Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '08

 
Kategori
Dostluk
 

Yeşilçam ve ben 5

Yeşilçam ve ben 5
 

yeşilçam Türk Sinemasının onurudur.Gürel Ünlüsoy ve ben


Set işçisi ile birlikte motelin gazinosuna doğru ilerlerken kafamda bir sürü istifamlar oluşuyordu. Acaba beni neden çağırtmıştı! Nede olsa filmin başrol oyuncusuydu acaba beni beğenmemiş işime son mu verdirecekti ! Hem aklımdan bir sürü şeyler geçiriyorum, hem de set işçisini sorularımla sıkıştırıyordum.

-Neden çağırdığını biliyormusun? Acaba neden çağırdı?

O, “ vallahi bilmiyorum, bana sadece sizi çağırmamı söyledi” diyordu. Tüm sorularım yanıtsız kalıyordu .

Böylece yemekhaneden gazinoya olan elli metrelik kumsal alanı yürüyüp onun oturduğu masaya geldik. Çıplak ayaklarım kızgın kumlardan yanıyor, üzerimdeki gül pembe bikini mayom, hafifçe bronzlaşmaya başla-yan tenimin üzerinde daha göz alıcı duruyordu.
Halam biraz da artarak “beş yüz metreden seni seçebilirim. Mayonun rengi çok göz alıyor” diyordu.

Üzerime elbise veya şort giymeye fırsat tanımamıştı gelen çocuk “çabuk hemen çağırıyor” diyerek. Plajda dahi bu bir karış mayo ile rahat edebilmek için hep, diğerlerinden uzaklarda sere serpe güneşleniyordum. Şimdi ise Allah kahretsin, yarı çıplak gibi bir erkeğin yanına gitmek beni rahatsız ediyordu. Sıcaktan ziyade utançtan ve sıkıntıdan ter kan içinde kalmıştım.

Göksel yanına vardığımızda ayağa kalkarak bizi karşıladı. Tokalaştık. Masadaki diğer iskemleyi çekerek benim oturmama yardımcı oldu.(Çok kibardı)

Afrodit, seni çağırmamın nedeni yakında kendi adıma bir film yapacağım bu filmde sana güzel bir rol düşündüm. Kabul edersen diğer detayları görüşürüz. Dedi. (Alacağım parayı kastediyordu.)

Öylesine güler yüzlü ve sıcaktı ki, biraz rahatlamıştım.

-Şey, affedersiniz; nasıl bir rol acaba? Senaryoyu görebilirmiyim? (Bunu söylediğime kendim bile inanamıyordum. Ağzımdan kelimeler dökülüvermişti.)

GökselTabii, bu senin hakkın. Öğleden sonra senaryoyu getirteceğim, okursun. Ben sana kısaca anlatayım. Baş rollerde ben ve Belgin hanım oynayacağız, (Belgin Doruk) ama senin rolünde çok önemli. Belgin hanımın yakın arkadaşını oynayacaksın. Çekimler İstanbul içi olacak. Kaç gündür bunu teklif etmek için bana bir türlü fırsat vermedin, onun için seni buraya çağırdım. Dedi.

(Hemen aklıma ilk gelen şey, onun yüzerek deniz salına yanıma gelmesi oldu. Demek ki bana bunu teklif edecekmiş. Ben ise aptal gibi kaçmıştım.) Konuşma sırasında bir gazoz içmiş ve müsaade isteyerek yanından ayrılmıştım. Ayaklarımı sürüye sürüye geldiğim kumsaldan koşarak geriye dönmüş, biraz ileride Aziz Basmacı ile tavla oynayan halamın yanına gelmiştim. Kalbim göğüs kafesimin içerisinde kuş kalbi gibi çırpınıp duruyordu. Öylesine sevinçliydim ki, o koca kumsal bana dar geliyordu adeta. Avaz avaz bağırmak, herkese ilan etmek istiyordum. Bana önemli bir rol teklif edildi diye haykırmak, kumların üzerinde dans etmek, tepinmek istiyordum adeta. Halama, onunla özel konuşacağımı bir dakikasını bana ayırmasını söyledim. Halacım, yüzümden önemli bir şeylerin olduğunu sezmişti her halde. Aziz beyden biraz izin istedi ve beraberce yemekhanede boş bir masaya oturduk. Bir solukta olanları anlatıverdim ve ;

Nasıl oldu da senaryoyu istedim halâ anlayamadım. Ben kimim ya! Buna nasıl cesaret ettim anlayamadım halacığım. Dedim.

Halam çok sevindi ve “hayırlı olsun kızım. Bunu düşünme artık. Belki böyle söylemen iyi olmuştur.”Dedi.

