Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '11

 
Kategori
Deneme
 

Yenidünya düzeni güçlerinin günümüz insanı üzerindeki politikalarını gerçekleştirme araçları

Yenidünya düzeni günümüz insanı üzerinde politikalarını nasıl gerçekleştiriyor? Bu gün dünyaya şekil veren güçler bu politikalarını nereye kadar devam ettirebilirler? Bu iki soru üzerinde tartışılıp üzerinde durulması gerektiğini düşündüğümden konu ile ilgili fikirlerimi sizlerle paylaşmak isterim.

Fikir derken bir saptama yapmak isterim. Bir söz vardır: ‘Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak.’ Uluslar ötesi sermayenin desteğini almış bazı belgesel yapımları insanları adeta bilgisiz ama fikir sahibi insanlar haline getiriyor.

Yaşadığımız dünyada insan faaliyeti sonucu doğanın dengesinin bozulduğu, insanın sömürüsü yanında doğanın sömürüsünün söz konusu olduğu vurgulanıyor. Dünya üzerinde yaşayan halkların arasındaki farklar ve toplumların kendi bireyleri içindeki çelişkiler ortaya konuluyor. Mesela yüksek bütçeler harcanarak çekilmiş olan ‘Yuva’ belgeselinden birkaç cümleyi paylaşmak isterim: ‘’2050 yılında 200 milyonu aşan sayıda iklim mültecisi ortaya çıkabilir. Eylemlerimizin bedeli ağır ve bu bedeli masumlar da ödeyecek Çölde kurulmuş koca şehir büyüklüğünde pek çok mülteci kampı gördük. Yarın bir gün kaç kadın, erkek ve çocuk sahipsiz kalacak farkında mısınız? İnsanlar arasındaki dayanışmayı sağlamak ve diğerlerinin çektiği acılardan kaçmak için hep duvarlar mı öreceğiz.’’ Burada geçen ‘bedeli masumlar da ödeyecek’ denmesi bir çarpıtmadır. Çünkü birilerinin yanında masumlar da zarar görecek anlamı çıkıyor ki bu yanlış. Çünkü sadece masumlar zarar görüyor. ‘kaç kadın, erkek ve çocuk sahipsiz kalacak farkında mısınız?’ kısmında izleyiciye verilen mesaj ile bu zarar gören insanların sahiplerinin olduğu ve bir avuç mutlu azınlığın sefalet çeken kitleler hakkında karar verme yetkisi olduğu düşüncesi dayatılıyor.

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı vardır. Bir ulus endüstrileşmiş bir ülkeden ne kadar geri görünürse görünsün bu geri görünme kavramı sanayileşmiş ulusların bakış açısına göre geridir. Biz burada adil ve saf olanı arıyorsak kaderin tayin etme hakkı olan ulusun bakış açısıyla bakabilmeliyiz.

Belgeseli iyi izlediğinizde birçok yerde küresel güçlerin politikalarının uzantılarını görebilirsiniz. Sakın izlenmemeli düşüncesine sahip olduğum izlenimi çıkmasın. Bence kesinlikle izlenmeli ve yararlanılmalı. Belgesel ya da sinema filmi olsun iyi analiz edebilmeli bizde yarattığı duyguyu tahlil etmeliyiz ama kılavuzumuz somut gerçekler olmalıdır. Bu somut gerçekler nelerdir. Birçoğu bu tür belgesellerde istatistik olarak veriliyor zaten. Günlük yaşamda, haberlerde, dizilerde görüyoruz: Güçlüler kuralları koyuyor. İşine gelmeyince değiştiriyor. Uluslar parçalanıyor. İşine gelirse birleştiriliyor. Ama halklar hep sömürülüyor. Dünya gaz dengesini insanın yaşamasına olanak vermeyecek boyutlara ulaşmasında yine sanayileşmiş ulusların suçu var ve bunlar dünya gaz dengesini korumak için yapılan Kyoto analaşmasına imza koymuyorlar. Doların yüzde doksan beşini elinde tutan Rokafeeler gibi Yahudi aileler in elindeki güç ve iktidarın kaynağı maalesef sömürülen ulusların halklarının emekleri. Artı değeri sömürülen emekçi kesimin emeğine yabancılaşmasına neden olan da bu zengin Yahudilerin sistemidir.

Bu Belgeselin çekimleri pek çok ülkede yapılmış, yüksek bir bütçe ile çekilmiş ve muazzam hava çekimleri olan bir yapım. ‘Yuva’ ve ‘Baraka’ gibi belgesellerde izleyiciyi cezbeden muhteşem görüntüler var. Ama bir kusurcuğu da şu: İnsan, özne değil nesne olarak görülüyor. Açlık susuzluk çeken insanlara havadan bakıp belgeselin sonunda bunların eğitime ihtiyacı var karamsar olmayalım demek samimi gelmiyor bana. Ülkemizde insanı temel alan ve insan yaşamını derinlemesine işleyen kıt kanaat imkânlarla çekilmiş pek çok belgesel var. Bu arkadaşların yaptıkları Belgesel filmler yüksek bütçeli belgesellerden çok daha iyi.

