Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Gülüm Çamlısoy

http://blog.milliyet.com.tr/

23 Şubat '18

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yeter!

Yeter!
 

Zamanın mağdur acılarından her yeni açılan kayıt…

Sevgiye, güvene ve masumiyete posta koyan yine amiyane tabiri ile.

Günlerden ve gecelerden de ibaret değil hani hayat bir de yeryüzü cehennemi ve cehennem bekçileri doluşmuşken yeryüzüne.

Sorguladığımız kadar çevremizi bir de dönüp kendimize baksak keşke.

Yaşımın, varlığımın, eşkâlimin hiç mi hiç önemi yok zira kimliksizliğimle pek bir keyifliyim… desem de…

Bakmayınız kısa tuttuğum duygu hazneme zira ben daha farklı noktalarda dikkatimi toplamış vaziyetteyim ve aklı başında kim ise çağırıyorum safıma.

Mizaçlarımız her daim farklı çağrışımlar yapabilir.

Bazen asabi bazen neşeli ama en çok da ketum ki bizler koca yetişkinleriz ve aslı astarı olmayan ne varsa bir güzel muhatap olmak nasıl da olası.

Kendimizce izlediğimiz bir yol: hem mecazi anlamda hem de gelip geçtiğimiz yollar.

Sükûtun, inancın, saygının ve de sevginin penceresinde hazır ol’a durduğumuz ki durulması gereken.

Kayıtsız kalmak da çok olası ya da gönül gözünün işaretlediğine odaklanıp, gereken yerde susmak gereken yerde avaz avaz bağırmak tıpkı küçük bir kız ya da erkek çocuğu gibi.

Zaman sinsi ve aymaz bir mefhum ötesinde çiğ süt emmiş insanoğlu…

Kaygıların, korkuların doruk noktası aslında tolerans gösterip tüm saygımızla geri çekildiğimiz bazense farklı mizaçların avaz avaz bağırıp hakkını savunduğu…

Hangisindensin diye sormasın bana kimse ne de olsa imzamı çoktan attım ketumluğuma bazense makineli tüfek gibi konuşup derdime derman aradığım ki yadırganmak da çok olası lakin kim iddia edebilir ki dertsiz, tasasız ve kaygısız olduğunu?

Çok uzun zaman oldu belki koca bir asır.

Kaç yaşındaydım ki?

Belki yedi belki sekiz. Genç irisi bir çocuktum ve yaşımdan çok büyük gösterirdim hele bir de geç gelen bir bebek unvanı taşıyorsanız hele ki bir de kız çocuğu iseniz.

Hatırlıyorum da… hem de neler neler hele ki son zamanlarda yaşanan taciz ve tecavüz olayları gündeme geldikçe ötesinde harcanan hayatlarla iştigal bir medya ve toplum.

Toplumdan ne anladığımız…

Çocuk deyince aklımıza ilk gelen…

Sahi, çocuk denince akla ilk gelen midir o çocuğun masumiyeti ve kolaylıkla ırzına geçebilme hakkı olduğu artık düşünen hangi insanlık dışı yaratıksa.

Bazen karşı duruyorum bazı sıfatların ve küfürlerin ulu orta söylenmesine lakin öyle bir zamandayız ki; kimse anlamıyor: ne kibarlıktan ne de saygın bir duruş sergileseniz de.

Dedim ya: çok çok uzun zaman önce.

Rahmetli babamla bir dostumuzu ziyarete gitmiştik ve dönüşte otobüse bindik. Ve ayaktayız ne de olsa yol kısa ve o zaman böylesine bir trafik eziyeti yok/tu.

Çözememiştim ansızın babamın yüzü kıpkırmızı olup beni çekiştirmesine anlam veremeyip ve az ilerimizde gençten bir adam homurdanırken ve pis pis gülerken lakin ben hala anlam veremiyordum olup bitene ya da olup biten bir şeyin var olduğuna.

Oldukça kızgın olan babam ile durduğumuz ilk durakta indik ve netice itibariyle eve vardık. Babam hala kızgın ve söylenip duruyordu.

