Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '20

 
Kategori
Edebiyat
 

Yeni Yıl Armağanı

Genç kız yeni mezun olmuştu. Şansı yaver gitmiş, hemen iş bulmuş, ilk maaşını da almıştı. Yıllardır kurduğu bir hayali gerçekleştirmenin tam sırasıydı. Daha çocukken kendine verdiği sözü anımsadı. Para kazanmaya başladığı ilk yılbaşında, tüm sevdiklerini çam sakızı çoban armağanı da olsa anımsayacaktı. Yeni yıla girmeye sayılı günler kalmıştı. Uzunca bir liste hazırladı o sabah. Listenin başında sevdiği genç adam vardı. Sonra annesiyle babası. Hakları hiçbir şeyle ödenmezdi, ne çok emekleri vardı üzerinde. Kardeşleri, kuzenleri, en yakın arkadaşları, aile büyükleri derken uzayıp gidiyordu liste. Her birine küçük küçük armağanlar alacak olsa da parası, ancak ucu ucuna yetecek kadardı. Şehrin en kalabalık caddesine gitmeye karar vererek çıktı evden. Orada herkese ve her keseye uygun bir şeyler bulmak mümkündü neyse ki.

Nasıl da ışıl ışıldı cadde. Yeni yıl için süslenmişti. Kalabalığın coşkusu, dükkânlardan taşıyor, caddeyi fırdolayı dönerek kızın içine doluyordu. Cebinde listesi, gün boyu dolaşıp durdu. Önceliği kalbindeki genç adama verdi. Öyle bir armağan seçmeliydi ki yanında sevgi sözcükleri bile anlamsız kalmalıydı. Fakat hiçbir şeyi yakıştıramıyordu ona. Aramaktan yorgun düşmüştü. Caddenin sonunda her zaman uğradığı kitabevine girip biraz soluklanmak iyi gelebilirdi. Kitabevinin tanıdık kokusu, sıcak havası, içeri girer girmez sarmaladı onu. Bir an için o günkü amacını unutturuverdi. Bildik alışkanlıkla kitap raflarını dolaştı. Çok satanlara göz ucuyla baktı. Tanıdık yazarların, şairlerin her biri, raflardan selam duruyordu ona. Genç kızsa bu dost selamları içtenlikle kabul ediyor, her birini eline alıyor, usul usul kapağını okşuyor, kokusunu içine çekiyordu. Sonra arka kapağı çevirerek okuyor, kitabın yazarıyla kısa bir sohbete dalıyordu. Yılbaşıymış, hediyeymiş, listeymiş çoktan çıkıvermişti aklından. Kendini kitaplara iyice kaptırmıştı ki aralarından birinin dikkatini çekmesiyle amacını anımsayıverdi yeniden. “Evet, çok oyalandım,” dedi kendi kendine. “Bir an önce şu hediye işini halletmeliyim. Günler torbaya girmedi ya. Nasıl olsa sonra tekrar gelirim buraya. O zaman istediğim kadar bakabilirim kitaplara.” Tam arkasını dönüp gitmek üzereydi ki az önceki kitap, bulunduğu raftan “pat,” diye düşüverdi. Genç kızın gönlü onu orada bırakmaya razı olmadı. Kitabın kapağında kısa kesimli saçlarıyla çevrelenmiş yüzünde, nedensiz yere kendisine yakın hissettiği bir genç kadın vardı. Kadının bakışları öylesine ikna ediciydi ki kitapla birlikte kasaya doğru yürüdü genç kız.

Kitabevinden çıktığında hava iyice soğumuştu. “Bugünlük bu kadar yeter,” diyerek hediye alma işini yarına bırakmaya karar verdi. Sokak lambalarının ışığında belirginleşen kar tanelerini izleyerek eve kadar yürüdü. Akşam yemeğinden sonra sade bir kahve pişirdi kendisine. Vivaldi’nin Kış Konçertosu odayı doldururken o, çoktan yeni kitabıyla pencere kenarındaki koltuğuna kurulmuş, ayaklarını sıcacık kalorifer peteğine uzatmıştı bile.

Pencere açıklığından görülen kar taneleri, solo kemanın nameleriyle eş titreşirken kızın ruhu, hikâyenin satırları arasına sızıp, Della’nın, namı diğer kitabın kapağındaki kısa saçlı genç kadının bedeninde can bulmuştu bile. O halde hayallerde biraz daha ileri gitmenin tam sırasıydı. Kendisi Della ise sevdiği adam da pekâlâ Jim olabilirdi.