Bu yüksek bütçeli belgesellerde eğitime ihtiyaç var diyenler ile mineral maden ve kaynak için emperyalist sömürüyü devam ettirenler aynı merkezin birer parçaları

Nasıl mı: iktidar namlunun ucundadır diyen beyaz adam önce Kızılderilileri katletti, yurtların işgal etti şimdi oradan dünyayı yönetiyor. Dünyadaki şatafatı besleyen sefaletin sorumlusu onlar. Emperyalizm’in üç ana ayağından biri olan IMF dünya ülkelerini faizli paralarla borçlandırarak ekonomik bağımsızlıklarını ellerinden alıyor. Dağıtılan paraların garantörü ve yaptırımların aleti ikinci ayak olan pentagondur. Sömürülen ülkelerden birinde bağımsızlık isteyen birileri mi çıktı? Hemen yerli işbirlikçiler devreye girer. Sorun daha da büyükse pentagon uçak gemilerini o ülkeye gönderiverir. Üçüncü ayak en ince ve hassas olan Birleşmiş Milletler; Dünya Tarım Örgütü, UNESCO ve benzeri yardım örgütleri. Bunların bağlı olduğu yerde pentagon ve IMF’nin bağlı olduğu merkez aynı. Dünyadaki bilim de bağımsız değil. Az gelişmiş bir ülkedeki bir araştırmacı kendi çabaları ile bir buluş yaptı ise bunu belirli kuruluşlara kabul ettiremediği sürece patent alamıyor. Bu patent kuruluşları da Pentagon’a bağlı.

Bu tür yapımlarda havadan çekim yaptıkları halkların yanına gidip de onlarla direkt iletişime geçilmez. Çünkü onlar cahil insanlardır ve bu filmi yapan insanların onların adına karar verme hakları vardır. Onlara acırlar ama düşüncelerini almazlar. Hâlbuki doğa ile denge içinde yaşayabilen Kızıl derili ya da Afrikalı ya da yağmur ormanlarında yaşayan insanlardan çok şey öğrenebilirdi beyaz adam. Bu bakir bölgelere giden misyonerler İncili öğretirler açtıkları okullarda. Amaç Hıristiyanlaştırmaktır. Orda yaşayan adam doğa ile uyum içinde yaşıyor, misyonerin incili ona bir şey kazandırmaz.

Yazımın başında vurguladığım gibi insanlar görsel iletişim araçları ile bilgi sahibi olmadan fikir sahibi yapılıyor. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuş olan insanlara gerçekleri ve bu gerçeklerin insan üzerinde yarattığı çelişkiyi anlattığınızda size karşıdan ‘Hayallerimi sana çaldırtmam, benim bu sistemden büyük beklentilerim var.’ Cevabı geliyor.

Yaşadığımız üretim ilişkilerinin insanlarda yarattığı yabancılaşma egemen sınıflar tarafından sürekli beslenmekte. İşçi, emekçi, emekli, köylü, memur, esnaf kısaca tüm emekçi sınıfları oluşturan bireyler; çalışmadan kazanma, başkalarının sırtından geçinip sınıf atlama hayalleriyle yaşarken egemen sınıfların onların emeğini sömürdüğünün farkına varamıyorlar. Kendi emeğine sahip çıkamaması için insanlar tek tipleştirilip tepkisizleştiriliyor.

Emeğine yabancılaşmanın karşı tarafa getirdiği zenginleşme, mülksüzleşen geniş kitleleri yeniden üretiyor. Mülksüzleşen kitlelerse zengin olma hayalleriyle çoğalıyor ve daha da mülksüzleşiyor. Ekonomik koşulların elverdiği sınıf atlamayı başaranlar ise ekonomik açıdan güçlense de sosyal yönlerini geliştirememiş, insanı insan yapan unsurlardan uzak, parayla her şeyi satın alabileceği zihniyeti ile yaşıyor.

İnsanı insana ve insanı doğaya düşman eden ideolojinin hala ayakta olması, kendini insanın ve doğanın yıkımı ile yenilemesi. Savaşlarla güçlenen bu sistemin yok oluşa ittiği insan kitlelerinin kendi özlerine düşman olan bu ideolojiye ve onun ekonomik sistemine sahip çıkması nasıl sağlanıyor? Tüm iletişim araçlarıyla, baskı araçlarıyla ve yerli işbirlikçileriyle insanların beyinlerine saldıran, üretim değil tüketim toplumu oluşturan ve kaynaklarına el koyan politikalar sayesinde tabii ki.

 
Toplam blog
: 5
: 571
Kayıt tarihi
: 13.09.11
 
 

Okumayı ve yazmayı seviyorum. müşküle köyü. com 'da yazıyorum. bunun dışında bir çok internet sit..