Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '16

 
Kategori
Anılar
 

Yıl 1962 bir Almanya gezisi

Yıl 1962 bir Almanya gezisi
 

Bugün günlerden cumartesi. Her zamanki gibi televizyonda zaping yaparken birden kanallardan birinde bir programa rastladım. Arasıra seyrettiğim Çok Gezenti adlı bir yapım. Birden takıldım kaldım. Zira bana çok eski bir dostumu anlatıyordu. Beni yıllar öncesi anılarıma götüren programda Almanya'nın Münih şehrinde geziyordu sunucu..Yarım yüzyıldan fazla zaman önce yaşamıma 35 günlüğüne giren ve çocuk kafamda bir çok anı biriktirdiğim bu şehrin anlatıldığı programı seyrederken gözlerimden yaşların akmaya başladığını hissettim. O zaman aklıma geldi. Neden bu seyahatımı yazmıyorum diye. İşte bugünkü yazımın konusu bu yıllar önceki gezim.

Yıl 1962.16 yaşındayım. Okullar tatil olmuş yeni. Aylardan haziran. Birkaç aydır yoğun bir çalışma içinde ebeveynlerim. 4 yıldır her sene Almanya'nın Münih şehrindeki Üniversite Hastanesine gidiyor annem göz tedavisi için. Babam da ona eşlik ediyor. O tarihlerde ülkemde tıp çok ileri olmadığı için annem gözlerinde genç yaşta oluşan rahatsızlık sebebiyle her yıl gidiyor Almanya'ya. Eğer gitmezse gözünü kaybedeceği söylendi daha rahatsızlığının başlangıcında. Oysa ki annem daha çok genç, iki küçük çocuğu olan bir kadın. Babam annemin dünyasının kararmasına izin vermedi ve tüm olanaklarını seferber edip onu yurt dışına tedaviye götürdü. İlk gittikleri yıl1958 de ben daha 12 yaşında küçük bir kızdım. Benden 3 yaş küçük kardeşimi ve beni yakın akrabalarımıza bırakıp bu tedavi yolculuğuna çıktılar. Babamın mücadeleci ve kaderine razı olmayan kişiliği bu zorlu yolda onlara destek oldu. İlk gittikleri yıllarda ülke dışına çıkış çok şarta bağlıydı ve ebeveynlerim bu tedavinin ancak yurt dışında yapılacağını sağlık raporları, hastane kurulları ile binbir zorlukla ispatlayıp bu yolculuğa çıktılar.

Tedaviler, ameliyatlar derken anemin gözleri kısmen iyileşti. Bir daha görmez denen gözü dünyayı, ışığı görür oldu. Ama tedavi uzun sürüyordu ve her yıl tekrar gitmeleri gerekiyordu.

İlk yıllar bizi akrabalarımıza bırakan ebeveynlerım o sene bizi de yanlarında götürmeye karar verdiler. Bu arada babamın yaklaşımı çok güzeldi. Babaevinde görün de yabancı ülkeleri, belki koca evinde gidemezsiniz diye şaka yollu takılmıştı bize. O tarihlerde ülkemin şartları dikkate alınınca çocuklarını yurt dışına götürmek pek düşünülecek bir olay değildi. Bu arada belirteyim. Ailem öyle çok zengin, para babası kişiler değildi. Sadece maddi durumu ortanın üzerinde bir aileydik. Bir tek özelliğimiz vardı. Eğitim ve sağlık için her türlü fedakarlığa katlanan bir kafa yapısına sahipti ebeveynlerim.

Günler öncesinde başladı gezimizin hazırlığı dedim yukarda. Pasaport alımları, hediyeler, biletler, bavullar derken gidiş günü geldi çattı. O tarihlerde vize uygulanıyor muydu Türk vatandaşlarına hatırlamıyorum. Münihte kalacağımız yer de ayarlanmıştı.

Bir sabah erkenden Sirkeci'den kalkan bir trene bindik. Tren Simplon Ekspresi adını taşıyordu. Daha sonra Simplon'un dünyanın en uzun tünellerinden biri olduğunu ve Alplerin içinden geçtiğini , bu trenin de o tünelden geçtiği için bu ismi taşıdığını öğrenecektim.Ailemizin diğer fertleri teyzem, eniştem, anneannem, dedem ve teyzemin çocukları bizi geçirmeye gelmişlerdi Sirkeci garına. Babam o zaman pek kimsenin elinde olmayan 8 mm bir film makinesi ile yolcuğumuzu çekmeye başlamıştı bile. O tarihlerde video çekmek hayal bile edilemiyordu.

 Yakınlarımızla duygusal vedadan sonra  yaklaşık 2 gün sürecek bu yolculuğa başladık. Tren epey doluydu. Bir sporcu kafilesi de vardı yan kompartımanlarda. Biz yataklı kompartımanda gidiyorduk. Tren kalktıktan sonra biraz yürüdük vagonlarda ve yataksız vagonlarda yolculuk yapanları görünce nasıl uyuyacaklar diye babama sorduğumu hatırlıyorum.

 Tren Kapıkuleden çıkıp Yunanıstan sınırlarına girerken birden içimin burulduğunu hissettim . Ülkem topraklarından çıkıyorduk ve bu benim ilk çıkışımdı. Benim ve benden 3 yaş küçük kız kardeşimin de.

 Yolculuğun başında annemin önceden hazırladığı sandöviç ve poğacalar çabucak tükendi. Babam fazla yolluk almamamızı , zira restaurant vagonunda yiyeceğimizi söylemişti. Bu arada durduğumuz istasyonlardan da yiyecek bazı şeyler alabilecektik.

 Annem, babam ve kardeşimle birlikte öyle mutluydum ki bilmediğim bu yolculuğa çıktığımda.

 Yolculuğumuz sırası ile Bulgaristan, Yugoslavya devam edecekti. O tariihlerde adı geçen ülkeler demirperde ülkeleriydi ve farklı bir rejimle idare ediliyordu. Daha Bulgaristan'a girdiğimiz an farklılığı anladım. Durduğumuz istasyonlarda yolcuların inmesine izin verilmiyor, korkunç yüzlü silahlı adamlar ,yanlarındaki koca köpeklerle trenin altını bile kontrol ediyorlardı. Bu arada en çok korktuğum ilk gece uyurken yüzüme tutulan bir fener oldu. Bir elinde pasaportum bir polis ,feneri yüzüme tutmuş beni kontrol ediyordu. Çocuk ruhumda yaratılan korkuyu düşünün.Babam ülkeden insanların kaçmasını engellemek için böyle kontrol ettiklerini söyledi.

 Bulgaristan , Yugoslavya'yı böyle korku içinde geçtik. Ama bir gece sabaha karşı uyandım ve pencereden baktım. Yemyeşil bir vadide harika çiçeklerle süslü villaların yer aldığı , enfez manzaralı yerde gittiğini gördüm trenin. Avusturyadaydık. Kendimi Andersen masallarında hissettiren bu ülkede istasyonlarda duruyordu trenimiz daha önceki ülkelere  karşın. Durduğumuz istasyonlardan harika çikolatalar alıyorduk. Bazen de tren penceresine yaklaşan arabalardan sıcak çikolata içiyorduk.

 İnsburg, Salzburg derken birden Almanya sınırında girdi trenimiz,

 Anlaşılan benim gezi hikayem devam edecek. Devamı bir sonraki yazıma diyeyim.

 

 
Toplam blog
: 826
: 1068
Kayıt tarihi
: 26.04.11
 
 

Ben emekli bir iktisatçıyım. 21 yıldır bir sanatçı annesiyim. Küçük kızım klasik müziğe eğilim gö..