Ne sebep olmuş olabilirdi bu duruma? Ya da ben mi bir hata yapmıştım? Ve neden acele ile inmiştik otobüsten?

İlerleyen zamanlarda gerekli açıklamaları yaptı ailem ve bir bir sıraladı yapılması gerekenleri yine de…

Bu ve benzeri sorular ve cevabını alamadığım ve aradan geçen bunca zaman sonra cevabını bulduğum iğrenç bir soru.

Soru.

Hayır, sorun.

Hayır, hayır, tam anlamıyla sapkınlık.

Hatta ileri mahiyette, yaşamaması gereken iki ayaklı sapkın canlılar.

Hep evdeydim çocukken okul dışında ya da annemle parka gider ve yine annemin gözü önünde sessizce oynardım.

Oysaki yaşıtım tüm çocuklar özellikle yaz tatilinde sokakta geçirirlerdi tüm günlerini.

Akabinde yaz aylarında gitmeye başladığımız yazlık evimiz. Yaşım gelmiş on üç, on dörde. Durum sabit. Tek değişen mekân ve ben büyüdükçe çocukluktan genç kızlığa geçiş yaptığım o sancılı dönem.

Komşumuzun kızları ise evin yolunu unutmuş ve sürekli beni çağırırlardı ve babam en sert ifadesi ile tavrını koymuştu madem bir kez, asla cesaret bulamadılar, Gülüm de gelsin, demeye.

Sancılı bir çocukluğum olmadı.

Sancılı bir ergenliğim mi? Tartışılır.

Aslında an itibariyle, ne yaşımın farkındayım ne de dünde yaşadıklarımdan nasıl sakınabildiğimi.

Çocuk.

Masumiyet.

Sessiz bir çığlık.

Dün işlerim dolayısıyla uzağa gittim. Saat yedi var yok ve tek yaptığım bir yorgunluk çayı içip kendimi hava daha da kararmadan eve atmak.

O saatte ve İstanbul’un sakin bir semtinde üstelik gelmişim kaç yaşıma… ne var ki bunda, diyenleriniz olabilir zaten trafik başlı başına bir dert bu anlamda toplu taşıma araçlarından yine de Allah razı olsun en azından namusunuz, canınız, güvenliğiniz emniyette.

Aklıma esip, taksiye bindiğim de çok olur ta ki… densiz bir korsan taksiye denk düşüp de adam yolu uzatıp bu da yetmezmiş gibi beni sorguya tabi tutup… çok üzerinde durmam gerekmese de onun bana bir bayan olarak yaklaşımı bu da yetmezmiş gibi ben yanıtlamasam bile soru sormaktan kendini alamadığı ve ansızın iniverdim taksiden üstelik eve henüz ulaşmamış iken. Ne var ki bunda, değil mi üstelik elimde cep telefonu direkt 155’i tuşlamak üzere iken…

Şimdi her şeyi unutalım ve empati gücümüzle savuralım kendimizi, ve yaşımız da henüz çok küçük diye tahayyül edelim.

Ne anlar bir çocuk eğer ona yaklaşan kötü bir niyetle plan yapıyorsa?

Bir de aile içerisinde yaşananlar var ve asla dile gelmeyen hatta kimsenin farkında olmadığı.

Harcanan hayatlar üstelik ufacık bir çocuğun her şeyden bihaber olduğu, anlam veremediği ve başına gelenlerin ne gibi bir rezilliğin mahsulü olabildiği.

Tanık olduğumuz çok şey var aslında dikkatimizden kaçan özellikle öğretmenlik yaptığım dönemlerden aklımda kalan ve ne yazık ki hala bizzat yaşadığım.

