Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '17

 
Kategori
Edebiyat
 

Yeni kadının ve yaklaşan devrimin sesi

Yeni kadının ve yaklaşan devrimin sesi
 

İlk baskısının kapağı, Moskova 1878


Tolstoy’un unutulmaz eseri Anna Karenina birçok yönden incelenebilir. Kitap bin sekizyüzlü yıllarda yazılmış, aradan nerdeyse yüz elli yıl gibi bir zaman geçmiş. Yazıldığı dönemde oldukça ses getiren bu eser, günümüzde yazarın diğer romanı Savaş ve Barış’tan daha öne çıkmış ve hâlâ ses getirmeye devam ediyor. Bugün ben bir kadın olarak bu romanı, yeni kadının sesi olarak yorumluyorsam, gelecek olan yüzyılın kadınları, Anna’yı bakalım nasıl yorumlayacaklar? Onların yaşam tecrübeleri, yaşadıkları dünyanın koşulları, bizim göremediğimiz hangi Anna’yı görmelerini sağlayacak? Büyük eserlerin en keyifli yönü bu olsa gerek,  yazarının bile öngörmediği, sadece sezgisel olarak ortaya koyduklarını, zaman içinde, okurların birer hafiye gibi gün yüzüne çıkarmaları, keşfetmeleri…

Diğer bir husus, eserin aynı okur tarafından değişik zamanlarda yapılan okumaları; onu farklı yorumlara, farklı merkezlere yönlendirmesidir. Bu yönü ile Anna Karenina için bir aşk romanı demek mümkün ancak sorulması gereken soru, Hangi aşk? Sözgelimi, yirmili yaşlardaki birinin bulduğu aşk ile kırklı yaşlardaki birinin bulduğu aşk tamamen farklıdır. Anna’nın Vronsk ile yaşadıklarını romandan çıkarsak, diyelim ki Anna cinnet geçirdi, başka bir nedenle topluma karşı çıktı, “miş” gibi yapmadı, kocasını ve oğlunu terk etti,  roman bugünkü değerini kaybeder mi?  Kocası Karenin’in aşkı devam etmez mi?

Peki, toplum tarafından ölüme sürüklenen Anna’yı feminist bir bakış açısından incelemek doğru olur mu?  Öncelikle bunun için kitabın yazarı Lee Tolstoy’un kadına bakışı bilmek lazım. Feodal bir yapıdan gelen Tolstoy’un feminizmle ne ilgisi olabilir? Büyük ölçüde bu konuyla ilgilenmemiştir de. Ancak, sanatçı olan, yazar olan Tolstoy, sezgisel olarak gelmekte olan kadını anlamıştır. Roman bu yönü ile incelenirse farklı bir yön ortaya çıkar.

Anna Moskova’da, Petersburg’dan gelmesini umduğu boşanma kararını beklemektedir. Mutsuzdur. Oğlu Saryoja’ya duyduğu özlem ve suçluluk duygusu, Vronski’den olan kızı Ani’yi bile sevmesine engel olmuştur. Bir İngiliz’in kızını yanına almış –kız üç aşağı beş yukarı Saryoja’nın yaşındadır- onu yetiştirmektedir. Kendi küçük kızını ise tamamen bakıcıların eline bırakmıştır. Evini, kocasını terk edinceye kadar, toplumun gözünde anne olan bir Anna, artık anne değildir. Bu bir anlamda, kadına yüklenen en önemli özellik olan anneliğin yitirilişidir. Bu onun saygınlığını gölgelemiştir.

Ait olduğu yüksek sosyete onu dışlamıştır. O da Vronski’nin sevgisinden şüphelenip, derin yeislere kapılmaktadır. Kısacası gün be gün daha fazla bataklığa gömülmektedir. Güzelliğinin doruğundadır ancak bu ona ne mutluluk ne de huzur getirmiştir. Uyuyabilmek için geceleri afyon almaktadır. Vronski içinse durum farklıdır, Anna’nın aksine toplum yaşamı bıraktığı yerden devam etmiştir. Yarışlara katılmakta, bölgesel seçimlerde aktif rol almakta, kısacası evli bir kadınla kaçmadan önceki toplumsal konumunda bir değişiklik olmamıştır. Anna dışlanmış, şüphe içinde, ne yapacağını bilmez bir durumdadır. Kardeşi Stepan Arkadyeviç’ın karısı Dolli dışında Moskova’da görüşebileceği tek bir kadın arkadaşı yoktur. Kimse de zaten onu evine kabul etmiyordu.  İşte böyle baskıcı bir ortamda, Anna yavaş yavaş intihara sürüklenirken Tolstoy kahramanına bir dal uzatır.  Anna bir kitap yazmaktadır, hem de çocuk kitabı. Bu hiç konuşulmamış konu, romanın sonuna doğru öylesine ortaya çıkıyor, sonra değinilmeden geçip gidiliyor... Zaten Anna da bu dala tutunmadan kendini trenin altına atmıştır. Bu kitap yazma noktasında,  20.yüzyıl kadını ile 19.yüzyıl kadını arasındaki farkın ortaya çıktığı söylenebilir.  

