Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '08

 
Kategori
Anılar
 

Yeşilçam ve ben 3

Yeşilçam ve ben 3
 

İnsanlar bazen böyle çaresiz kalabilirler.


İstanbul’a döndüğümüz gece aniden ürtiker oluverdim. Yüzüm gözüm vücudumda kabarmayan kızarmayan yer kalmamıştı. Gittiğimiz doktor stresten olduğunu söyleyerek bir takım ilaçlar verdi.

Aklımda sadece çocuklarım vardı. Yemeden, içmeden kesilmiştim. Babaannemde kalıyordum yine. Günler hatta aylar geçiyordu. İçimdeki evlat hasreti yüreğimi kor gibi yakıyordu. Bana ondan bir iki mektup geldi, Adana’ya çağırıyordu beni. Ben ise kati kararlıydım asla dönmeyecektim. Halâ onu seviyordum ama onu affedemezdim. Daha sonraları ondan mahkeme celbi geldi. Boşanmak üzere dava açmıştı. O zamanlar boşanma davaları sadece erkeğin bulunduğu yerde açılıyordu. Ben Adana’ya gitmeden halam, bulduğu tanıdık bir avukatla boşanma işini haletti. Mahkeme çocukları babaya vermişti. Ben ise kendime iş aramaya başlamıştım. Tüm gayem çalışıp para kazanmak ve çocuklarımı yanıma almaktı. Aynen Türk Filmleri’ndeki gibi kapı kapı dolaşıyordum iş bulabilmek için. Şimdilerde hatırlayamadığım bir sürü işe müracaat etmiştim. Ne kadar gazete varsa alıyor, reklamlarına bakıyordum. Bulduğum iş yerlerine halam ile birlikte gidiyorduk. Bu gittiğimiz yerleri halam bir türlü beğenmiyor, gözü tutmuyordu "Bu adamlar seni rahatsız ederler" diyip duruyordu. 20 li yaşlarda ve çok güzel bir genç kadındım ve yaşımdan daha küçük gösteriyordum. Belim halen 57 santimdi ve vücudum çok güzeldi. Kimse benim için üç çocuk annesi diyemezdi.

Bir gün gazetelerin birisinde "Günay Film 40 lira yevmiye ile figüran arıyor" diye bir reklama rastladım. O yıllar için büyük bir paraydı bu. Hiç bir işten bunu kazanamazdım. Artık kendim için değil çocuklarım için yaşıyordum. Yine halam ile birlikte gittik. Burası, Beyoğlu’nun arka sokaklarının birisinde, eski pis kâgir bir binanın en üst katında, iki odadan müteşekkil bir yazıhane idi. Sıska , sarışın mavi gözlü bir adam oturuyordu masanın başında. Oda kalabalıktı. Bir sürü kadın, erkek içeriye doluşmuşlar, sigara dumanından göz gözü görmüyordu sanki. Adam biz içeriye girer girmez şöyle bir baktı, sonra ayağı kalkarak samimi bir şekilde hoş geldiniz dedi. Ne istediğimizi sordu. Halam ilan için geldik diyince de, bizi yan taraftaki diğer odaya buyur etti.

Girdiğimiz oda daha derli toplu siyah deri koltukları ve kanepesiyle oldukça gösterişli idi. Ben ağzımı açıp konuşmadım bile halam konuştu hep.

Az daha unutuyordum. Halam yolda gelirken bana :

Kızım sakın evlenip ayrıldığını filan söyleme. Dul olduğunu anlarlarsa sana çok asılan, rahatsız eden olur tamam mı? diye tembihlemişti.

Konuşmalardan, adamın adının Sami ve bu iş yerinin sahibi olduğunu öğrenmiştim. Sadece bu kadarına dikkat edebilmiştim. Zira aklım fikrim Adana’da ki çocuklarımdaydı. Halam, kahve ben gazoz içmiştik konuşmalar sırasında. Gitmek üzere ayağa kalktığımızda, Sami bu akşam bir film çekimi olduğunu gelip gelemeyeceğimizi sordu. Halam;

Geliriz. Nereye gelmemiz lâzım? Diye sordu.

Sami-Akşam 8.30 da Galatasaray Postanesi’ne gelin …dedi..

