Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mart '11

 
Kategori
Kitap
 

Yere Düşen Dualar

Yere Düşen Dualar
 

Yere Düşen Dualar


Bölük pörçük bir yoruma hazırlıklı olun. 

Sama Kaygusuz öyle bir dağıtmış ki ortalığı, toparlayabilmek benim gibi fanilerin işi değil. 

Ama güzel blogumun o güzel hatırı için çalışacağım. Bu arada iyice dağılırsam, hiç toplamaya kalkmayın. Bırakın öyle kalsın. Ben bu karışıklığı, Kaygusuz’un içinden bir destan çıkardığı bu dolma-dolaşıklığı pek sevdim. 

Yere Düşen Dualar, iki masalsı anlatımdan oluşuyor. Bu iki anlatım, belli belirsiz bazı yol ağızlarında karşılaşıyor ama siz daha ‘ben bunu nereden biliyorum’ diye düşünürken kendi yolunda uzayarak kayboluyor. İlk başta bu iki metin birbirinden öyle ayrı görünüyor ki; o yolağzında birden karşınıza çıkıp sürpriz yaptığında önce inanamıyor sonra sevinçli bir şaşkınlığa düşüyorsunuz. Daha sonra bu şirin tesadüfün tadı damağınızda kalıyor ve bunun gibi başkalarını bekler, onları arar buluyorsunuz kendinizi. Ama Kaygusuz’un sürprizlerinin sonu yok, o illa ki hiç beklemediğiniz, hatta istemediğiniz bir anda yakalıyor, gafil avlıyor sizi. Bir de bakıyorsunuz, ikinci hikayenin sağgözü, ilk hikayedeki genç kızın falında çıkan… 

Her iki anlatımın da ortak teması, insan ruhundaki sakatlıkların, bedeni ve aklı nasıl hakimiyeti altına alıp onları da nasıl sakatladığı. Kaygusuz, insan ruhunun sakatlığını anlatırken doğuştan gelen bedensel aksaklıklar kullanmış. Mesela, ikinci hikayenin kahramanı sol göz yerine dümdüz bir duvara sahip yüzünde. Tüm arayışlarına sol gözünün göremediklerini bulmaya çalışarak başlıyor. Oradan da kendine uzanan bir yolculuğa çıkıyor. İlk hikayede ise ölen ağabeyinin yerine geçsin diye dünyaya getirilmiş bir ahtapot çocuk var mesela… 

Gördünüz mü, dağıtmaya başladım bile… 

Hemen toparlıyorum… 

Kitabın bir yerinde, şöyle diyor Kaygusuz; ‘Belki de bu yüzden nefret ediyorum ucubelerden. Gövdelerindeki yanlışlığın aynısını ruhlarına da biçtikleri için.’ 

İkinci hikayede bir de anne figürü var. Bir ananın tek gözle doğmuş evladı için yapabileceklerini onu üç ayrı kişiliğe büründürerek, gözümüze gözümüze sokuyor. Önce sıradan bir kadın, yani 'Ecmel' olan ana, daha sonra tamamen köse bir erkeğe dönüşerek ‘Adamkadın’ oluyor ve en sonra oğluna ulaşabilmek adına, gözle görülemeyen rüya sesli bir ‘Hüsna’ oluyor. Burada adanmışlığa yazılan bir destanın ayak seslerini duyuyorsunuz. Ana evlada, delikanlı neye olduğunu bilemediği arayışına, at sahibine, sol göz sağdakine adanmış bu hikayede. Neredeyse hiç bir şey bu dünyaya ait degil, tıpkı adanmışlıkta olması gerektiği gibi. Geriye, şiir tadında işlenmiş, incecik tafta ipekten dokunmuş sözcükler kalmış bizlere. Bir ucundan tutuyor, iki gözünüzün arasından kayıp giderek yüreğinize erişmelerine izin veriyorsunuz. Örnek mi; buyurunuz: 

'Sahi bir acısı vardı Yaşur’un! Yeterince hissedemediği için bir türlü kurtulamadığı…’ 

‘Gerçeği bilen birini kandırmaktansa gerçeği besleyen bir yalan yeğdir.’ 

‘Zaten bana kalsa dünyadaki bütün sanatçıları, şiddetli bir kırbaç darbesine gözümü kırpmadan mahkum ederdim. Güzel sözün yaratacağı felaketi kendi sırtlarında hissetmeliler önce.’ 

‘O güzel yaz günü, bir harfini düşürmüştü.’ 

‘Merhamet!.. Bu sözcük Ortacağ’da doğmuş olmalı. Harflerinde kan bulaşıgı, çıkardığı seste şefkatli bir tını var.’ 

‘Babam dışarıya kapatmıştı beni. Mahşeri bir yalnızlığın tam ortasına.’ 

‘Adanmışlık… Tek kelimeyle adanmışlıktı, yaşamak.’ 

Ben lafı daha fazla uzatıp, sizi de kendim gibi dağıtmadan Sema Kaygusuz’un kendi anlatımından küçük bir pusula vereyim. Kitabı okurken, arada sırada bakıp, nerede olduğunuzu anlamak için ihtiyaç duyabilirsiniz. 

“Gerçekliğin sürekli göreceleştiği, parçalandığı günümüzde, söylenti, kendisini söylenceye dönüştürecek bir çekirdek saklıyor. Halk inanışında da böyledir. Duman ateşi ima eder; söylenti ise çarpıcı olan insanî bir olasılığı... Çoğunlukla söylentiler yalandır. Ama her yalan eksik bir doğrudur da. Bu romandaki hikâyeler gerçeklik gücünü birtakım söylentilerden alıyor. Gerçek olmayan ama gerçeğe yaklaşan aykırı düşüncelerin mahfazasında çağdaş bir söylence üremeye başlıyor.” 

Ben parmaklarımı bir arada tutmaya çalışarak ellerimi kaldırdım ve duamı ettim, ama yine de bir iki ‘kendini kandırmış’ dua parmaklarımın arasından yere düşmeyi başardı… Düşmeyenlerden bir tanesi Sema Kaygusuz’un edebiyat dünyamızda soluğunu uzun, çok uzun zaman hissettirmesinden yanaydı. 

Umarım siz bütün dualarınızı avuç içlerinizden doğruca gönderebilirsiniz göklere. Hiç birini düşürmeden… 

 
Toplam blog
: 18
: 545
Kayıt tarihi
: 24.12.08
 
 

Göze uzak, gönüle yakın olmaktır dileğim. Keyifli okumalar dilerim. ..