Her çocuk ayrı güzel ve onların parlayan gözleri, masum bakışları ve doğal halleri. İstanbul’un en ücra köşelerinden birinde ücretli İngilizce öğretmeni olarak çalıştığım bir dönem hatta matematik ve fen derslerine de giriyordum doğal olarak öğrencilerimle daha fazla zaman geçiriyordum. Hatta ilk öğretmenlik deneyimim ve derse geç gelen bir öğrencim. Kolunu kırmış bu yüzden derse geç kalmıştı. Değil dersi asmak, çocuğun aklına bile gelmemişti okula gelmemek ve ben tüm şefkatimle başını okşamak adına uzanmıştım ki adımlarca geri zıpladı ve gözlerinde korku ve kaygı çöreklendi. Çözememiştim ve kendimi suçlamıştım o gün ama sebebi çok belliydi. Belli ki çocuğun sancılı bir hayatı vardı. Zaten çok kısa süre sonra başka bir okula sevk edildim ama aklım hala orada kalmıştı. Düşünün ki; bizler unutamıyoruz ya, çocuklar başlarına gelen bu iğrençliklerden nasıl arınacaklar?

Bir çocuğa zarar vermek… değil zarar vermek, düşüncesi bile habisli bir hücre. Dokunmaya kıyamadığımız çocuklarımız bazen yolda annesinin elini bırakıp da koşuşturan bir çocuk ve bizler, biz aklı başında insanlar kol kanat germez miyiz o çocuğa yeter ki düşmesin ya da bir zarar görmesin diye?

Çocuklarımızı asla yabancılarla muhatap kılmamalıyız ki çok tanık oluyorum. Sevmek amacıyla bir çocuğu kucağına alan ya da kucağına oturtan yabancılar: Asla ve asla teslim etmemeliyiz çocuğumuzu hele ki söz konusu bir yabancı ise.

Doğruyu söylemem gerekirse; son zamanlarda haber bültenlerini seyretmeye içim dayanmıyor.

Her yeni gün işlenen cinayetler, vuku bulan sayısız tecavüz ve taciz olayı.

Çocuklarımız yeri geldi mi okulda bile emniyette değil gerçi zan altında bırakmak istemiyor insan kimseyi ama gelin görün ki; gün geçmiyor ki; eğitim camiasından bile haberlere rast geliyoruz. Ha, tabii ki de; şu son zamanlarda okul servislerinde unutulan çocuklar ve servis görevlileri hiçbir şeyin kaydını tutmazken ve kendilerini savunurken ulu orta.

Sözcükler çok ufaldı hele ki insanlık insanlığı terk ettiğinden beri.

Vicdanlar da kayboldu ve karıştı yokluğa.

Hadi, bizler de kaybolalım oldu olacak ama çocuklarımızın kaybolmasına nasıl oluyor da izin veriyoruz?

Tek bir çocuk. Tek bir gözyaşı. Harcanan bir hayat, yok olan hayaller, o ufacık bedene değen kirli eller ve pis ruhlar üstelik bunca olaydan sonra hala zanlının koruma altına alınıp tek kişilik hücrelerde yaşama hakkı verilmesi.

Yaşım yok benim an itibariyle zaten hala aklı evvel bir yetişkin kimliği ile içindeki çocuk ile haşır neşir…

Aklımıza, vicdanımıza sahip çıkalım ve…

Gerisini siz tamamlayın.

Buna hakkımız yok.

Göz yumarak hiçbir yere de varamayacağız.

Bilinçli ebeveynler, bilinçli toplum… ne zaman ve kim dur diyecek bu iğrençliğe?

Üzgünüm çok üzgünüm.

İfa edemediğim çok şey oldu şu yeryüzünde ve de yetemediğim öncelikle kendime yetemezken ama avaz avaz bağırıyor ve yeter, diyorum!

Kim olursak olalım.

Bir anne.

Bir baba.

Ya da hiç kimse.

Ama yeter ki; artık birileri noktayı koysun bu rezalete.

Hakkımız yok.

Kimsenin hakkı yok: ne üvey babası çocuğun ne komşusu ne de başka biri.

Hayatlarımız yolunda gitmeyebilir ya da yükümüz ağırdır gelin görün ki; vicdanımızı da susturmamalıyız ve yol yakın iken ve daha da fazla çocuk zarar görmeden… YETER!

 

 
Toplam blog
: 216
: 117
Kayıt tarihi
: 22.08.13
 
 

Yazmaya gönülden sevdalı, kendini her daim geliştirmeye çalışan, öğrenci ruhlu biriyim. Mesleğim ..