Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '13

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Yeteri kadar iyi bir sebebin varsa başarabilirsin

Yeteri kadar iyi bir sebebin varsa başarabilirsin
 

Herkesin hayatında unutamadığı ve  ders aldığı deneyimleri olmuştur. Ben böyle bir deneyimimi sizlerle paylaşıyorum.

1971 YILI

Ortaokulun 2inci sınıfını bitirmiştim 14 yaşımdaydım. Okulun  6 haftalık yaz tatili yeni başlamıştı. 1971 yılının Ocak ayıydı ve bu yaz çok sıcak geçiyordu. Günlerim Bondi Plajında dalış yaparak, yüzerek ve sörf yaparak geçiyordu. Hep aynı şeyden sıkılmıştım, babamdan beni o gün Bondi plajına değil, yakınlarındaki Bronte plajına bırakmasını istedim. Arabasıyla beni Bronte plajına bırakırken sen akşam otobüsle eve dönersin dedi. Bronte plajı Bondi plajı kadar büyük ve havalı değildi ama gene de bir değişiklikti. Ocak ayının ortasındaydık yılbaşına daha 2 hafta vardı ama şimdiden plajda Noel Baba kılıklı adamlar dondurma satıyordu. O gün sadece yüzmeye karar verdim bu nedenle köpükten yapılma amatör sörf boardumu getirmemiştim. Yüzerek sörf yapanların yanına yaklaştım bana sörf yapmayanların sörfçülere çok yaklaşmamaları gerektiğine dair bir tanesi uyardı. Birden denizde sürüklendiğimi fark ettim. Kuvvetli bir akıntı vardı. Ne kadar kuvvetli kulaç atsam da beni plajın kayalıklarına doğru sürüklüyordu. Kayalıklara baktım dalgalar büyük ve kuvvetliydi ve tahminen 5 metre yüksekliğindeki bir uçurumun dibindeki kayalıklara hızla çarpıyorlardı. Akıntıya karşı koyamazsam o dalgalar beni kayalıklara çarpacaktı. Bana yakın olan bir sörfçüden yardım istedim. Yanıma geldi beni sörfü ile çekip akıntıdan kurtarmasını rica ettim. Sörfüne tutundum çekmeye çalıştı ama akıntı öyle kuvvetliydi ki sörf tahtası ile dahi ikimizin birden akıntıya karşı ilerlememiz mümkün olamıyordu. Birden bana :” You’ll have to let go mate. Otherwise we’ll both get fucked. The current is too strong I can’t pull you”  ( bırakmak zorundasın yoksa ikimiz de hapı yutarız, akıntı çok kuvvetli seni çekemiyorum) dedi ve ellerimi tutunmakta olduğum  sörf tahtasından çektirdi, beni orada kaderime terk edip uzaklaştı.

Birkaç dakika içinde akıntı beni kayalıklara iyice yaklaştırdı. Dalgaların kayalıklara şiddetle vuran ve kulakları sağır eden  büyük  gümbürtüsünü  duyuyordum. Akıntı yönünde yüzersem kayalıkları atlayacaktım ama bu sefer açık denize sürüklenecektim. Uzaklaşmak için deli gibi kulaç atmaya devam ettim ama gücüm tükendi ve korktuğum an geldi. Dalgalar beni kayalıklara çarpmaya başladılar. Her seferinde kayalara tutunmaya çalıştım ama her gelen dalga beni koparıp tekrar çarpıyordu. Sahil güvenlik ve plajın can kurtaranların görüntü alanı dışındaydım. Bağırmaya başladım. Bana bir kaç dakika önce sörfünü bıraktıran sörfçü bağırmamı duydu benden hala en fazla 20 metre mesafedeydi. Sörfü üzerinden bana :”are you all right mate ?” ( iyi misin arkadaşım ) diye bağırdı. Ben de “ fuck you !” ( canın cehenneme) diye cevap verdim. Dalgaların beni çarpmakta olduğu kayaya tutunmaya ve tırmanmaya çalışıyordum ama kaya hem çok dik hem ıslak olduğu için kaygan hem de yüksekti. Birkaç saniye tutunduktan sonra kayıyordum arkadan gelen dalga beni tekrar kayaya çarpıyordu. Bu iş burada bitti derken birden kayaya tutunup yukarı tırmanmayı ve kayanın üstüne çıkmayı başardım. Dalgalar kayanın dibine vurmaya devam ediyor ama üstüne yetişemiyordu. Aşağıya baktım ve dalgalara  : “ hah ben kazandım” diyerek kah kaha attım. Üstüm sıyrıklar içindeydi ama kanama hafifti. Üstüne tırmanmış olduğum  kayayı inceledim, 1 buçuk metre yüksekliğinde ve neredeyse tamamen dikti. Tutunacak yerleri çok azdı, ıslak ve kaygandı. Dalgalar bir kaç saniyede bir kayaya çarpıyordu. Bu kayadan nasıl  tırmanmayı başarabildim diye hayret ettim.