Oh yaa ! Günlerdir iş aramaktan bitap düşmüştüm, şimdi ise hemen işe başlayacaktım. Çok sevinmiş ama belli etmemiştim. Halam ile akşam saat 8.30 da orada olduk. Çok kalabalıktı. Kapıda duran gençten bir adam bizi içeriye salmadı. Sami’ye “set hazırlanıyor dışarıda bekleyin” dedi

İçeride bir sürü insan oradan oraya koşturup duruyorlardı. Ben dikkatle neler olduğunu anlayabilmek için içeriyi gözlemliyordum. Çok heyecanlıydım. Biraz da korkuyordum. Şimdiye kadar film nasıl çekiliyor, nasıl rol yapılıyor ne görmüştüm, ne de biliyordum. Acaba bu işi başarabilecek miydim! Nihayet saatler sonra çekimler başladı içeride yönetmen olduğunu öğrendiğimiz ( Nevzat Pesen) orta yaşlı bir adam durmadan bağırıp çağırıyor ara sırada küfürler ediyordu. Beni bir telaş almıştı , ürkmüştüm. Halama haydi vazgeçtim eve gidelim demeye başlamıştım. Halam ise "olmaz, bir kere geldik bu kadar saat bekledik boşuna mı?" diyerek beni ikna etmişti. Saat bu sırada gece yarısını çoktan geçmiş ve 2 ye geliyordu. Daha sonra sabaha karşı üçte Sami yanımıza geldi, bana sıramın geldiğini söyleyerek içeri aldı beni. Halam postanenin kapısında kalmış, içeri gözleme sırası ona gelmişti . Sami bana açık mavi bir önlük uzatarak , "Bunu elbisenin üzerine giyin" dedi. Acele giyindim. Beni oradaki masaların birisinin başına oturttu ve o da dışarıya halamın yanına çıktı. Ben yine etrafa aval aval bakıp duruyordum. Dalmışım. Birden önümde o yönetmen bitiverdi sanki.

- Kızım sen burada ne arıyorsun? Yoksa nöbetçi filan mısın? Diye sordu. Kıpkırmızı olduğumu ensemin yandığını hissetmiştim. Kekeleyerek;

- Hayır efendim. Ben Sami bey ile geldim dedim. "Aman yarabbi! Ben bunu söyler söylemez yönetmen avazı çıktığı kadar bağırdı."

- Ulan, Sami nerdesin?

Benim elim ayağıma dolaşmıştı bir anda.

Eyvahhh! Acaba bir hata mı yaptım, yoksa beni dışarı mı atacak bu adam diye titremeye başlamıştım ki, Sami dışarıdan koşarak geldi ve hazır ol vaziyette yönetmenin karşısında durdu.

- Buyur ağabey ne emrettin.

Yönetmen

- Ulan it! Bu kızı sen mi getirdin? Bana neden haber vermedin? dedi.

Allahhh! ben bu sıralarda korkudan ecel terleri dökmeye başlamış kurbanlık koyun gibi duruyordum.

Sami

- Ağabey bilemedim… dedi.

Yönetmen ona has…..tir . Ulan böyle güzel kız burada harcanır mı hıyar! dedi. Sonra bana dönerek;

- Kızım sen yalnız mı geldin buraya, yanında kimse var mı? Yoksa seni birisiyle evine yollayayım yarın sabah sana güzel bir rol vereceğim… dedi.

Ben halamla geldiğimi onun dışarıda beklediğini söyledim. Birlikte dışarı çıktık kapının önünde halamla konuştu ve bizi set arabasıyla eve yolladı. Çekilen film "Ahtapotun Kolları" diye bir filmdi. Baş rollerde Ediz Hun ve Hülya Koçyiğit oynuyorlardı. Ertesi gün halamla Sami’nin yazıhanesine, oradan da sete, bir tavernaya gittik. Çekimler orada yapılıyordu. Şimdi hatırlayamıyorum ama Ediz Hun ile birkaç sahnem çekilmişti.

O yıllarda Ediz Hun da çok gençti ve üniversiteye gidiyordu. Daha sonraki yıllarda Ediz’le aynı sokakta Kazancı Yokuşu’nda oturduk. Komşu sayılırdık. Sıkı sık görüşüyorduk. Annesi hanımefendi ve beni bir gün Piyerloti’ ye götürmüştü ben ilk kez orayı görmüştüm. O gün annesi benim gözlerimin Türkan Şoray’dan daha anlamlı baktığını ve ondan güzel olduğumu söylemişti. Bunu hiç unutamam. Ediz çok duygusal, efendi bir çocuktu ve biz sadece arkadaştık. Ben halâ ayrılmış olduğum eşimi seviyor, aynı zamanda nefret ediyordum. Hiç bir erkeğe karşı içimde en ufak bir duygu hissetmiyor bilhassa onlardan da nefret ediyordum. Ama dedim ya Ediz’le sadece arkadaştık bazı erkek kardeşimle de ona giderdik.

Yarın kırk küçük anne filmi ve Göksel Arsoy ile tanışmama sıra gelecek… Şimdilik hoşçakalın…

28.Haziran.2008

 
Toplam blog
: 375
: 801
Kayıt tarihi
: 30.04.08
 
 

İstanbul Kadıköy doğumluyum. Herhangi bir menfaat grubuna bağlanmadan, açık fikirli, dürüst, önya..