Kitap yazma meselesinin ortaya çıktı geceye geri dönülecek olunursa; Levin üç aydır Moskova’da karısı Kiti’nin doğumu için beklemektedir. Canı da çok sıkılmıştır. Tolstoy;  Levin’ın bir gününü, yaptıklarını, sabahtan başlayıp gecenin bitimine kadar olanları detaylıca anlatır. Levin o gün çevresinde bulunan, karısının salık verdiği insanlarla görüşür, onlarla entelektüel temaslarda bulunur, karşılıklı fikir alış verişi yapar,  günün sonunda da soyluların takıldığı bir kulüpte bulur kendini. Ve Anna’nın kardeşi olan yakın arkadaşı Stepan Arkadyeviç ile yemek yerler ve içerler. Vronski de oradadır. Gecenin bitimine doğru Levin; iradesinin dışında, oldubittiye getirilmiş halde, karısının kızacağını bile bile Stepan Arkadyeviç‘ın sürüklemesi ile kendini Anna’nın evinin yolunda bulur.  Yazılmakta olan kitap konusu da; yolda, -soğuk bir Moskova gecesinde, sıcaklık -20ocivarındadır, at arabasında-  Anna’nın ne harika bir kadın olduğunu Levin’e anlatan Arkadaviç’ın laf arasında söyleyiverdiği birkaç cümleyle ortaya çıkıyor. İki arkadaş eve girdiklerinde yayıncı oradadır ve kitabı çok beğendiğini, hemen basmak istediğini söyler. Anna ise kitabın üstünde biraz daha çalışmak istediğini belirtir… Ve konu kapanır.  21. yüzyılın kadın okurları, romanın seyrini bilmeseler, “Ha,” diyecekler,  “Roman, bir kadının yazar olması ile devam edecek, işte eserin kırılım noktası...”  

Oysa Tolstoy kitaptan bir daha bahsetmez. İpucu bile vermez. Günümüz insanı için, özellikle kadını için yeni bir yol, yaşama tutunabilecek ana bir dal olan kitap yazma meselesi bir serap gibi belirir ve daha ne olduğu anlaşılamadan kaybolup gider.

19 yüzyıl da, Rusya gibi bir yerde, bir kadın bir kitap yazacak, toplumsal baskılara ayak diretecek,  bir erkeğin sevgilisi, karısı veya annesi olarak algılamaktan öte, sosyal bir varlık haline gelecek, kendi başına ayakta kalmak için bir birey olacak…  Bunların olabilmesi için iki tane dünya savaşının çıkması, erkeklerin bu savaşlarda kırılması,  açılacak olan büyük fabrikalar için kadının emeğine ihtiyaç duyulması gerekecekti.

Ancak o günlerde, bir kadının tek başına yaşama galebe çalması, roman sanatı için dahi olsa, büyük yazar Tolstoy’un bile yapacağı bir şey değildir. Aslında böyle bir yolun olduğunu, olabilirliğini Tolstoy sanatçı sezgisi ile sezmiştir, lâkin bu alt düzeyde bir sezgidir. Bu sezginin doğması ile yok edilmesi eş zamanlıdır.  19. yüzyıl entelektüeli erkek tanrı yazar Tolstoy, Anna Karenina’ya intiharı uygun bulmuştur zaten.  Yaşam birçok olasılık arasından birini seçmek değil midir ki?  

Anna aydındır, bilgilidir. Çağının farkında olan, sürekli okuyan, sorgulayan bir kadındır. Ne çevresindeki birçok kadının yaptığı gibi aşkını gizli saklı yaşayabilirdi, ne de mutsuz mutsuz kocasının ayaklarının dibinde, onun istediği gibi bir kadın olabilirdi. Yaklaşmakta olan yüzyılın biraz da aynasıdır. Hele romanın alt yapısını oluşturan toplumsal olaylar, aydınların kendi aralarında yaptığı tartışmalar, toprak reformu ve toprak sahiplerinin artık topraktan geçimini sağlayamaması,  gelmekte olan devrimin ipuçlarını verir.  Burada elbette Levin karakteri çok önemlidir.   Ancak bütün bu hususlar, Anna gibi entelektüel, erkeğe yön veren, toplumsal baskılara “Miş” gibi yapmayan bir kadının etrafında şekillendiği için, bütünsel bir bakış içinde, Anna Karenina romanı için gelmekte olan toplumsal değişimin sesidir de denilebilir.

Sofya Kurban

sofyakurban@yahoo.com

Bu yazı Roman Kahramanları Dergisinde yayımlanmıştır.

 
Toplam blog
: 8
: 503
Kayıt tarihi
: 27.12.16
 
 

1994'de Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden mezun oldu...