Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mart '08

 
Kategori
Siyaset
 

Yeni slogan: Doğuran Türkiye

Yeni slogan: Doğuran Türkiye
 

Fotograf : Kevin Carter


Başbakan, kadın toplantısında ulema edasıyla fetvayı patlatmış. Mealen; ey mümin kadınlar! Üçer üçer doğurun!

Epey zaman oldu. John Travolta ve Kirstie Alley'in oynadıkları "Look Who's Talking Now" adlı komedi filmi ; Türkiye'de " Bak Şu Konuşana" adıyla gösterilmişti. Ana rahminden dışarı çıkmak için acele eden bebeğe, babasının söylediği: "Dokuz ay dışarı çıkmak, bir ömür boyu da içeri girmek için mücadele edeceksin" sözü, hafizamda kalan tek replik olmuştu. Doğruluğundan hiç bir zaman kuşku duymadığım bu veciz sözden ilham alarak; benim de, 40 yaşına kadar bir şey olmak , 40'ından sonra da hiç bir şey olmamak için mücadele ediyoruz demek geliyor içimden.


Dürüstçe ifade etmem gerekirse; sadece insan olmanın dışında, hiç bir şey olmamam gerektiğine karar vermek tam tamına 25 yılımı aldı. Uzun yıllar süren eğitimin ardından elde ettiğim diplomalar, sertifikalar, kariyer, şirket ortaklıkları, ruhsatlar, tapular, kredi kartları, parti, dernek, STÖ üyelikleri, caf caflı kartvizitler. Okunmuş binlerce gazete, mecmua ve kitaplar. Boş vakitlerimde Türkiye'yi kurtarma, dünyayı değiştirme iddiaları. Kavgalar, dayaklar, gözaltılar, mahkemeler, tartışmalar ve münakaşalar. Fırsat buldukça yazdığım binlerce sayfa yazı. Bugüne kadar, beynimde hamal gibi taşıdığım inançlar, itikatlar, idealler, ideolojiler, kimlikler, şablonlar, aşklar, nefretler, dostluklar ve düşmanliklar.

Bir gün fark ettim ki hepsi boş. Bu iki kaplı handa garip bir yolcudan başka bir şey değilmişiz meğer. Biz olsak da, olmasak da dünya yine dönüyor. Her sabah, tan yeri ağardığında Güneş, doğudan doğup; her akşam gurup vakti, kızıl libaslara bürünüp, büyülü saltanatiyla mor bulutların ardından batıyor. Baharla birlikte dallar yeşeriyor. Hazan geldiğinde ise; bize hiç sormadan bütün yapraklar sararıp dökülüyor.

Bu geç fark ediş; sanki, "Berk urup çıktı evinden nagehan" misali 25 yıldır gözümü örten , "suçu sisteme atıp kurtulma kolaycılığından" kurtardı beni. İşte o an; "Bu şeyini şey ettiğimin halkın hiç mi kusuru yok ?" sorusu takıldı kafama.

Yıllardır vasıfsız, mesleksiz ve işsiz on milyonlarca yoksul insan, tavşanlar gibi çoğalıp, düzinelerce çocuk yapıyorlar. Her yıl, on binlerce genç kız 'artiz' ya da 'şarkıcı-manken' olma hayaliyle evlerinden kaçıp metropollerde yem oluyor. Her seçimde, en az 5-6 milyon kişi, yüz milyarlarca lira kara para harcayıp önemli kişi olmak için olmadık şaklabanlıklar yapıyor. Esnaf taifesi, hem beş vakit namaz kılıp hem de hokkabazlığın, sahtekarlığın feriştahı olmuş durumda.

Memleketin en garibanları, en fakirleri ve en acınacak durumda olanları yani kahır ekseriyeti halinden ve düzenden memnun görünüp muhafazakar partilere teveccüh etmeleri siyaset biliminin ve sosyoloji disiplinin de artık suyunun çıktığının bariz bir göstergesidir.

İlk günden beri söylüyorum: AKP ile herhangi bir alıp veremediğim yok. Bütün bu söylediklerim memleketin umumi manzarası olup müsebbibi kesinlikle AKP değildir. Her dükkan herkese açık...Teveccüh iradesi halkın elindedir.

