Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ocak '09

 
Kategori
Sinema
 

Yeni sinemada öncü çokkültürlülüğün negasyonu

‘Yeni Sinema’ deyince, 2005-2010 arasında olasılıkla başlamakta olan, 2010-2015 arasında ise kesin başlamış olacak olan ve en geç 2045-2050’de tamamlanmış olacak olan bir süreç-kategoriden söz ediyoruz. (Süreç-kategorinin varlık-kategoriden farkı, onda var olanın değil, gerçekleşmekte ama tamamlanamayabilir olanın ağırlık taşımasıdır.)

Öncü çokkültürlülüğü Richard Schechner’in tanımı olarak alıyoruz:

Schechner, 5 tür öncü (: avant-garde) sanat tanımlar (The Twentieth Century Performance Reader, sayfa: 308-326):

1. Tarihsel ‘avant-garde’, 19. Yüzyıl boyunca / sonunda Avrupa’da biçimlenmiştir. Sinema ve fotoğraf, yoktan var edildi. Resimde, modern sanat oluşturuldu ve gerisi geldi: Sembolizm, empresyonizm, ekspresyonizm, fütürizm, kübizm, dadaizm, sürrealizm, vd. Dansta, modern dans oluştu. Tiyatroda, İbsen’den Meyerhold’a bir çok yazar, yeni anlayışlar yarattı. Yazında, naturalizm ve realizm doğdu. Müzikte atonal müzik icat edildi. Mimaride gökdelenler yaratıldı.

2. Halihazırdaki ‘avant-garde’, şu an neler yapıldığına bağlı olarak değişir. 2 yıl önceki artık eskidir. Uzunca bir süre hep yeni şeyler denenecek ve su er geç durulacak. Halihazırda, ‘video-art’lar moda…

3. İleriye bakan ‘avant-garde’, şaşırtıcı ve mahşeri (genelde yıkıcı) bir gelecek görür. İleri teknoloji, hem sevindirici, hem de korkutucudur. ‘Total Recall’ (: Gerçeğe Çağrı) filmi, bu tür anlayışa bir örnektir: İç-hayal dünyası ile, dış-gerçek dünya arasındaki ayrım muğlaktır (ki ‘Matrix’ de, tümüyle bu tema üzerine kuruludur).

4. Bir gelenek arayan ‘avant-gard’, tiyatrocu Jerzy Grotowski ve Eugenio Barba’da çok belirgindir. Aslında bu bir formülasyon arayışıdır ki 1980’lerin ve 1990’ların dünyasında bu imkansızdı. O yüzden, Grotowski de arayışını tiyatro dışı alanlarda sürdürdü. Bu açmaz, olduğu gibi 21. Yüzyıl’a taşındı: Sanat ne yapamaz?

5. Kültürlerarası ‘avant-garde’: Epeyi yanlış anlaşıldırılarak kullanılıyor. Özellikle performans grupları, çok ülkeli olmayı çok sesli olmak sanıyorlar (Atatürk’ün 30 sazlı orkestraya dediğini anımsayalım). Sinemada ise, çifte açmaz yaşanıyor: Holywood, John Woo’sundan Bille Auguste’üne, tüm dünyanın ‘avant-garde’ / farklı yönetmenlerini yutuyor ve asimile ediyor (: uyruklaştırıyor). Böylelikle, kendi açmazını globalleştiriyor. Yanısıra, sinema limit sıfır zamanlı filmlere parçalanıyor.

Negasyonu; değilleme, olumsuzlama, hayırlama, öteleme, aşkınlaşma olarak ele alıyoruz:

Negasyonla aslen imlediğimiz; negatif, tersine ve negatif-tersine diyalektik, triyalektik ... ve poliyalektiktir.

Aristo’nun analitik diyalektiğinde, bir şey ya erdemlidir, ya da erdemsizdir. Lao Tzu’nun sentetik diyalektiğinde erdem erdemsizliktir.

Hegel’in (Kant’tan devralınmış) triyadik diyalektiğinde sentez denli, dekadans da bir olursaldır (contingency). Marx’ın diyalektik materyalizminde karşıtlar çelişir, çatışır ve sentezlenir.

Buraya kadar hepsi pozitif diyalektikti.

Adorno’nun negatif diyalektiğinde karşıtlıklar ve çelişkiler birbirine karıştırılmadan birarada tartılır; karşıtlığın iki tarafı diğeri üzerinden dolayımlanmadan, en keskin ucuna doğru sürüklenir.

Buraya kadar hepsi düzüne diyalektikti.

Tersine diyalektikte, karşıtlıklar birbirine yaklaşmaz, mesafeli kalır veya birbirinden uzaklaşır. (Daima savaş olacak değil ya.) Bu tutarlı değil, geçerli bir durumdur. Çokkültürlü toplumlarda, örneğin cumhuriyet dönemindeki Türkiye’de, tüm ayralların birbirine anlayış değil, düşmanlık ve saldırı gösterdiği gözlenir. 1985-2000 arasının en mağdur ayralları sayılan Kürtler’in, bırakın eşcinsellere veya uyuşturucu bağımlılarına karşı, kendi halkından astlarına karşı bile sürekli faşistçe davrandığı bilinir. Keza köylülerin zenginkondulaşması, 1983-1998 arasında diğer gecekonduluların mal varlığını tam bir talan ve yağmaydı. Öyle ki: Anadolu toprağının bu nedenle yüzyıllarca çölleşmesi gündemde.

