Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Şubat '20

 
Kategori
Edebiyat
 

Yeraltından Notlar

…Ben hasta bir adamım ….
 
            ….Bilirsiniz ricacıların çoğu ödlekçe olur….
 
             …..Zeki insanlar asla bir baltaya sap olamaz, olanlar yalnız aptallardır. Evet efendim, on dokuzuncu yüzyıl adamı en başta karaktersiz olmalı, böyle olmaya manen mecburdur;  karakter sahibi, çalışkan bir insansa oldukça dar kafalıdır. Kırk yıllık bir ömürden sonra bu inanca vardım.
 
…….her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık. İnsana, gündelik hayatını sürdürmesi için gereken anlayışın yarısı, hatta dörtte biri dahi, yeryüzünün en soyut, en inatçı şehri olan Petersburg’da oturmak gibi katmerli bir felakete uğramış, talihsiz on dokuzuncu yüzyıl aydınımıza yeterdi…
 
….umutsuzluk en yakıcı zevktir, özellikle de içinde bulunduğun durumun çaresizliğini açıkça kavramışsan……
 
……Doğa size danışmaz; beğenmediğiniz, şahsi istekleriniz ona vız gelir. Tabiatı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız……
 
….Şüphesiz böylebir duvarın hakkından gelmeye gücüm yetmezse boşu boşuna yırtınacak değilim, ama karşımda gücümün yetmediği bir taş duvar var diye büsbütün boyun eğmeye de razı olamam…..
 
…Acı çeken kimse inlemekten zevk alır; almasa inlemesini pekâlâ tutardı.
 
            …. Çıkar da neymiş ki? İnsanoğlunun çıkarının nerede olduğunu kesinlikle söyleyebilir misiniz? İnsan çıkarlarının hepsi tek tek sayılabilir mi?
 
            …Bence bütün o mükemmel sistemler, insanlığa gerçek, normal çıkarların neler olduğunun açıklanması, bunların sağlanmasıyla herkesin hemen iyileşip asilleşeceği düşüncesi şimdilik sadece bir varsayımdır. Evet efendim, varsayım!....
 
            …Kim olursa olsun, insan daima, her yerde akılla çıkarın buyurduğu gibi değil, canının istediğigibi hareket etmeyi sever; arzularımızın çıkarımıza tamamıyla ters düşmesi de mümkün, hatta bazen zorunludur…
 
            …İnsana lüzumlu olan tek şey, onu nereye sürükleyeceği belli olmayan hür iradedir. Bu iradeyi de kim bilir hangi şeytan..
 
            …Hür iradesi, arzusu olmayan, istemeyi bilmeyen insanın org silindiri üzerindeki cıvatadan nefarkı vardır ki? Ne dersiniz?..
 
            …Esasen tabiatın hiçbir zaman, hiçbir durumda bize tabi olmadığını, onu hayalimizde kurduğumuz gibi değil, gerçekte olduğu gibi kabul etmemiz gerektiğini asla akıldan çıkarmamalıyız; Karşı koysak bile, nasıl olsa kendini kabul ettirir zaten...
 
            Ne yaparsınız, kırk yıllık yeraltı hayatı, dile kolay! İzin verin, biraz da hayal kurayım.
 
           …Şimdi bir an için insanların aptal olmadığını farz edelim. Ama insanoğlu aptal olmasa biledehşetli nankördür. Nankörün nankörüdür. Hatta bana göre en uygunu, insanı iki ayaklı nankör bir mahlûktur diye tarif etmektir
 
            …Önüne dünya nimetlerinin hepsini serseniz, başı kaybolana, hatta su yüzüne ufak ufak kabarcıklar çıkana kadar saadet deryasına gömseniz, çalışmaya ihtiyacı olmayacak derecede refahını sağlasanız da, sırf ballı çörekler yiyip yan gelip yatması, bir de insan neslinin kurumaması için uğraşmasını sağlamak için iktisadi refaha kavuştursanız da, sırf nankörlüğü, küstahlığı yüzünden bir rezalet koparacaktır…
 
            …zaten iki kere iki dört, hayat değildir baylar, ölümün başlangıcıdır…
 
            …İnsan gayeye ulaşmak için çalışmayı sever, fakat ulaşmayı pek istemez…
 
            …Hatta ıstırabın saadet kadar faydalı olması da mümkündür…
 
            …Şahsi kanaatime göre, yalnız refahı sevmek biraz ayıptır bile.
 
            ….Billur sarayın gerçekte olmamasından bana ne? Arzularımda varsa, daha doğrusu arzularım yaşadıkça o da var olacaksa, gerçekliği neden umurumda olsun?...
 
            ….Bin yıllık kontratlı, fakir kiracılarla dolu ve her ihtimale karşı kapısında Dişçi Wagenheim tabelası asılı bir apartmanı baş tacı edemem, üstüne titrenecek emelim sayamam.
 