Uçurumun dibindeydim, yukarı baktım bazı insanlar kamış oltaları ile balık tutuyorlardı. Hey çıkarın beni buradan diye seslendim. Dalgaların gümbürtüsünden kimse beni duymadı ve görmedi.Uçurumun dik olmayan bir yerinden yukarı çıkan bir patika buldum. Kabinlerde üstümü değişip, 302 numaralı otobüsle Dover Heights’a evimize döndüm. Mutfakta ailece akşam yemeğine oturduk. Annem, babam sordular : “ Nasıldı Bronte plajı ?” “ Harikaydı” diye cevap verdim, başka bir şey anlatmadım. Dalgaların beni kayalara çarpışı ve o kayaya tırmanma görüntüleri bir hafta boyunca gözümün önünden gitmedi. Hala inanamıyordum o kayaya nasıl oldu da tırmanmayı başarabilmiştim. Tekrar tırman deseniz herhalde tırmanamazdım.

1997 YILI :

Şimdi bu 1971 Ocak ayında olan  Bronte Plajı macerasından 26 yıl sonrasına 1997 yılına gidelim. Istanbul’da bir network pazarlama grubunun üyesi olarak grubun eğitim seminerlerine katılıyor ve eğitim kasetlerini dinliyordum. Eğitimlerin büyük bir bölümü kişisel gelişim üzerineydi. Bir gün grubun yabancı uyruklu kurucu liderinin İstanbul’da verdiği ve benim katılmadığım seminerlerinden birinin kasetini dinliyordum. Bu kişi, insan kafasına koyarsa ve yeteri kadar önemli bir sebebi varsa imkansız denen şeyleri başarabileceğini, esas engellerin imkansız diye başkalarının veya kendimizin yaptığımız telkinler olduğunu söylüyordu. Bir kaç örnek verdi. Bunlardan biri hayatta kalma dürtüsüydü. İmkansız gibi görünen bir şeyi başarmak için tek sebep hayatta kalma dürtüsü olmak zorunda değildi. “Yeteri kadar iyi bir sebebiniz varsa başarabilirsiniz” diyordu.

Buna örnek bir hikaye anlattı. Sarhoş adamın teki geceleyin yolunu şaşırıp bir mezarlığa girmiş. Vefat eden birisinin ertesi gün gömülmesi için mezarlıkta kazılan bir çukuru karanlıkta fark etmeyip içine düşmüş. Çukurdan çıkmaya çalışmış ama boşuna. Çukur 2 metre derinliğinde ve  tırmanmak için tutunacak hiç bir şey yokmuş. Gene de çıkmaya çalışmaya devam etmiş. Birden mezar çukurunun diğer köşesinden boğuk bir ses duymuş :” buradan asla çıkamayacaksın”. Bu sesi duyar duymaz adam çukurdan ok gibi çıkmış. Semineri veren kişi “ tabi çıkar, siz ne yapardınız birisi gece karanlığında mezar çukurunda size boğuk bir sesle buradan asla çıkamayacaksın derse ?”. “Asla çıkamayacaksın “ diyen şey kendisinden önce o çukura düşen başka bir sarhoşmuş. Ama adam onu hortlak zannedip ödü patlamış ve o kadar uğraşıp dışarı tırmanamadığı 2 metrelik mezar  çukurundan bir hamlede çıkmış. Yeteri kadar iyi bir sebebiniz varsa başarabilirsiniz.

2013 YILININ EYLÜL AYI

İki metre derinliğinde mezar çukurundan  tırmanan adamın öyküsünü dinlediğim 1997 yılından 16 yıl sonrasına yani günümüze gelelim. İstanbul Boğaz’ ının Avrupa tarafında sık sık tempolu yürüyüş yaparım. Yaratıcı düşünceler en iyi bu yürüyüşler boyunca aklıma gelir. Geçenlerde ( Eylül 2013 ) bu yürüyüşlerimin bir tanesi sırasında bu hikaye tekrar aklıma geldi. Kendi kendime : “ ne saçma hikaye, adam o kadar uğraşıp çıkamadığı 2 metre derinlikteki çukurdan hortlak gördüğünü sanıp nasıl çıkmayı başarabilsin ? Anladım yeteri kadar iyi bir sebebimiz varsa imkansız gibi görünen şeyleri başarabiliriz. Ama bu kadarı da abartı, tutunacak yeri olmayan 2 metre derinliğindeki çukurdan ne kadar iyi sebebimiz olursa olsun dışarı tırmanamayız” diye düşünüyordum. Ben yürüyerek boğazın sularına bakıp bu hikayenin abartı olduğunu düşünürken zihnimde gözümün önüne çok kısa süre ile bir görüntü gelip aniden kayboluyordu. Ne olduğunu anlamadım. Yürümeye ve bu hikayenin abartı olduğunu düşünmeye devam ettim. Zihnimdeki görüntü flaş şeklinde gözümün önünde anlık olarak çakmaya devam etti. Hala ne olduğunu anlamadım. Derken görüntü zihnimde  daha uzun süre durmaya başladı. Sonra görüntü dondu. Nedir bu aklıma gelen görüntü neden aklıma geliyor ? diye merak etmeye başlamıştım. Birden hatırladım ; bu zihinsel görüntü 42 yıl önce 1971 yılının Ocak ayında Bronte Plajında dalgaların beni çarparken güçlükle üstüne tırmanmayı başardığım 1 buçuk metre yüksekliğindeki, ıslak ve kaygan, tutunacak çok az yeri olan kayanın zihinsel görüntüsüydü.

 Rasih Bensan 4 Kasım 2013

 
Toplam blog
: 368
: 2280
Kayıt tarihi
: 05.05.12
 
 

BİLİM özellikle astronomi ve çeşitli konularda araştırmacı ve yazar Amatör fotoğrafçı, Ka..