Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Aralık '09

 
Kategori
Sosyoloji
 

Yeniden yapılandırılıyoruz

Yeniden yapılandırılıyoruz
 

Sessiz ve sakin gecelerde boza sattığını bildiğimiz ama ne diye bağırdığını anlayamadığımız bozacı geçerdi kapımızdan. Lapa lapa kar yağardı. Asfalt yüzü görmemiş kare taşlı küçük sokaklarımız karla kaplanırdı. O nedenle de bütün sokağımız gündüzmüş gibi aydınlık gözükürdü.

Küçük odalarımızda kömür sobası yanardı. Hepimiz aynı odada otururduk. Televizyon denen şey yoktu. Ama "Saba" marka lambalı bir radyomuz vardı. Açma düğmesini çevirdiğiniz zaman lambaların ısınmasını beklerdik. Üzerinde bir de küçük ışığı vardı. İlk açtığımızda kırmızı olan ışık lambalar ısındığında yeşile dönerdi. Ve yayın başlardı. Yayın dediğim de yalnız TRT'nin bir tek radyo istasyonu.

O zamanlar "Liseler arası kültür yarışması" vardı. "On soru on cevap" adlı bir yarışma programı vardı ki tanınmış bir diş macunu firması düzenliyordu. Yarışmaları da ya Orhan Borhan ya da Halit Kıvanç sunardı. Sonra "Radyo tiyatrosu" vardı ki onu kaçırmamaya çalışırdık. Babam severdi edebiyatı. Ne bileyim meselâ benim o radyo tiyatrosundan unutmadığım bir oyun "Manda Gözü" vardı.

Hepimizin daha mutlu olduğu yıllardı o yıllar. Türk Sanat Müziği'nin eşsiz besteleri eşsiz sanatçıların o güzel sesinden radyodan odalarımıza dağılırdı. Türk Halk Müziği'nin en güzel türküleri saza gelirdi dile gelirdi büyük ustaların elinde ve dilinde.

Mutfakta pişen yemekler mis gibi kokardı. Çünkü, her şey zamanında yetişir mutfaklarımıza gelirdi. Ne hormonlu gübreler vardı ne de GDO'lu ürünler. Soframıza hazırlanan yemeklerin buharı mutfağımızın camını nasıl da buharla kaplardı? Ve ben o cama ne resimler yapardım.

Kış akşamları başka olurdu. Hepimiz aynı odada. Hep beraber masaya oturulur, hep beraber çaylar içilir, sohbetler edilirdi. O nedenle de alışılmış bir Türk aile ortamından söz ediliyordu. "Ev alacağına komşu al" sözü o zamanlar için gerçekten yerinde bir sözdü. Çünkü, komşuluk denen şey bırakın aynı apartmanda oturan insanların komşuluğunu, aynı mahallede oturan insanların komşuluğuydu.

Mahalle bakallarımız, kasaplarımız, manavlarımız ne güzeldi. Kredi kartı olmayan yıllarda "Yaz deftere" kredisi vardı. Çünkü o zamanlar büyük çoğunluk memurdu. Ödemeler aydan aya yapılırdı.

Hatırlar mısınız ahşap kasası ile çöpcü gelirdi kapımıza. Ahşap kasayı da bir at çekerdi. Evlerde havagazı vardı. Elektrik, havagazı, su faturaları kapılarda tahsil edilirdi. Postacılar bugün olduğu gibi yalnız değişik fatura ve banka ekstreleri getirmezdi kapıya. İnsanlar birbirlerine mektup yazardı. Bayramlarda, yeni yılda ve hattâ kandillerde bile bir birlerine kart atarlardı. Anneannem kedileri hep sevmiştir. Biz de ona kedili kartlar yollardık. Ne cep telefonundan mesaj yollamak vardı ne de bilgisayarlarda değişik haberleşme siteleri...

Modernleşme bütün dünyada bizim kadar yıkıcı olmadı. Çünkü, biz Türklerin oldum olası ünlenmiş bir aile yapısı vardı. Aile ortamı da önemliydi, Türk mahalleleri de önemliydi, Türk gelenek ve görenekleri de önemliydi. Modern yaşam bizim hayatımızdan bunları aldı götürdü. Bu büyük bir depremdi. Alışmadığımız bir ortama bir anda düşüverdik. Boşlukta kaldık. Çünkü, bütün meziyetlerimiz bir anda altımızdan çekildi.

Bugün Türk toplumu karma karışık yaşıyor. Bazen soruyoruz ya "Ne oldu bize?" diye. Neden bu cinayetler, neden bu kardeş kavgası, neden bu aile içi cinayetler, neden bu katliamlar, neden bu bir birimize saygısızlıklarımız?

Büyük bir Türk kültürü modernleşme adı altında yıkıldı gitti. Şimdi, bu yapı yeniden yapılanmaya çalışılırken, Türk alışkanlıklarının yerine Arap alışkanlıkları yerleştiriliyor.

Bu kavga burada, bu şekilde, bu kadar basit bitmeyecektir. Kavga yeni başlıyor.

Çünkü herşey yeniden yapılandırılıyor.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..