Della’ya dönüştüğünü ilk kez, yoksul bir odadaki eski aynaya bakarken fark etti. Görüntüsüyle karşılaştığında yaşadığı şaşkınlığı üzerinden çabuk attı. Defalarca hayranlıkla baktı aynaya. Boyu dizlerine kadar gelen, “çavlanları” andıran kumral saçlarını uzun uzun seyretti. Mutluluğu uzun sürmedi. Müziğin ritmi hızlanırken kar, tipiye döndü. El çabukluğuyla kumral saçlarını topladı, aynadaki yansımasıyla vedalaştı. Bugüne kadar Jim ile beraber gurur duydukları iki şey olduğunu anımsadı birden. Birincisi, az önce aynada seyrettiği saçları, ikincisi ise Jim’in maddi açıdan paha biçilmez olmasa da, manevi kıymeti büyük olan dededen kalma köstekli saatiydi. Bu düşüncelerle çıktı kapıdan. Vivaldi’nin nağmeleri sokakta da peşini bırakmazken o kendini “Madam Sofronie. Her Cins Saç Malzemesi”yazılı bir tabelanın önünde buluverdi. Dükkândan içeri girdiğinde uzaklarda bir yerlere çığ düştüğünü fısıldayan notalar yükseliyordu ruhunda. Saçlarını Madam Sofronie’nin ellerinde bırakarak notaları önüne kattı ve yol boyunca yokuş aşağı yuvarlanan kocaman bir kar topuna dönüştü. Elini cebine sokar sokmaz madamın saçlarına karşılık verdiği yirmi doların sıcaklığıyla az önceki donmuş notalar da çözülüverdi ansızın. Çavlan çavlan çağlayarak baharı muştuladı her biri. İçi sevinçle dolarak gün boyu dükkân dükkân dolaştı da sevgili Jim’i için aradığı armağanı ancak bulabildi. Bir saat kösteğiydi bu. Cebinden yirmi doları çıkarıp verdiğinde bir kuş kadar hafifledi, uçarcasına evin yolunu tuttu. Noel gecesi yapacağı sürprizin heyecanıyla bekledi durdu Jim’i bütün gün.

Akşamın karanlığıyla dinginleşen notalar, içindeki huzuru çoğaltırken Jim girdi kapıdan. Della’ya baktı şaşkınlıkla. Keman, inim inim inliyordu ki “Senin için Jim,” dedi Della. “Kökü bende nasılsa,”diye ekledi saat kösteğini uzatırken. “Sana bir noel hediyesi vermeden edemezdim, bu yüzden de saçlarımı sattım.” Odayı dolduran müziğin sesi öylesine silikleşti ki neredeyse duyulmaz oldu. “Ne yani,” dedi. “Şimdi beni eskisi kadar sevmeyecek misin? Saçlarım olmasa da ben hâlâ benim. Hadi, saatini, ver de kösteği takalım.” Keman içlendikçe içlendi, ağlamaklı oldu. Jim cebinden bir hediye paketi çıkarıp uzattı ona. Hayretle paketi açtığında gözlerine inanamadı Della. İçinden, uzun süredir isteyip de alamadığı, saçlarının tonundaki taşlı taraklar çıkıverdi. Tarakları göğsüne bastırırken notalar da aşkın sıcaklığında eriyip gitmişti çoktan. “Dell, gel şu Noel hediyelerimizi bir kenara koyup bir süre bekleyelim. O kadar güzeller ki, şu anda onları taşıyacak gücümüz yok. Ben de senin taraklarına para bulabilmek için saatimi sattım,” dedi Jim.

O noel gecesi, küçücük ve yoksul odalarında, Vivaldi eşliğinde içlerinde dört mevsimi(!) birden yaşarlarken bu naif hikâyeyi okurlarına armağan eden, yazdığı hikâyelerin şaşırtıcı sonlarıyla ün yapmış Amerikalı yazar O. Henry; “…Ben de burada kalkmış, size hayatı paylaşan iki sersem çocuğun akılsızlık edip en büyük hazinelerini birbirleri için feda etmelerinin sıradan hikâyesini yarım yamalak anlatmaya çalışıyorum. Ama günümüzün bilgelerine son bir sözüm var: Bilinsin ki hediye verenler içinde en bilgeleri o ikisiydi. En bilge olanlar, onlar gibi hediye alıp verenlerdir,” diyerek bitirdi hikâyesini. O. Henry’nin kalemiyle yarattığı Della ve Jim, “Noel Hediyesi” adlı hikâyeye ziplenirken genç kızın sayesinde bir kez daha can buluyordu.

Dışarıda kar yağışı durmuş, genç kız da çoktan kahvesini bitirmişti. Sevdiği adama, ailesine ve tüm sevdiklerine verebileceği en güzel armağanın çarşıda pazarda satılmadığını anladı o gece. Yüreği huzurluydu. Pencere açıklığından görülen gökyüzünde, solo kemanın nameleriyle eş titreşen kar, bulutları dağıtır gibi oldu. Della’nın ruhu hikâyenin satırları arasından dışarı sızarak kızın bedeninde can bulduğu sırada çaldı telefonu. Arayan sevdiği adamdı. Bu akşam tesadüfen çok güzel bir hikâye okudum diyordu. O da Della ve Jim’den söz ediyordu.

ESRA KARA 30.12.2020

 
Toplam blog
: 35
: 330
Kayıt tarihi
: 27.02.14
 
 

“Hikayeler hep aynı hikaye” diyorsan ve değiştirmek istiyorsan… 1969 yılında Ayvalık'ta doğdu..