            ….Yine de biliyor musunuz bizim gibi yeraltı takımının dizginini sıkı tutmak gerektiği kanısındayım. Çünkü kırk yıl ses çıkarmadan yeraltında otururuz, ama bir fırsatını bulup yeryüzüne çıkarsak çenemizden kurtulamazsınız...
 
            …Ah, şuraya yazdıklarıma bir inanabilsem! Yemin ederim baylar, şu karaladıklarımın tek kelimesine inandığım yok. Daha doğrusu belki inanıyorum, ama bir yandan da nedense malın kötüsünü satmak isteyen tezgâhtar gibi sözlerimin yalan olduğunu hissediyor, şüphe içinde kıvranıyorum….
 
            …Her insanın hatıralarında, herkese söyleyemeyeceği, ancak dostlarına açabileceği taraflar vardır. Hatta dostlara bile açılamayacak, insanın yalnız kendine saklayacağı sırları dabulunur. Bunlardan başka, kendi kendimize bile açmaktan çekindiğimiz konular da vardır ki,bunların sayısı şerefli bir insanın dağarcığında bile hayli kabarıktır….
 
            ….Orası öyle efendim, ama kâğıt üzerinde daha azametli görünüyorlar….
 
            ….Namuslu adamların korkak, köle ruhlu oluşu yalnız zamanımıza, tesadüf sayılacak bazı koşullara bağlanamaz; namuslu insanlar her zaman korkak ve köle ruhlu olmalıdır. Dünyadaki hiçbir namuslu insan bu tabiat kanunundan yakayı sıyıramaz.
 
            ...Bereket versin (bunun için Tanrı’ya şükrediyorum) mektubumu yollamadım...
 
                Yeraltından notlar insanın bilinçaltındaki tüm gizli kalmışlıklara derinlemesine nüfuz eden bir roman. 2. Kez bitirmeme rağmen beynimdeki tüm labirentlere girmiş, tüm odacıkların şöyle bir tozunu almıştır.
 
                Eserde Yeraltı kavramı insanın bilinmezi olan bilinçaltını tasvirde kullanılıyor ve yazarın yaşamında ki yoğunluk var olma mücadelesi, çelişkileri, hezeyanları kendine has bir üslupla okuyucu ile buluşuyor.  Aslında Dostoyevski’nin hayatını daha önceden incelemiş bir okur, romanın, yazarın hayatından alıntılarla dolu olduğu görülüyor.
 
                Yeraltından notlar çaresizliğin en uç noktaları yaşayan, kendine biçtiği umutların tükendiği noktaya ulaştığını hissetmiş bir insanın söyleyebileceği yapıda bir roman. Sanki sohbet eder gibi, hatta sayıklar gibi tüm tereddütleri sonuna kadar hissettiren olağanüstü derin bir analiz. Tabiri caizse 240 hp (beygir) lik bir motorun, 239 ve 240 beygir güç üretirken çıkardığı ses gibi, korkutucu, şaşırtıcı, ilk kez şahit olunan ve tabii ki hayranlık uyandıran bir ses.
 
                Okur olup ta, edebiyatla ilgilenip Dostoyevski’yi okumayan zaten yoktur. O’na dair cümle kurmaya çalışmam haddime de değil zaten saçmalık olur. Ben sadece bu devasa eserin bana hissettirdiklerini paylaşıyorum.
 
                Son olarak Eser hakkında Yazarının Yani Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin görüşünü paylaşıyor, okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Esen kalın.               
 
                “Bu notlar da, bunların yazarı da besbelli hayal ürünüdür. Bununla birlikte, toplumumuzun durumunu, yapısını göz önüne alacak olursak, bu notların yazarı gibi kişilerin aramızda bulunmasının yalnızca mümkün değil, aynı zamanda zorunlu olduğunu kabul ederiz. Benim bütün isteğim, pek yakın bir zaman öncesinin tiplerinden birini herkesin gözleri önüne daha açık olarak sermektir. Bu tip, henüz tükenmemiş kuşağın bir temsilcisidir. “Yeraltı” adını verdiğimiz bölümde bu kişi kendisini, düşüncelerini açıklamakta; sanki bununla toplumumuzda niçin bulunduğunu, bulunmasının neden kaçınılmaz olduğunu söylemek istemektedir. İkinci bölüm ise bu kişinin yaşamındaki birkaç olayı anlatan gerçek anılardır.”                                                                                
 
                                                                                                                              Fyodor DOSTOYEVSKİ
 
Toplam blog
: 24
: 222
Kayıt tarihi
: 06.09.13
 
 

Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Elektrik Eğitimi Bölümü Mezunu, Sakarya Ünv'de Eğitim A..