Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '09

 
Kategori
Güncel
 

Yeşil Kart

Yeşil Kart
 

ezgi umut


Yağmur bardaktan boşanırcasına yağmıştı günlerce. Dere boyundaki tarlada gölcükler oluşmuş, dediler de gidip bakamamıştı. Ne zaman tarlaya bahçelere gitmeye niyetlense, bir titremedir sarıyordu bedenini. Üşüme öyle geliyordu ki bedeni katılıyor buz tutuyordu sanki. Artık ev kedisi olmuştu, Zeynep kızının deyimiyle ocağın başına çöküp , hesap kağıtlarını önüne yayıp, ürünün getirisiyle önce hangi borcunu ödeyeceğini hesap eden bir köylü baba.

Zeynep liseyi bitirdiği yıl, tam da üniversite sınavı sırasında, anacığı hastalanıverince, sınava katılamamıştı. Köyde kalmıştı. Kalış o kalış. Oysa parlak bir gelecek vardı önünde. Üniversiteyi kazanabilirdi, ya doktor ya mühendis olur, devlet kapısında ya da bir bankada memuriyetle yaşamı garantiye alırdı. Gitmemişti işte, belki de yük olmak istememişti. Gurbetlerde çocuk okutmak da para ister.

O öğle sonrası yağmur tam da dinmişken, lastikleri çekip, dere boyundaki bahçeye yollandı. Yağan yağmur toprağı zamka çevirmişti. Her adım atışta, arsız çamur çizmesini kapıyor, bir türlü bırakmıyordu. Dere taşmış, tüm ekin sel sularıyla sürüklenip gitmişti. Göreceğini görmüştü işte. Bu yıl ürün yoktu. Borçlarını ödeyemeyecekti. Hani baraj yapılacaktı, hani dere ıslah edilecekti? Hepsi seçim öncesi yalanlarıymış diye düşünürken gözü karardı. Neredeyse düşeyazdı, yaşlı incir ağacının gövdesine dayanmasa.

Zaten ekme demişlerdi, boşuna uğraşırsın Mehmed Efendi. Olacak belli, yine taşkın olacak, emeğini sel alıp götürecek, niye uğraşırsın, diye söylenmişti köylüler kahvede. Beş dönümlük tarlaya tohum atarken de bu sözler hep kulaklarında çınlamıştı. Direnecekti hem doğaya, hem de yalanlara.

Hem ekmeyip ne yapsın. Onun İstanbul'da para basan oğulları mı var. Tam aksine yatılı okullarda harçlık bekleyen ikizleri, sağlığı bozulmuş karısı ve üniversiteyi okumayıp köyde kalmayı seçen kızı. Beş kişi bu tarlaya bir de tepedeki bahçeye ve zeytine bakıyorlar.

Ağacın gövdesine yaslanarak çömeldi. Gözlerindeki karaltı devam ediyordu. Yoksa yoksa ölüm meleği mi bu dolanan etrafında. Hayır olur inşallah. Gözlerini sımsıkı yumdu. Yaşadıkları bir düş olsun, gözkapaklarını açtığında dünyayı yeniden görebilsin.

Mehmed Efendi bir kaç dakika sonra gözlerini açtığında artık dünyası sis bulutlarının içinden bakıyordu ona. Sellerin sürüklediği bir dal parçasını asa gibi kullanarak, bata çıka puslu yola vardı.

Muhtara uğrayacak, durumunu anlatacak, belki bir yardımı olurdu. Muhtar saygıyla karşıladı Mehmed Efendiyi. Bahçede nasıl gözünün karardığını dinledi.

"Bazen bacak, el kol da kestirir bu meret biliyorsun aşağı mahalleden Dursun dayının başına gelenleri, şeker olabilir " dedi muhtar.

Dünyası sanki biraz daha kararmıştı. Muhtarın sarı bıyıklarını ve çakır gözlerini hayal meyal seçebiliyordu.

Bak Emmi, Bağkur borcunu öde, hastaneden yararlanabilirsin o zaman dedi Muhtar kırık bir sesle ret edileceğini baştan bilerek.

Neyle ödeyecek, zaten bankaya dünyanın borcunu yapmış, tohum için, kıraç kalan yukardaki bahçe için, pek gerekliymiş gibi allahın suyunu parayla satın almak için, bir de damlama sulama yaptırtmıştı o en kayalık yerdeki bahçeye. Bilseydi bu yağmurları selleri o kadar borca girmek yerine, Bağkur primlerini ödemez miydi?

"Nasılsa zeytini de su vurdu bu yıl. Bak, üzerindeki bahçeleri, kıza yap ya da satış göster de bir yeşil kart çıkart Mehmed Efendi" dedi muhtar en sonunda.

Her zaman söylerdi de kızardı muhtara, o alçaklığı yapamazdı Mehmed Efendi ama bu kez hiç tepki vermedi. Hep onursuzluk olarak düşünmüştü yeşil kartlı olmayı. Benim elim ayağım tuttukça ne evimin kapısından, ne de çocuklarımın boğazından bir kuruş haram geçemez. Hem o köyün Mehmed Ağasıydı zamanında. Para pul bolluğundan değil, gönül zenginliğinden. Sıkışana,darda kalana yardım elini uzatan koskoca Mehmed , nasıl olur da yeşil kart için bu onursuzluğu yapar. Yapamazdı.

Zeytini hiç düşünmemişti. Eyvah ondan da para gelmeyecek desenize. Bütün emekler havaya gitmişti. Bu ne kadersizlik.

Eve geldi. Karısıyla kızı komşuya gidiyorlardı hoş beş etmeye. İyi gitsinler bakalım.

"Topalan çorbası içecen mi Bey, bi kaşık koyayım mı? " dedi karısı.

"Siz gidekoyun" dedi. "Şimdi canım istemiyor."

Karısına dikkatlice baktı. Nasıl da değişmiş, o kısrak gibi kadının geldiği hale bak diye düşündü. Onun bir ceylan gibi, güzel gözleri çakmak çakmak başındaki yazmasını yellendire yellendire mezradaki erik ağacına doğru buluşmalarına koşuşunu hayal etti. Zaten tombalak bedeni dışında hiç bir ayrıntısını seçemiyordu karısının.

Kızına hiç bakmadı bile. İkizleri düşündü. Yüreği acıyordu. Onlar çıkınca yüklüğü açtı. Kırmalıyı çıkardı. Kurşunları doldurdu içine. Silahı düzeltti. Kabzayı yere dayadı, namluyu da çenesinin altına sıkıştırdı. Gözünde karısının bir asır önceki hayali, tam tetiği çekecekken camda bir gürültü koptu. Ölmeye bile rahat yoktu. Kalktı pencereye doğru yürüdü. Cama vurup sersemlemiş küçük bir ebabil kuşu karın üstü yatıyordu. Bembeyaz karnı yaşama tutunmaya çalışan acıklı titreşimlerle sarsılıyordu. Camı açtı. Kuşcağızı avuçlarına aldı. Seni yaşatacağım dedi. Bahçeden mis gibi esen yaşam kokusu başını döndürüyordu.
ezgiumut 13 Aralık 2009

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..