Buna mukabil , bir başka garip tezat eseri; tanıdığım bütün okur-yazar, tuzu kuru ve hali vakti yerinde olanlar da solcu bu memlekette. Yani ezilen ve sömürülen halkın yanındalar (!). Doğayı, ormanları, çevreyi, kuşları ve hayvanları korur gibi; kendileri fakir olmadıkları halde fakirleri koruma ve kollama krizine girmişler. "fakirleri koruyalım, korumayanları uyaralım" mevzuu bütün entel, dantel ve siyasi ağızlara Amerikan sakızı gibi tebelleş olmuş.

Fakir ve fukaraların dışındaki herkes; eşitlik, özgürlük ve adalet istiyor. Ezilenlerin dışındaki herkes; eğitimde fırsat eşitliğinden, parasız ve yaygın sağlık hizmetinden yararlanmaktan yana... Bir nevi halka rağmen halkçılık tripleri.

Birisi çıkıp: Size ne birader! Herkes halinden memnun. Fakiri fukarayı düşünmek size mi kaldı? Başka derdiniz yok mu? Niye kendi kendinize gelin güveyi oluyorsunuz? Derse, ne cevap vereceksiniz?

Adam kafaya koymuş. Yatağını, yorganını sırtlamış kalkmış büyük şehire gelmiş. Bir yolunu bulup, ormanın, denizin, gölün en güzel köşesine dikmiş gecekonduyu. Belediyeye namusuyla rüşvetini veriyor. Her seçimde iki-üç kat daha çıkıyor. Alan razı veren razı. Dilendirmek, kağıt mendil, naylon çorap sattırmak hatta kapkaç ve hırsızlık yaptırmak için bir düzine de çocuk yapmış. Kendisi de ya sokaktan bozma bir otoparkta değnekçi ya da Eminönü meydanına atmış işporta tezgahını yolunu buluyor. İçki ve sigaraya ödediği vasıtalı vergi dışında hayatında tek bir kuruş vergi ödemediği gibi elektrik ve suyu da kaçak kullanıyor. Odununu, kömürünü, ekmeğini, aşevinden yemeğini hatta sütünü bile cennet ve gelecek seçimlerdeki oy hesabına irat kaydedilmesi koşuluyla Müslüman belediyeci kardeşlerimizin inayeti vergi mükellefi vatandaşlarımızın sessizligi sayesinde bedavaya getiriyor. Daha uyanık olanlarının da ceplerine "yeşil kartları" koyup Devlet Hastanelerini bedava kullanmaları cabası.

Türban ve Laiklik meselesinden başımızı kaldırıp; "Ulan bu saadet zinciri daha ne kadar devam eder? " Diye soran da yok nasıl olsa. Memlekette her şey şirazesinden çıkmış vaziyetteyken; siz hangi solculuktan, Müslümanlıktan, sosyal demokrasiden, çağdaşlıktan, ahlaktan, faziletten, eğitimden, sağlıktan, eşitlikten, özgürlükte , büyüme ve kalkınmadan bahsediyorsunuz ki?

Bugüne kadar tek bir yetkili ağızdan, memleketin gerçek sorununun kaynağı hakkında TEŞHİS ve TESPİT babından bir tek söz duydunuz mu hiç?Duyamazsınız! Çünkü, NETİCELERİ tartışmak ASIL NEDENİ gizlemenin en kolay yoludur. Asıl nedenden söz etmek; ya dinen caiz değildir ya da aziz Türk Milletini rencide eder diye susarlar. Daha doğrusu bu manzara pek çok kimsenin işine geldiği için üstü örtülür.

Az gelişmiş ve fakir bütün ülkeler gibi Türkiye'nin de birinci ve en önemli sorunu; işsizlik ve adaletsiz gelir dağılımı değildir. Bunlar sonuçtur. Ana sorun; zincirlerinden başka kaybedecek hiç bir şeyi olmayan geniş ve mesleksiz halk yığınlarının TAVŞANLAR GİBİ KONTROLSÜZ ÜREMESİ ve ÇEKİRGELER GİBİ ÇOĞALMASIDIR.

Sözde sosyal demokrat muhalefet partimiz ve onun ebedi şefi de, muhafazakar iktidar partimiz ve onun lideri Başbakanımız da; bu kontrolsüz üremeden ve hızlı nüfus artışından zerre kadar rahatsız olmadıklarını biliyoruz. Bilakis , sayın Başbakan'a göre bu durum, hususiyetle teşvik edilmesi gereken bir mevzudur.

