Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yıldız tozları...

Yıldız tozları...
 

Bazı insanlar böyledir...Dokundukları herşeye yıldız tozu bulaştırırlar...Sanki ellerinin biçimlenişi sihirlidir ve o ellerden çıkan herşey üzerinde sihirli birşeyler taşır...

Evinin önünde küçük bir bahçesi var. O bahçenin küçüklüğüne aldırış etmeden onlarca çiçekle bezemiş bahçeyi. Yaşadığı yer küçük bir köy ve O, köyün en güzel evine sahip. Diğer köylülerden ne bir fazlası var ne de bir eksiği...Ama onun evi bir başka güzel. Kırmızı kiremitli bu küçük evin önünde baharın ilk günlerinin keyfini çıkarıyoruz. Bize birer bardak demli çay veriyor. Tertemiz bardaklarda sunulmuş bu çayı keyifle yudumlarken onun hikayesini dinliyoruz. Gözlerinden bir acı yeli gelip geçiyor ama çabuk toparlıyor kendini. Kamyon şoförü olan eşinin hikayesini anlatmaya başlıyor.

"Çok mert adamdı. Şu koca köyde sevmeyen yoktu onu. Ali'ydi adı. Haftalarca gelemezdi eve garibim. "Ne yapalım hanım" derdi "Bu çocukları okutmak için şimdilik böyle ayrı kalacağız.Ama merak etme, onlar büyüyecekler, bize bakacaklar. O zaman hep birlikte olacağız." Fırsatını bulur bulmaz eve gelirdi. Çok severdi çocuklarını, özlerdi. Ölümü de bu yüzden oldu ya." Gözleri doluyor. Hafifçe burnunu çekiyor. "Çaylarınız bitmiş, tazeleyeyim" diyor zoraki gülümseyerek. Biliyorum ki; mutfakta biraz ağlayacak. Bardakları alıp mutfağa geçiyor.

Baharın sihirli eli dokunmuş gibi köye. Dört bir yan yemyeşil. Evin önündeki erik ağacının beyaz çiçeklerine bakıyorum.Bir kaç çiçek üzerime düşüyor. Baharda güneşin altında kar yağıyor gibi. Hepimiz büyülenmiş gibiyiz. Kimse konuşmuyor. Hafif bir rüzgar esiyor toprağın kokusunu içime dolduruyor.

Çiçekli şalvarının bir tarafını tuta tuta geliyor, elinde o güzel kokulu çaylarla. Gözleri hafiften kızarmış. Ona gülümsüyorum o da bana. "İnsanın içini ısıtan bir doğallığı var" diye geçiyor içimden. Oturuyor ve çayını karıştırıyor. O bardağına bakarken aklından geçenleri görebiliyorum. Eşinin ölümünü yeniden yaşıyor gibi. Ona acısını yeniden yaşattığımız için üzülüyorum. Ve devam ediyor anlatmaya: "Yine bir gün yakınlarda bir yere gelmiş. Kamyonu bozulmuş. Tamirhaneye gitmiş. Tamirci işin uzun olduğunu ancak ertesi gün kamyonu alabileceğini söylemiş. O da ne yapacağını düşünürken, bir minübüsün bizim köyün yakınlarından geçeceğini öğrenmiş. O minibüse binmiş. Minibüs yolda kaza yapmış.Sonra..." diyor ve artık engel olamadığı yaşlar gözünden süzülüyor. Mendilini cebinden çıkarıp gözlerini siliyor.Ne söyleyeceğimizi bilemeden acıyla bakıyoruz.

Bir süre sessizlikten sonra devam ediyor anlatmaya:" Ama okuttum çocuklarımı. Biri öğretmen oldu biri de doktor. Ali göremedi çocuklarını. Onların büyüdüğünü göremedi. Ama okuttum onları." Tarlalarda çalıştığını anlatıyor.İnek beslediğini, onun sütünü sattığını peynir, tereyağı, yoğurt yaptığını, tavukları ve tavukların yumurtalarını şehirde sattığını, bahçede maydonoz, tere, yeşil soğan yetiştirip pazarlarda sattığını anlatıyor. "Çok zordu hayat" diyor "Zordu ama çocuklarım vardı. Onlar için herşeyi yapardım." Şimdi yalnız olduğunu anlatıyor. Çocukları uzak memlekettelermiş. Yaz tatillerini iple çekermiş bu yüzden, torunlarını çok özlermiş. Bahçenin önündeki çiçekleri ağaçları gösteriyor eliyle "Şimdi de bunlar için yaşıyorum. Onlar da benim çocuklarım."

Bizi uğurlarken o güzel çiçeklerinden birer demet veriyor elimize. "Sağlıcakla" diyor. Yüzü parlıyor gülümsemesi sıcacık. "Yine gelin olur mu?" diyor.

Eve uzaktan bakıyorum, sonra onun, bizi uğurlamak için, havaya kalkmış sallanan eline...Elinde yıldız tozları var dokunduğu herşeye hayat veriyor...

RESİM: Vincent Van Gogh

 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..