Öğleden sonra Göksel sözünü tuttu ve senaryoyu bana verdi. Bir kenara çekilip okudum. Dediği gibi rolüm çok önemliydi. Belgin hanım ile çok yakın arkadaştık ve ben filmin şuh kadınını oynayacaktım.Gazete ilanı ile ona koca arayacak gelen talipler içerisinden de Göksel Arsoy’u seçecektik. Ben Belgin hanımın fabrikalarının müdürü ile (Yavuz Caner) yakın arkadaş, sevgili olacaktım ve Gökseli’in yakışıklı , çapkın bir genç olan arkadaşını (Gürel Ünlüsoy )peşimden koşturacaktım. Sonun da da Belgin hanıma düşmanlık yapacak, onu kandıracaktım.

Bu güzel salon filminde oynamak için can atan binlerce genç kız ve o zamanın artistleri vardı elbette. Rolü kabul ettiğimi Göksel’e söyledim. Tabi biraz mahcubiyet içerisinde.

Çekimler sırasında kırk yıllık artist gibi rahat oynuyordum. Bana herkes yakınlık gösteriyor, yardımcı oluyordu zaten. Halit Refiğ o güler yüzü ile herkesin moral kaynağı oluyordu. Bazı sinirlense bile kimseye sövmüyor , büyük bir sabır ve anlayışla çekimleri sürdürüyordu. Sette en ufak görevliden en büyüğüne kadar herkes onu seviyordu.

Yeşilyurt’ta Muammer Karaca’nın villasında Belgin hanım ile birlikte ikimizin bir planı çekilecekti. O zamanlar şişmanlamamak için boyuna grisini ve meyveden başka bir şeycikler yemiyordu. Gerçek bir hanımefendi ve çok güzel bir bayandı. İkimiz aynı odada laflıyorduk. Yine benim çenem durmadı ve ona çok beğendiğim kirpiklerini ne ile kıvırdığını soruverdim bir anda. Bana gülümseyerek bıçağın tersi ile dedi. Meyve soyduğu bıçağı peçete ile temizledikten sonra uzattı “al sen de kıvır” dedi. Elindeki mecmuayı okumaya devam etti. Ben tüm uğraşmalarıma rağmen bir türlü yapamıyordum. Aynanın önünde uğraşmaktan bıkmış yüksek sesle “Amannn olmuyor işte!” diyince bana döndü ve;

-“Öyle olmaz şekerim, kirpiklerini çıkart öyle kıvır. Ayol gözünü çıkartacaksın böyle” dediğinde inanın bir an boş bulunup elimi kirpiklerime atıp çektiğimi hatırlıyorum. Ne kadar aptalca bir şey değil mi? Ama hani insanların bir boş anları olur ya işte öyle bir şey oldu herhalde bende de. Sonra hemen uyandım sanki ona;

“Ama kirpiklerim çıkmaz ki” dedim.

Beni yanına çağırdı. “Gel bakayım, kapat gözlerini” dedikten sonra ;

“Aaaa! Ayol seninkiler kendi kirpiklerinmiş, ben de takma sanmıştım. Benimkiler takma kirpik. Elbette sen böyle kıvıramazın” dediğinde ikimiz de benim saflığıma bir hayli gülmüştük. Nereden bilebilirdim! Ben hayatımda takma kirpik görmemiştim ki…..

Film çekimleri bitmiş ve o yıllarda bu salon filmi çok ilgi örmüştü. Hayatımda yeni bir sayfa açacak olan Ankara’da Cebeci ve Gölbaşı Sinemalarında galası yapılacaktı. Gürel Ünlüsoy ile beni uçakla Ankara’ya gönderdiler. Biz Ankara’ya vardığımızda Filmin aynı ismi taşıyan bir tiyatro oyunu olduğundan gösterimin durdurulduğunu öğrendik. Benim hayatta ilk galamdı bir hayli üzülmüştüm.Göksel Arsoy o sıralarda yedek subaylığını yapıyordu. Sanırım Konya veya Isparta’daydı. İzinli olarak durumu halletmek üzere Ankara’ya gelmişti. Saatler sonra durum halledildi ve gösterim başladı.

Çok heyecanlıydım. O zamanlar teknoloji bu kadar ilerlememişti. Sesli çekim yapılamıyordu. Filmdeki dublaj sesi bana hiç te uygun değildi. Gayet kalın bir hanım sesiydi. Film de antrakt verildi . İkinci bölüm başlamadan önce seyircilerle konuşmak üzere beyaz perdenin önünde buluvermiştim kendimi. Heyecandan kalbim yerinden çıkmak istercesine çarpıp duruyordu. Sohbete başladık .Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor bana tuhaf sorular soruyorlardı. Göksel ile aramızda aşk varmıymış. Yok efendim Gürel Ünlüsoy ile varmıymış. Ben renkten renge giriyordum. Derken birileri senin sesin güzel bu ses senin değil. Şarkı söyle bize diye bağırmazlar mı? Artık bu kadarı yeterliydi benim gibi acemi çaylak için . Hemen perde gerisine kaçıverdim.