Sağlıklı ve ergin bütün erkek köpekler, kediler ve kuşlar gibi insanlar da; doğurgan dişilerle korunmasız cinsel ilişkide bulundukları zaman o dişileri hamile bırakırlar. Bu olay; laikçiler için basit bir tabiat kanunu mütedeyyin vatandaşlarımız için ise; haşa huzurda hikmetinden sual olunamayan Cenabı Allah'ın yüce bir takdiridir. Yani, kesinlikle özel bir yetenek ve marifet değildir.
İnsanlar için asıl marifet; kız ya da oğlan, dünyaya gelecek o yavruları, insan gibi ve mutlu yaşayabilecek bir şekilde yetiştirip geçerli bir meslek sahibi yapabilmektir.


Gelişen bilgi teknolojileri ve otomasyon sayesinde; günümüz dünyasında robotların çalıştığı madenlerde ve fabrikalarda vasıfsız düz işcilere, fork-lift'lerin çalıştığı depolarda hamallara, gelişmiş tarım makinelerinin çalıştığı tarlalarda ise çok sayıda rençpere, ırgata ve marabaya ihtiyaç yoktur. Yakın bir gelecekte , üç dil bilen ve her türlü pozisyona programlanmış ve anında HIV testi yapabilecek kabiliyette Cameron Diaz ya da Samenta Fox görünümlü robotlar piyasaya çıkarsa hiç kimse şaşırmasın.


150 Yıl önce , yani sanayi devriminin ortya çıkardığı MAVİ YAKALI işçi sınıfının yerini bugün çok iyi eğitim görmüş BEYAZ YAKALI beyin ve bilgi işçileri almıştır. Eskiden binlerce kişinin çalıştığı fabrikalarda şimdi 20-30 kişi çalıştığı halde üretim ve kalite bir kaç misli artmıştır. Bilgi teknolojilerindeki gelişme ve küresel rekabet bu trendi her geçen gün hızlandıracaktır. Kısaca, Karl Marx'ın tarif ettiği işçi sınıfı artık tarih olmaktadır. Onların yerini, çok iyi eğitimli BEYAZ YAKALI profesyoneller almaktadır.

Marxist bir tespitten hareketle; bugün, büyük şehir varoşlarında kendilerini MUHAFAZAKAR zanneden milyonların, aslında sosyolojik anlamda sınıfsal bir özellikleri yoktur. Ne tam olarak KENTLİ ne de KÖYLÜ sayabileceğimiz bu MARİJİNAL kesim ; ancak, LÜMPEN PROLETER olarak kabul edilebilir. Kontrolsüz çoğalan bu lümpen proleter marijinal çoğunluk; bugünün ve önümüzdeki bir kaç on yılın en ciddi sosyal sorunudur. Sayıları on milyonlarla ifade edilen bu çoğunluk yüzünden, hangi iktidar gelirse gelsin , hangi plan, proje ve programı uygularsa uygulasın, kısa ve orta vadede;


1- Siyasal, sosyal ve iktisadi istikrarı sağlamak kesinlikle mümkün değildir.

2- Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve kentsel alt yapı sorunlarının tam olarak çözülmesi mümkün değildir.

3- İstihdam politikalarını düzenlemek, sürdürülebilir büyüme ve kalkınma planlamaları yapmak mümkün değildir.

4- Demokrasi ve sağlıklı siyaset kurumlaşamaz.


Önerilerimiz:


1- Her ne pahasına olursa olsun aile planlaması teşvik edilmelidir.

2- Gerekirse ( anti-demokratik saydığımız) cebri nüfus planlaması gündeme getirilmelidir.

3-Kaçak yapılaşmayla en sert şekilde mücadele edilmelidir.

4-Türk'ün karnı doyduğu zaman ilk aklına çocuk yapmak gelir. Bu nedenle belediyeler oy avcılığını ve halk dalkavuklugunu yani SOSYAL BELEDİYECİLİK martavalını bir tarafa bırakıp asli işlerine geri dönmelidir. Her sosyal yardım, kentlere yeni bebekler ve yeni sorunlar olarak geri dönmektedir.

5- En kısa sürede toprak ve tarım reformu gündeme getirilerek göç önlenmelidir.

6- Kırsal alanlarda tarım ve hayvancılık en ciddi manada teşvik edilmelidir.


A. Mesut Tatlıpınar

 
Toplam blog
: 47
: 3759
Kayıt tarihi
: 17.02.08
 
 

İstanbul'da doğdum. Şişli Lisesi'ni ve MÜ Siyasal Bilimler Fakültesi'ni bitirdim. Daha sonra, İ.Ü..