Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '09

 
Kategori
Öykü
 

Yeşil Kurtlar–4 Ermiş!

Yeşil Kurtlar–4 Ermiş!
 

Benim iskelem!


<ı>“Mertçe yaşayanlar, yaşarken dikkat çekmeseler bile, boşa yaşadıklarını düşünmemeleri gerekir. Onların hayatlarından bir şey yayılmakta, o yayılan şey, arkadaşlarına, komşularına, hatta belki geleceğin çok uzaklardaki çağlarına bir ışık gibi yol göstermektedir”*

Jack Valentina geçirdiği bir trafik kazası sonrasında kaldırıldığı hastanede, yoğun bakımdan çıktıktan bir hafta sonra; gece saat 21.00 sularında hasta bakıcılar Jack in odasına sedye ile yeni bir hasta getirirler.

Yalnızlıktan sıkılan Jack bu durum karşısında düşüncesini ve gelen hastayı şöyle tanımlar;

“Yalnızlığım son bulduğu için sevindim, yeni geleni görmek üzere kafamı kaldırdım. Yaşlıca bir adamdı. Herhalde 75 yaşında vardı. Kırlaşmış gür saçları modaya uygun bir şekilde arkaya taranmıştı. Yüzünde, yıllarca güneşte kalmaktan olduğu anlaşılan kahverengi lekeler oluşmuştu. Narin yapısından ve soluk alırken zorlanışından, adamın enikonu hasta olduğunu anladım. Ayrıca ıstırabı vardı, Gözleri büyüleyici bir maviydi ve omurgamdan yukarı doğru ürpermeme neden olan bir parlaklık ve netlik yayıyordu. Karşımdaki adamın şu şipşak işler ve hızlı yaşamlar dünyasında ender rastlanan bir bilgeliğin derinliğine sahip olduğunu hemen sezdim. Bir ustanın huzurunda olduğumu hissediyorum.

Gururlu bir sesle yavaşça, ”İyi akşamlar” diye fısıldadı. “Görünüşe göre bir süre burada birlikteyiz.”

Evet. Bir Cuma gecesini geçirmek için en iyi yer olmadığı ortada, değil mi?” diyerek sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdim. “Adım Jack, ” diye ekledim, selamlamak için elimi havaya kaldırarak. “Jack Valentina. Bir hafta kadar önce oldukça ciddi bir trafik kazası geçirdim. Varılan hükme göre bir süre bu yatağa mahkûmum. Bütün gün yalnızlık çektim, tanıştığımıza memnun oldum, efendim”

“Bende tanıştığımıza memnun oldum, Jack. Adım Cal. Yedi aydır bu hastanenin çeşitli bölümlerinde kalıyorum. Testlerim yapıldı, tedaviler gördüm, yapılmadık şey kalmadı.

Olayların gidişine bakılırsa, korkarım buradan hiç çıkamayacağım.”

Alçak sesle konuşuyordu. Gözleri tavana dönüktü. Bir an durakladı. “Buraya mide ağrısıyla geldim. Yediğim bir şeyden olduğunu sanmıştım. Altı gün sonra beni kemoterapiye soktular.”

“Kanser mi?” diye sordum. Mümkün olduğu kadar duyarlı davranmaya çalışıyordum.

“Evet. Doktorlar, durum anlaşılıncaya kadar hastalığın bütün vücuduma yayıldığını gördüler. Akciğerlerime, bağırsaklarıma, hatta artık kafama bile.” Titrek sağ elini kaldırıp saçlarının arasında gezdirdi. “Her neyse.” Diye devam etti düşünceli bir sesle.

“Nice insanla karşılaştırınca, ben oldukça harika bir hayat yaşadım…”

Cal söyleyişlerine devam ediyor Jack Valentina onu büyük bir istek ile dinliyordu.

Fener Kütüphanesi” bana ait olduğunu ve istediğim zaman gelip buradaki kitapları okuyabileceğimi söylemişti ihtiyar. Ve ben buradaki kitapların daha ilkine (Ermiş, Sörfçü ve Patron) takılmıştım! Yayınlandıkça sürekli kendiliğinden çoğalan raflardaki (!) kitapları nasıl olsa okurum diye elimdeki bu güzel sürükleyici kitabı bırakamıyordum.

Cal ve Jack’in söyleyişleri oldukça sürükleyiciydi.

Sayfa 34 e geldiğimde gözlerim dolmuştu! Cal ölürken bile Jack’e kendisinin yıllarca özlemini çektiği oğlu olduğunu söyleyememişti. O gece öleceğini biliyormuş gibi, Jack’e sabah verilmesi için hemşirelere bir renkli paket bırakmıştı.