Seyirciler bu sırada ıslıkla, alkışlarla kıyameti kopartıyorlar şarkı isteriz diye bağırıp duruyorlardı. Perdenin gerisinde tir tir titriyordum. Bir daha çıkmam diye diretiyordum. Bu sırada Göksel ile sinemanın sahibi konuşuyorlardı.Adam ;

“Vallahi Göksel bey .bir daha çıkmaz ise bu azgın güruh koltukları paralar, sinemamıza zarar verebilirler. Mutlaka tekrar sahneye çıkması gerek” diye ısrar ediyordu.

Göksel baktı ki olacak gibi değil, iki ara bir derede kaldı, küçük bir cep konyak getirtti. Bir parça çukulata ile iki kapak bana içirdi. Sadece iki küçük kapak ve sek olarak. Arkasından çukulata verdiler. Bu sırada biraz sonra tekrar çıkacağım anonsu yapılmış , bağırtı çağırtı nispeten kesilmiş uğultu halini almıştı.

Offf! Halen hatırlarım. Gırtlağım ve midem ateş yutmuşçasına yanmıştı. Hayatımda ilk kez alkol denilen şeyle tanışmış ve nefret etmiştim. Bir kaç dakikada beni çarpmıştı adeta. Oldukça rahatlatmıştı sanki.

Paşa paşa çıktım bu sefer. Islıklar bağırtılar başladı yine. Allahım! Ne şarkı söyleyeyim! Bir türlü aklıma gelmez oldu. Eskişehir’e annemin yanına postalanmadan önce iki yıl Laika Karabey İleri Türk Musikisi Konservatuarı’na devam etmiş ama orada Dede Efendi den veya başka bestekârların ağır aksak şarkılarını öğrenmiştim ve şu anda bunların hiç birisi de aklıma gelmiyordu ki zaten.

Birden bire Doktor Civanım şarkısı geldi aklıma her nasılsa. Elimde o zamanların bisiklet mikrofon diye tabir edilen ilkel bir mikrofon ile başladım söylemeye. Bir elinde bağlama, kömür gözlüm ağlama…

Halk benimle birlikte söylüyor alkışlarla tempo tutuyordu.

Hey gidi gençlik heyyy! Henüz 19 lu yaşlarda ve baharımdaydım. Şimdi aynı şeyler olsa yapabilirmiyim bilmiyorum. Neticede her iki sinemada da güzel bir gala oldu. O senelerdeki gerek birkaç magazin dergisi ve basın bu galaya çok yer vermişlerdi. Böylece sesimin güzelliği ön plana çıkmış ve ben beyaz perdeden sahneye geçen ilk kadın olma unvanına kavuşmuştum. Sevgili Göksel Arsoy beni rahatlatmakla belki de hayatımda açılan müzik sayfasının kahramanı olmuştu. Gerek Göksel gerekse Ediz Hun’un gönlümde yerleri bambaşkadır. Onlar gerçektende oynadıkları rollerdeki gibi altın kalpli, duygusal, yardım sever çok iyi arkadaşlarımdı. Bulundukları yerlere hakkederek gelmişlerdi. Her ikisinde de ne bir art niyet , ne fesat, ne de fırsatçılık vardır.Göründükleri gibilerdir. Onlar bir zamanlar genç kızların kalplerinde taht kurmuş gerçek sanatçılardır. Evett, işte böylece sinema ve sahne hayatım ikisi bir arada yıllarca sürdü. Sinemada çeşitli jönlerle rol aldım. Bunlardan Cüneyt Arkın da vakur, kendinden emin sözü sohbeti dinlenir bir insandı. Belki güleceksiniz ama, bu birbirinden değerli sanatçılar ile Tarık Tekçe’si, Hulusi Kentmen’i , Kadir İnanır’ı Erol Taş’ı ve sayamadıklarım nice Yeşilçam’lı sanatçılarla, ( erkek veya , kadın olsun) ile aynı filmlerde oynamak isterse küçücük roller dahi olsun benim için onur kaynağı olmuştur her zaman. Bir Türkân Şoray’ın, bir Hülya Koçyiğit’in, Göksel Arsoy’ların , Ediz Hun’ların yerleri asla kolay kolay dolmayacaktır.Yeşilçam kültürü bunun için çok önemlidir. Sevgi, saygı, gerçek emek hepsi oradaydı…

Belki bir gün şantözlük zamanımdan da kısa hikâyecikler anlatırım sizlere. Sevgiyle kalınız...

11.Temmuz.2008

 
Toplam blog
: 375
: 801
Kayıt tarihi
: 30.04.08
 
 

İstanbul Kadıköy doğumluyum. Herhangi bir menfaat grubuna bağlanmadan, açık fikirli, dürüst, önya..