Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Yıldızını söndürmek

Yıldızını söndürmek
 

Yüreğimin yağmurlarında ıslanmış bir sonbahar gününde...kapının önündeyim. Bir adım ötemde sen varsın..

Kapının ziline uzanıyorum... ellerim titriyor. Çalmak istediğimden emin değilim.
Sen beni bekliyorsun içeride... biliyorum. Ve biliyorum ki yine, eğer bu kapıyı çalacak olursam... deli bir özlemle sarılıp... bir daha hiç bırakmayacaksın beni. Emin değilim bırakılmak istemediğimden. Emin değilim içeri girip bir daha çıkmak istemediğimden.

Ben her an kapısını çekip çıkabileceğim bir yerde olmak isterim seninle... gidebileceğimi bilmek isterim... gitmesem de...
Korkuyorum... bu kapıdan girmekten. Çünkü... kendi kurallarını koyacaksın sevmek adına. Kıskançlıklarınla beni boğacak... sevginle özgürlüğümü kısıtlayacak... beni ben olmaktan çıkarıp... kendi kalıplarına sokacaksın...
Elim kapının ziline gidiyor... çalmak istiyorum. Yüreğimin bir yanı senin yanında olmak istiyor..diğer yanı kaçıp gitmek. Gözümün önüne her gün bir parçası yitirilmiş özgürlüğüm geliyor. Oysa beynim özgürken sevebilirim ancak ben. Korkuyorum esaret günlerinden.

Anlamıyorsun... anlatamıyorum sana. Dar bir alanda yaşamak istemiyorum. Sevgimin o küçücük dünyada her gün yavaş yavaş öldüğünü görmek istemiyorum.
Ve işte... bu yüzden... sadece bu yüzden... yüreğimde koskoca sevgini de yanıma alıp... yaşamadan..yaşayamadan... kapının önünden çekip gidiyorum...
Neden yazdım bu satırları? Çünkü günümüzde bir çok sevgi, kıskançlık nedeni ile karşı tarafı nefes alamaz hale getirdiği için bitiyor veya bitme noktasına geliyor. Sevmeyi sahip olma duygusu ile karıştırıyor birçoğumuz.

Böyle ilişkilerde ayrılmak da bir çözüm değil. Çünkü sahip olma duygusu o denli güçlü ki yeni bir hayata başlamasına izin vermiyor karşısındakine. "Ya benim olursun, ya toprağın" zihniyeti de gazetelerde okuduğumuz, haberlerde izlediğimiz cinayetlerle sonlandırıyor bu "Sözde sevda"yı.
Bir de benim "Yıldızını söndürmek" dediğim "Sevgi bitiren" var ki, bunu pek çoğumuzun, özellikle de kadınların yaşadığını görüyor, gözlemliyorum. Adam kadını önce çok beğeniyor, aşık oluyor ve bir süre sonra beraberlik başladığında yavaş yavaş önce rica, sonra da ültimatom şeklinde geliyor istekler. Bu etek boyundan, makyajına, hatta yürüyüşüne, sokağa çıkma sıklığına, kiminle konuşup-konuşmayacağını belirlemeye kadar gidiyor. Bu liste daha da uzayabilir ve erkeğin "Göre"lerine göre değişkenlik gösterebilir. Ama sonuçta kadın artık ilk zamanlardaki aşık olunan kadın olmaktan çıkar, adamın istediği köle haline gelir. Ve işin en trajik yanı da adam artık yarattığı yeni kadını beğenmez. Bununla ilgili yazdığım bir yazı var. Sizlerle paylaşmak isterim.

Küçücük elleri vardı kadının. Tutulası...öpülesi elleri...
İlk elleri dikkatini çekmişti. Kasada parayı öderken bir çift güvercin gibi kımıl kımıl elleri.

Sonra gözlerini gördü kadının. Bir çocuğun şaşkın bakışlarına sahip, o iri siyah çekik gözlerini.

Kadın poşetleri alıp ilerlerken de yürüyüşü takıldı gözüne. Salınan, edalı yürüyüşü. Bir rüyada gibi seyretti kadını.

Tezgahtarın "Beyefendi, bakar mısınız" demesiyle toparlanabildi ancak. O sırada gördü kadının unuttuğu paketi. Çabucak ödeyip hesabı...koştu peşinden kadının. Bu şekilde oldu tanışmaları.

Günler içinde gördü ki adam o küçük eller çok hünerli... neye uzansa bir anda sihirli değnek deymiş gibi değişiyor dokunduğu her şey. Becerikli, marifetli eller; yemek yapıyor, dekore ediyor, makyaj yapıyor. Ve ona dokunduğunda bulutların üzerinde uçuruyor.

O çocuksu, şaşkın bakışların ardındaki zeki kadını tanıdı adam. İnsanı üzmeden düşünmeye davet eden. Kavga etmeyip konuşabilen. Hoşuna giden bir şey gördüğünde el çırpacak kadar coşkulu-çocuk... Bir iş toplantısında konusuna hakim...bilgili.

Bedenini nasıl yerinde ve zamanında kullanabildiği çok şaşırttı adamı önceleri. İş kadını kimliğindeki kıyafetlerini nasıl taşıyorsa kadın...ciddi ve ağırbaşlı...bir gece kıyafetini de o denli rahat...sanki her dakika gece kıyafeti ile geziyormuş gibi taşıyordu.Yürüyüşü edalı, sokuluşu kedi gibiydi.

Önceleri adamın çok hoşuna gidiyordu bunlar. Keyifle seyrediyordu kadını. Sabah yataktan kalkışını... Makyaj yapışını... O gecelikli seksi kadından bir anda iş kadınına dönüşüşünü.

Sonra ne oldu bilinmez. Çevrenin çok beğenmesi...takdir etmesi...hayran bakışlar. Hepsinin biraz payı oldu kuşkusuz.

Giysilerine karışır oldu önce. İlk zamanlar çok hoş bulduğu diz boyu eteklerin fazla seksi olduğunu söylemeye başladı. Kadın zeki olmasına zekiydi. Akıllı olmasına akıllıydı. Ama aşıktı.. Ne demişler. Aşk kapıyı çalınca, akıl seyahate çıkar. Uzattı etek boyunu biraz.

Adama yetmedi bu. Makyajını diline doladı. O kadar çok ve yerli yersiz söylendi ki. Kadın önceleri azalttı...sonra hepten bıraktı makyaj yapmayı. Çok hafif bir dudak parlatıcı ile yetinmeye başladı. Ama hala çok güzel, hala çok alımlıydı..
Adam bunun o edalı yürüyüşünden olduğunu düşündü. Çok dikkat çekiciydi canım!.. "Kırıtma öyle, düzgün yürü" demeye başladı. Kadın nasıl yürüyeceğini şaşırdı. Baston yutmuş gibi yürüme çabası, sonunda komik ve sarsak bir yürüyüşe dönüştü.

Adam bütün ilgisini yitirdi kadına. O'nda beğendiği her şeyi yok etmiş...nihayet yıdızını söndürmüştü.

Sonra bir gün, kafede otururken... önünden bir kadın geçti. İri, çekik gözleri vardı kadının. Nasıl da edalı yürüyordu. Kısa eteği çok yakışmıştı ince uzun bacaklarına.
Bir rüyada gibi düştü kadının peşine...

 
Toplam blog
: 139
: 1916
Kayıt tarihi
: 12.04.07
 
 

Bana biri kendini anlat dese, susar kalırım. Her konuda çılgın bir istekle konuşan ben, işte o anda ..