Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '06

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Yeni yıla girerken

Yeni bir yıl geliyor. Ama ne tuhaftır ki ilk defa bu sene içimde yeni yıl çoşkusu ve heyacanı yok. Üstelik bu yılbaşı katmerli bir kutlama da var, çünkü aynı zamanda bayram. Çoşku ve heyecanımın daha fazla olması gerekirdi aslında..

Bilmiyorum sadece ben mi, yoksa benim yakın çevremdekiler mi böyle ama genel olarak kimsede çoşku görmüyorum. Sanki ışıklar bile daha cılız, vitrinler bile daha soluk geliyor bana.

Zor bir yıldı 2006. Elbette bu yıldan da büyük keyif alan, fayda sağlayan, mutluluklar yaşayanlar oldu. Hatta sayıları az da olsa benim bile güzel günlerim geçmedi değil bu yıl içinde. Onlar hoş bir seda olarak kaldı ama zorlukların yanında cılız bir seda oldukları için varlıklarını pek duyuramadılar.

Benim kişisel zorlanmalarım yanında aslında bütün çoşkumu ve neşemi alan çevremizde yaşananlar. Gelen gideni aratır der ya eskilerimiz, gerçekten de her geçen yıl bir öncekini mumla aratıyor gibi. Gün geçmiyor ki, içimizi ürperten korkunç haberlerle sarsılıyoruz. Hergün onlarca cinayet, tecavüz, gasp, vahşet haberi ile tüylerimiz diken diken oluyor. Kimsenin kimseye sevgisi, inancı yok. Tüm eski değerlerimizi açılmayacak bir kuyuya gömmüş gibiyiz. Yeni yıla bir kaç gün kala, içinizi karartmak değil elbette istediğim ama, hava ne güzel, kuşlar, çiçekler, böcekler diye neşeli şarkılar söylemek gelmedi bir türlü içimden.

Bu kadar acımasızlığın, ilkelliğin olduğu bir toplumda yaşamak, dünyanın gün geçtikçe daha çirkinleştiğini görmek canımı çok acıtıyor. Kendi küçük dünyalarımıza çekilmiş, kendi hayatlarımızı yaşarken, çevrede olup bitenleri görmezden gelemeyiz. Bana olmaz, benim çocuklarım yapmaz, benim başıma gelmez diye kayıtsız kaldığımız toplum, aslında bu vurdumduymazlığımız yüzünden bizi de içinde eritecek diye korkuyorum.

Hergün birileri çıkıp bir şeyler yazıyor, çiziyor, yasa tasarıları hazırlanıyor ama hiçbirisi, küçük bedenlerin zarar görmesine, kadınların mal gibi alınıp satılmasına, töre uğruna katledilmesine engel olamıyor. Üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibi oturuyoruz hepimiz. Üzülüyoruz, korkuyoruz, korktukça içimize kapanıyoruz. Ama benim asıl korkum, tüm bu yaşananları kanıksamak aslında. Gün gelecek ve bu okuduklarımız, gördüklerimiz doğal gelecek gözümüze diye korkuyorum. Sanki çok olağan bir şeymiş gibi, bakıp geçeceğiz ve ilgilenmeyeceğiz diye inanılmaz endişe ediyorum. Dilerim bu sadece benim endişem olarak kalır, hiçkimse böylesi bir adamsendeciliğin pençesine düşmez.

Peki ne yapmak lazım? Bu haberleri yayınlamamak mı? Göstermemek mi? Yoksa tam aksi mi? Bunu bilmiyorum. Bildiğim tek şey, sevgiden, şefkatten, değerlerinden bu kadar uzaklaşan bir toplum için bir şeyler yapmak gerektiği. Benim işim değil, ben karışmam, demekle hiç bir yere varamayacağız. Karınca kararınca herkesin yapacağı bir şeyler vardır eminim. Bunu yazarken de şöyle bir düşündüm, kim ne yapmalı diye? Eskiden her kötü giden şey için “eğitim” i suçlardık. Eğitim şart der ve topu öğretmenlere atardık. Şimdi düşünüyorum da eğitim denen şeyin aslında sadece okul olmadığını artık hepimiz çok net görüyoruz. Bugün hiç bir şey yapmadan sadece gazete ve tv. İzleyerek bile çok rahat algılayabileceğimiz gibi, okulda eğitim alan öğretmen, doktor, profesör, hakim vs. olan pek çok meslek sahibi kişi de düşündükçe hayal bile edemeyeceğiz şeyler yapabiliyorlar. Bu insanlar çok yakınımızda, belki hergün yanlarından geçiyor, belki aynı yerlerde yaşıyor, yemek yiyor veya çalışıyoruz.

İşte sadece okulda yapılan eğitimle çözüm bulamayacağımız bir konu bu. Eğitimin ailede başlaması gerektiğinin en somut göstergesi. Çarpık bir aile ortamında yetişen, kişilik problemi yaşayan insanların kaçınılmaz sonu.. Eğitim önce ailede, yani daha da önemlisi önce annede başlamalı. Bir toplumda kadın ne kadar iyi eğitilirse, onun yetiştirdiği çocuklar da o kadar düzgün eğitim almış olacaklardır. Annelerin gücü, bilinci, yaşam kalitesi arttıkça, toplumun da yaşam kalitesi artacaktır. En azından bu konuda bir şeyler yapılabilir belki... Kadınların gücü, azmi aslında pğek çok zorluğun üstesinden geldi şimdiye kadar. Ama ben şimdiki kadınlarda aynı enerjiyi, azmi göremiyorum maalesef. Dilerim ben yanılıyorumdur. Kadınlarla ilgili sayfalarca yazabilirim ama bugün anlatmak istediğim bu değil...

Çok sevdiğim güzel bir hikaye vardır; bir odada yanan 4 mumla ilgili. Mumlar teker teker sönmeye başlar. Önce sevgi mumudur sönen, kimsenin kendine ihtiyacı olmadığını düşünür, sonra barış, o da mutsuzdur, insanların kendisini unuttuğunu düşünüp, kapatmıştır kendini, Diğeri inançtı sönen mumların. Kimseye faydası olmadığını düşündüğü için o da söner yavaşça. Odaya giren küçük kız, endişeyle bağırır, neden, neden sönüyorsunuz diye, benim size ihtiyacım var, nereye gidiyorsunuz? 4. mum cılız bir şekilde yanmaktayken birden alevi daha parlak olur. Ben der, ben hep yanacağım, insanlık var olduğu sürece de yanmaya devam edeceğim. Umut benim adım... Ben var oldukça, diğer mumları da yakabiliriz.

Dünyada herşeyimizi kaybetsekde, dilerim umudumuzu hiç bir zaman yitirmeyiz. Evet kötü günler geçirdik, geçiriyoruz da, ama ben umudumu asla yitirmiyorum. Umuyorum ve diliyorum ki, yeni yıl, yeni gelecek yıllar, ülkemize sevgiyi, barışı, inancı ve huzuru getirsin.

Sadece kendi küçük dünyamızla değil, tüm dünyayla barışık ve dost olabilelim.

2006 yılında neleri yitirmiş olursanız olun, neler sizi acıtmış olursa olsun, lütfn 2007 yılına girerken cebinizde bol bol umudunuz olsun...

Sevgiyle kalın, umut mumunuz hiç bir zaman solmasın...

 
Toplam blog
: 15
: 521
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

Kendimi bildim bileli yazmayı çok sevdim ben. Duygularımı en iyi ifade ediş şeklinin yazmak olduğ..