeyecek miyiz? Herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde bölmeyeceğimiz ibadeti, bu ister namaz kılmak olsun, ister vaftiz töreni, sadece ‘dikkat edin, düşüyoruz!’ demek üzere de bölmeyecek miyiz? ‘Bölmeyin!’ diyor düzen, ‘şehit giderler’!!!

Beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz, onayladığımız ya da onaylamadığımız tüm topluluklar teker teker bireylerden oluşmuştur. Siyasi partiler, askeriye, devlet, millet, eğitim kurumları, bilimsel araştırma enstitüleri ya da uzay araştırma kuruluşları… Yahut tapınaklar… Hepsi etkileşimde bulunduğumuz, yaşamımızı çevreleyen tercihlerimiz doğrultusunda mensubu olduğumuz kurumlardır. Her birinde birer birer insanlar bir araya toplanıp o topluluğu oluştururlar. Daima bu yalın gerçeğin idrakinden yoksun hareket ederiz. Demek ki insana karşı insanızdır!

İnsanoğlu evrim yolculuğunda ilerlemek adına, ‘kolektif ego’ bilinciyle beslenen toplumsal aydınlatma, aydınlanma yolculuğunda bariz sabıkalıdır. Her bir bireyin kendi aydınlanma sürecini tüm dayatılanlardan sağduyusuyla ayırması, yani sapla samanı karıştırmayı bırakması, yani kavram kargaşasının ambale ettiği zihinleri yeni bir kaosa yer vermeden ‘salt insan olmak’la hizaya getirmesi elzemdir. Nasıl yapılır, nereye bakılır, nereden başlanır? Her bir insan varlığı; geliştirdikçe güçlendireceği sağlam iradeye, kullandıkça genişleteceği sınırsız zihne, tetikledikçe coşturacağı kusursuz yaratıcılığa, tüm evreni içinde yaşatabileceği muhteşem yürek gücüne sahiptir. Geliştirmek, kullanmak, coşturmak, yaşatmak isterse tabii…

Başlangıçta yalnızca bir seçim meselesidir huzurdaki. Bütün bu oyundan arındırılmış kişisel seçimimizi, ‘ama’ların bahanesine sığınmadan, ‘eğer’lerin tehdidindeki sindirilmiş benliklerimizle yüzleşerek en son ne zaman yaptık?

 
Toplam blog
: 20
: 482
Kayıt tarihi
: 04.02.08
 
 

1975 İstanbul doğumluyum. Antalya'da yaşıyorum. ..