Buraya kadar hepsi diyalektikti.

Ursula K. Le Guin’in çoğul (üçlü) diyalektiğinde 3 tane karşıt 2’li sav vardır. ‘Mülksüzler’ romanında bunlar çelişir, çatışır ama sentezlenmez. Alana 4. kategori-novum girer ve öykünün sonu boşlukta kalır. O demez ama biz buna ‘triyalektik’ diyebiliriz.

2’den 3’e yol varsa, 3’ten 4’e, 4’tan çoka ve/ya sonsuza da gidebiliriz ya da o yolu tanımlayabiliriz. Konulu tanımlarla, diyalektikten ve 2’den sonrasına ‘poliyalektik’ diyoruz. Tanım gereği, poliyalektikte ‘n x (n-1)’ adet 2’li karşıtlıklar, yani diyalektikler koyabiliriz. Şerh: Bir kategorinin kendisiyle çelişkileri, özdeşlik ilkesinin sorunsalıdır. Diyalektik, Aristo’dan Adorno’ya dek, özdeşlik ilkesini sorgulamaz. Buradaki parçalarda, Adorno’dan sonrasında sorgular ama o başka bir metnin konusu olur.

Artı-ekstra çıkma: Bu karşıtlıklar bir düzlemde 180 derece açılı 2 ışın olarak tanımlıdır. Bunları 90 derece açılı, yani birbirine dik olarak yeniden tanımlarsak ve yeni bir öğeyi alana sokarsak, birbirine karşıt olan 3 adet 2’li yine olur ama bu durum biraz daha farklı bir triyalektik / poliyalektik olacaktır. Birim, ters ve geçersiz işlemler farklı tanımlanacaktır. Karşıtlıklar birbirine tersinmez işlemlerle dönüşebilir olacaktır ki Le Guin bir bakıma bu tür bir triyalektik tasarlamış oldu, çünkü Anarres bir bakıma Urras ile, bir bakıma A-İo ile özdeştir ama hiç biri verili yerzamanda diğerine çevrilemez, başka bir deyişle en keskin devrim bile %o 5-100 tümel değişim demektir.

Buraya kadar düzüne poliyalektikti. Tersine ve negatif poliyalektikler de olabilir. Lao Tzu-Aristo sentezi bu tür açılımlar içerebilir.

Yeni Sinema’da çokkültürlülüğün negasyonu dediğimizde, büyükkentlerin ve neo-globalizmin yarattığı, makro ve mikro kültürel yakınlaşmaların ve uzaklaşmaların, sentezlerinin ve praksislerinin karşıtını ve karşıtlığını imliyoruz.

Yani: Aynı etkenlerin birbirinden uzakta iken, birbiriyle yakında olduğundan çok daha verimli etkileştiğini imliyoruz.

Bunu bir örneklemede imliyoruz:

“Sukiyaki: Western Django.”

Toshiro Mifune’nin kovboy filmlerinde oynadığını 1960’larda izlemiştik. Bu ondan başka, bambaşka başkalaşmış (metamorfoz) bir örnek:

Doğu’yu Batı’ya taşımıyor, Batı’yı Doğu’ya taşıyor.

Özdeşleşme, yabancılaşma, özdeşleşerek yabancılaşma, yabancılaşarak özdeşleşme bu film örneğinde aşırı kristalleşmiş novumlar sunuyor.

Filmin özü şu:

Samuray zamanında ve mekanında geçen bir ‘western’ filmi. Japonlar Amerikanca konuşuyor, altıpatlar kullanıyor ve Uzakdoğu Asya filmlerini apartmayı geçip, düpedüz yürüten Tarantino, Japonca konuşuyor, fonda da Fujiyama var.

Keza, Shakespeare var ama Kurosawa tarzı değil.

Birbirinin bakışığı sayılabilecek olan, ‘Yojimbo’yu ve ‘Last Standing Man’i geçen bir aşırı-yorum sözkonusu.

Ana-novum biçimde: Klişe-biçimlerde değil, novum-biçimde: Jenerik-klip tarzı giriş bölümünde: Kırmızı yumurtadaki kanı silince bayez ortaya çıkıyor ve bunlar birbiriyle savaşan 2 tarafın üniforma renkleri.

Filmin en önemli bölümü, ‘flashback’ yöntemiyle, ‘flashforward’ yapıp , intertekst ve hipertekst uygulaması yapması. Bu, bilinen bir ilk.

Dolayısıyla toplamda ve bu film özelini arç edinerek, bilinen ve kabul gören tüm politiko-estetik kategorilere aşkınlaştırma uygulamış oluyoruz.

Bu yeni varlık(-çık)(-lar) henüz adsızdır, o yüzden tao’dur, en azından sinemada, en azından 2020’ye dek.

 
Toplam blog
: 2216
: 514
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Serbest yazarım. 1960 doğumluyum. BÜ İşletme mezunuyum. ..