Jack kendisine bırakılan paketin içeriğinden habersiz Oda arkadaşının ölümü için saygı dolu bir sesle şöyle dedi; “Cal şaşırtıcı bir adamdı” Öldüğüne inanamıyorum, kısacık bir zamanda beni öylesine değiştirdi ki, değerini ancak zaman içinde anlayabileceğim.”

Üç hemşire hep bir ağızdan, “Dünyada işler böyle yürür, ” dediler.

Jack kendisine Cal’in bıraktığı paketi açmak için üç hemşireden kendisini yalnız bırakmalarını istedi. Paketin içindeki hediyeye ulaşabilmek için kat kat ince kâğıtları sıyırması gerekti.

Ve büyük bir şaşkınlıkla birbiri üzerine özenle yerleştirilmiş üç tane uçak bileti vardı.

Bunlar sırasıyla Roma, Hawaii ve New York.

Biletlerin yanı sıra her biriyle ilgili birer harita, üzerinde işaretli bir rota ve kırmızı mürekkeple yuvarlak içine alınmış bir x işareti vardı.

Armağanın son bölümü, Cal tarafından elle yazılmış bir nottu: Jack, Cal’ın kendi babası olduğunu bu notun en altında “Baban Cal Valentina” yazısını okuyunca öğrenmiş oldu.

Baba Jack in öğrenimini tamamlaması için üç bilge dostundan birer aylık eğitim almasını planlamıştı. Bu üç bilge dost Sırasıyla Roma (Ermiş) Hawaii (Sörfçü) New York 8Patron)

Jack, Roma’ya giderek Ermiş ile tanışır ve ondan ilk derslerini almaya başlar;

Ermiş: (Peder Mike, ) ağzında kocaman bir ekmek lokmasıyla konuştu: “ Ne olursa olsun, benim dün anlatmaya çalıştığım şey, hayatımıza giren her olay ve insanın bir sebeple ortaya çıktığıydı. Unutma, rastlantı diye bir şey yoktur. Dünya, bizim büyüme ihtiyaçlarımızı saptayan ve bize bu ihtiyaçlara karşılık gelen insanları ve olayları yollayarak büyümeyi destekleyen dev bir radardır. Bununla ilgili bilgeliğin anlamı hayatımızdaki insanların birer ayna oluşudur. Hepsi bizim en parlak ve en karanlık yanlarımızı yansıtır.”

“Ciddi misin?” diye sordum.

“Evet. Belli bir niteliği kendinde görmedikçe, başka bir insanın harika niteliğini de göremezsin.”

“Sanırım bu akla yakın. Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoksa başka bir insanda gördüğüm iyi bir şeyi tanıyamam.”

“Doğru. Havyarın nasıl bir şey olduğunu ömründe görmemişsen, şık bir partide başkasının tabağında rastladığında ne olduğunu bilemezsin. Aynı şekilde, bir yeteneği ya da iyi bir niteliği kendi içinde görüp tanımadıysan, onu bir başkasında görmen imkânsızdır. Birini gerçek anlamda sevmenin nasıl bir şey olduğunu bilemezsen, biri seni sevgiye boğsa da anlayamazsın. Kişisel bir hünerin, örneğin güçlü bir entelektüel yanın yoksa onu bir başkasında takdir edemezsin. Bir başkasının büyüklüğünü takdir edebilmek demek, o büyüklüğü kendi içinde görebilmek demektir. Bu ilkenin, başkalarında gördüğün ve tahammül edemediğin olumsuz nitelikler için de geçerli olduğunu söylemek zorundayım.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Şey, ” dedi Peder Mike, “başka bir insanın öfkeli olduğunu görebilmek için, önce öfke denilen şeyin neye benzediğini bilmek zorundasın. Birisinin öfkeli olduğunu söylerken, kendi içinde de öfke olmalı. Birini bencil buluyorsan, senin içinde de biraz bencillik olmalı. Birince çıkarcı, diyeceksen, sende de çıkarcı bir taraf olmak zorunda. Yoksa bu nitelikleri asla tanıyamazsın. Hayatın tümü bir yansımadan başka bir şey değil. Kocaman bir sinema projektörü gibi, iç dünyamızda olduğumuz şeyi dış dünyamıza yansıtırız. Yansıttığım şeyi görürüz.”

“Büyüleyici, ” diye karşılık verdim. “Bana hemen bir örnek verebilir misin?”

“Elbette. Diyelim ki bir müzik markettesin. En son kayıtları dinlemek için özel bir yerleri olan bir yerde, en yeni şarkıları dinliyor, duyduğun melodilerden zevk alıyorsun. Birdenbire dükkândaki tezgâhtarlardan bir, sana doğru yürüyor, bir seferde bu kadar çok kayıt dinlememen gerektiğini söylüyor. Bu isteğini yüksek sesle ve kaba bir biçimde dile getiriyor. Ona bağırarak karşılık verirsen, bence senin içinde dikkat edilmesi, iyileştirilmesi gereken bir şey var demektir.”

