Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ocak '11

 
Kategori
Siyaset
 

Yetti gari… Uyan be uykucu…(.1. Bölüm)

Yetti gari… Uyan be uykucu…(.1. Bölüm)
 

Uyuyanı uyandırmak kolaydır. 

Uyanık olduğunu sananları uyandırmak gerçekten zordur. 

İşte Türkiye’nin en büyük sorunu uyanık olduğunu sanan yığınların büyüklüğüdür. Kendini uyanık sananların gerçekten uyandırılabilmesi için bir fiskede biz vurabilirsek ne mutlu bize. 

Dünyayı bir şirket gibi yöneten küresel efendinin istemediği, asla göremediği şeylerden biri beklide birincisi ulus devletlerdir. Onların arzuları mümkünse bütün dünyayı şehir devletlerine bölmek, esnek federasyonlarla yönetmektir. Bu arzuları bu güne ait arzuları da değildir. Birinci dünya savaşı (biz buna birinci paylaşım savaşı da diyebiliriz) sırf bu bölüp paylaşma düşüncesi ile çıkmıştır. Takvimler 1912 yılını gösterirken ABD cumhurbaşkanı Wilson ülkemizin parçalanması gerektiğinin altını çizmiş, bu gün ortada dolaşan haritalara benzer ilk haritaları yayınlamıştı. O haritalarda Anadolu’ya sokulmuş bir Kürdistan ve Ermenistan vardı. Beyefendi yayınladığı demeçte, “Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin ham maddelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi, gerekirse zor kullanılmalıdır.” 

Evet, dostumuz ve müttefikimiz ABD nin bize ve bizim gibi ülkelere bakış şekli bu idi. O dönemde küresel çete vurucu güç olarak İngiltere’yi kullanıyordu. Birinci paylaşım savaşı sonunda Suriye, Ürdün, Kuzey Irak dediğimiz Osmanlı imparatorluğunun güneydoğu kısmı Fransızlar, güneye doğru tüm Arabistan ise İngiliz egemenliğine geçmişti. Dikkat edilirse amaç, kara altın yani petroldü. Görece daha güzel yerler olan güney Anadolu ve adalar İtalyanların, batı Anadolu Yunanlıların olmuştu. 

1897 Yılında İngiltere bir Osmanlı toprağı olan Kuveyt’e yerleşmiş petrol arıyordu. O dönemde Osmanlının lale devri safahatından başını kaldırıp petrolün stratejik değerini incelediği yoktu. 

1900 yılında Osmanlı topraklarında ilk petrol kuyusu açılıp çok miktarda petrol çıktığında bu zengin toprakların paylaşılma kararı verilmişti. Osmanlı borçluydu, hasta adamdı, bu yüzden topraklarını paylaşmakta hiçbir sakınca yoktu. Tam anlaşamasalar da bahsedilen yerleri ele geçiren Fransızlar bakın ne diyor. “Elde ettiğimiz yerler bize ilk etapta yılda 150 milyon kental buğday, iletmelerimiz için şu an İngiltere ve Amerika’dan korkunç pahalı aldığımız yün ve pamuk, sanayimizin can damarı ordumuz, donanmamız için olmazsa olmaz olan petrol” İşte bunlar Osmanlı topraklarını uğrunda ölünür yapıyordu. 

Bu gizli anlaşmalar Rusya’da Ekim devrimi olunca ortalığa saçıldı. Ruslar bu anlaşmaları tüm dünyaya açıkladılar. 

Evet kağıt üzerinde anlaşma tamamdı ama devletler o kadar kolayca kesilip paylaşılamazdı. Sonuçta birer karpuz değildiler. Bunun için önce kesilip biçilmenin koşulları ve ayrılmaya hazır halklar oluşturulmalıydı. Osmanlının zayıf noktaları etnik guruplardı. Bunlar Osmanlıya karşı çok kolay kışkırtılıp ayaklandırılabilirlerdi. Araplar, Kürtler, Ermeniler. Bunlarla oynamak, onları kışkırtmak çok da zor değildi. Lawrens adını herkes hatırlayacaktır. Petrolün en yoğun olduğu yerlerde Arapları Osmanlıya karşı kışkırtıp ayaklandırmış ve Osmanlıyı arkadan vurdurtmuştu. Yıllar 1920 yi gösterdiğinde Anadolu’da sayısız benzer casus vardı. Tabir yerinde ise Anadolu’da cirit atıyorlardı. 

Amerika, parçalanmış haritaları çizerken Fransa ve İngiltere Kürtleri ve Ermenileri silahlandırıp ayaklandırdılar. 

Savaş bitmiş, Osmanlı da yenilmişti. Destansı savunma ile geçit vermediğimiz Çanakkale’den galip devletler ellerini kollarını sallayarak geçtiler ve İstanbul işgal edildi. 

5. Şubat. 1919 tarihli Fransız Jurnal Des Debat gazetesi, “hemen hemen beşyüz yıl boyunca güney Avrupa’yı yıkan ve doğu Akdeniz bölgesindeki bütün uygarlığı çökerten bu uğursuz Türk ırkını Asya’ya sürmeli, ” diyordu. 

İşte tam bu günlerde Anadolu kaynıyordu. Mustafa Kemal yanında Rauf Orbay ile Tophane rıhtımından yaşlı Bandırma vapuruna biniyor, öldü denilen bir milleti küllerinden yeniden doğurmak ve batının planlarını uzunca bir süre erteletmek için yola çıkıyordu. 

Anadolu’da başlayan bu direnişin çabuk biteceğini düşünüyordu galip devletler. İçerde sadık uşakları Kürt Şerif paşa ve Ermeni Bodos Numan paşa vardı nasıl olsa. Türkleri yok etmek için Osmanlının bu iki güzide paşası emirlerindeydi. 

Ne acıdır ki bu iki paşa o günlerde Anadolu’da bir Kürt ve bir Ermeni devleti kurulma isteklerini Fransız hükümetine sunmuşlardı. 

Osmanlı delegesi Paris barış konferansı için Fransız dışişleri salonuna girdiğinde Fransız bakanın iki yanında bu güzide paşalar oturuyordu. 

Bu sırada Anadolu’dan gür bir ses yükseliyor ve Osmanlı hükümetinin imzalayacağı hiçbir anlaşmayı kabul etmeyeceğini bildiriyordu. Bu ses Mustafa Kemal’in ve Türk halkının sesi idi. Türk’ü ile Kürdü ile, Lazı, Boşnağı, Çerkezi ile TBMM nin sesi idi. 

22- Temmuz-1920 Perşembe saat 3. Padişah Vahidettin37 kişilik bakanlar kurulunu topladı ve Sevr antlaşmasını imzaladı. 

Sevr antlaşması kağıt üzerinde kaldı. Değilse daha o günlerde küresel çetenin planları muvaffak olmuş, Osmanlı yok edilmiş, toprakları ufak devletlere bölünmüş, Türkler ise küçücük bir alana sıkışmış bir çok uluslu mandası olarak yaşamaya çalışacaktı. Devlet demiyorum zira maliyesinden ticaretine kadar her kurumu küresel çete emrinde olacak ve asker beslemeyecekti. Daha açık deyimle asimile olup tarih sahnesinden çekilecekti. 

(Birinci bölümün sonu) 

Kaynak: Banı Avar 

İzmir 2011-01-29 

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..