“Ama bana kaba davranan o!” diye patlardım. “Ben başlatmadım ki!”

“Jack, yokluktan bir şey yaratamazsın. Senden dışarı çıkacak her şey, içinde var olandır. Ne de olsa, limonu sıkıp domates suyu çıkaramazsın. Bu adamın senin düğmene basarak öfke uyandırmış olması, daha önce senin içinde öfke olduğunu gösteriyor, öyle değil mi?”

“Bunun anlamlı olduğunu kabul etmek zorundayım.”

“Demek ki, bu adam senin öfkeli olan bir yanını tetikledi. Bu gerçeğe sen sahip çıkamazsan, o sana sahip çıkmayı sürdürür. Bu eski öfke, o adam senin hayatına girmeden önce de oradaydı; benim önceki bir durum dediğim şeydi. Bunu görmen, adamı suçlamaktansa sorumluluğu üstlenmen gerekiyor. O adam sadece bir çözücüydü. Fransız düşünür Antoine de Saint-Exupéry’nin bir zamanlar yazdığı gibi: ‘Hiçbir olay tek başına, bizim içimizde hiç tanımadığımız bir yabancıyı uyandıramaz. Yaşamak, yavaş yavaş doğmak demektir.’ Yani müzik dükkânında yaşanan olaya aydınlanmış bir açıdan bakmak, bu kaba tezgâhtarı harika bir armağan olarak görmektir. Aklı başında yaklaşırsan, bu olayda kocaman bir büyüme ve gelişme fırsatı var. O adam, kaba davranışıyla seni, bilinçli farkında lığından saklanan bir yanınla tanıştırdı.”

—Peder Mike bir soluk aldı ve sonra devam etti: “Carl Jung bir zamanlar, ‘Başkalarında görüp de sinirlendiğimizde her şey bizi, kendimizi daha iyi anlamaya götürür.’ Diye yazmıştı. Şimdi artık sen de, önceden var olan öfkeyi içinden atmak, bir sevgi alanına geçmek için gerekli içsel çalışmayı yapacak cesareti ve olgunluğu göster. Hepimizin amaç edinmesi gereken hedef bu, katıksız sevgiden başka bir şey olmamak. Çünkü sevginin bedenlenmiş halinden başka bir şey olmayan insan, başkasına baktığında ancak katıksız sevgiyi görür. Biliyorum, bu çabucak başarılacak bir süreç değil; birçok bakımdan, uğrunda mücadele edilmesi gereken bir idealdir. Bazıları için öfkeden korkudan uzaklaşıp eksiksiz sevgiye ve kabullenmeye geçmek, ömür boyu sürecek içsel çalışmaları gerektirir. Aslında hayat yolculuğu dediğimiz şey de budur, zayıf noktalarımızı bulmak, onları iyileştirmek, sonunda da en iyi benliklerimize ulaşmak. Amacın kalıcı özgürlükse seçebileceğin tek yol budur. Başka seçenek yoktur.”

— Peder Mike birdenbire ayağa kalktı, “Yürü haydi, ” dedi. “Bugün eğlenme günü. Hep öğrenip oyuna hiç vakit ayırmamak olmaz. Benim bulgularıma göre, kendini keşfetme ve kişisel büyüme en iyi, bir keyif ve serüven ruhuyla gerçekleştirilebilir. Hayat fazla ciddiye alınmayacak kadar kısa. Bugün seninle turist oluyoruz. Seni Colloseum’a Roma’nın birkaç başka ünlü anıtına götürmek istiyorum. Öğle yemeğinden sonra pikniğe gideriz. Senin için küçük bir şişe İtalyan şarabı bile aldım.” Bunu söylerken göz kırptı.

Ardından bu mucize rahip güllerin kokusunu içine çeke çeke katedralin basamaklarından aşağı koştu.

“Herkesin içinde uyuyan bir dev vardır, o dev uyanınca, mucizeler başlar.”**

Not: Konuşmanın bu kadarında bile <ı>Peder Mike okuyucusuna çok önemli mesajlar vermeyi başarmış. Ne yalan söyleyeyim olumsuz örneklerinden bazılarına sahip olduğumu düşündüm ve üzüldüm bir an! Demek ki okudukça her şeyi öğreniyor insan veya yaşayıp tecrübe kazandıkça. Bir mücadele içine gireceğimiz zaman, yeterli bilgiye ve donanıma sahip miyiz diye, enine boyuna iyi düşünmeliyiz!...<ı>

Devamı var. Sırada ki “Sörfçü”

*BertrandRussell ** Frederick Faust

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..