Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '10

 
Kategori
Blog
 

Yıllar sonra rastladım, çocukluk sevgilime

Yıllar sonra rastladım, çocukluk sevgilime
 

...


Ne kadar da hoş bir duygu... Düşünün bir kere; aradan yıllar geçiyor ve siz vakti zamanında evlilik hayalleri kurduğunuz, uğruna yanıp tutuştuğunuz çocukluk aşkınızla “paaat” diye karşılaşıyorsunuz. İster istemez şey oluyorsunuz tabii. Anlatılmaz bir duygu valla.

İşin evveliyatını soracak olursanız, benim bu feysbuk denilen acayip siteye üye olmam bir ayı ya bulur, ya da bulmaz. İsimlerini burada zikretmek istemediğim bazı arkadaşların (Ki blogdandır çoğu.) ısrarları sonucu üye olduk işte. MB idaresi de “Feysbuka katıl, Milliyet Blog’un hayranı ol” diye dürtükleyip duruyordu, biliyorsunuz.

Sonuçta üye olduk tabii. İlk bir haftada 40’tan fazla arkadaşlık teklifi geldi. Hepsi de blogtan, tanış yani. Biraz nazlanarak da olsa gelen teklifleri kabul ettim. Ettim etmesine de o sitede ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir bilgim yok. Ana sayfayı açıp aval aval bakıyorum. Millet ise “üleştirip” duruyor.

Mesela Nilüfer Veldet Hanım, Orhan Baba’nın “Kaderimin Oyunu” türküsünün videosunu bulup “paylaşıma sunuyor” diyelim. Başta Celal Çelik olmak üzere grubun diğer arkadaşları da bu videoya övgüler yağdırıyorlar. Öyle didişeyim, polemik başlatayım, blogda olduğu gibi “gitçem gidiyom” triblerine yatayım, editörlere şikayet yağdırayım, yok! Millet birbirini (usulca)“dürtüyor”, “etiketliyor”(her ne demekse) veya “hayranı olup” beğeniyor. Eh, üleşim dedikleri de bu olsa gerek.

Dün sitenin arama motoruna birkaç isim yazıp aramayı akıl ettim. Eski arkadaşlardan ve uzun zamandır görüşmediğim hısım akrabalardan bazılarını sitede bulunca bana bir heves geldi. Dile kolay, 30 senedir görmediğim arkadaşlarım birer “amca” veya “teyze” olmuşlar artık. O yaşta “üleşim” peşinde koşmalarını yadırgasam da sevindim biraz. İşte bu hevesle “gönül listemdeki” bazı eski isimleri de bir arayayım bakalım, dedim.

Bir iki denemeden sonra “şak” diye karşılaştım tabii. Gerçi on altı, on yedi yaşlarındayken saçları siyahtı ama biliyorsunuz Türk hanımları evlendikten sonra “sarışınlaşıyorlar” nedense. Biraz “flu” olan resmine baktım uzun uzun. Evet, bu oydu. Her zaman olduğu gibi “olsa olsa “ yöntemiyle bazı tahminlerde bulundum. Kızlık soyadını kullandığına göre(Bazı feysbuk bayanları gibi) başından mutsuz bir evlilik geçmişti. O da ne yapsın, boşanıp yeni bir yol çizmiş ve hem özgür hayatında, hem de feysbuk şeyinde yeni bir sayfa açarak kendini “üleşim” işlerine vermişti. Arkadaş listesi de oldukça kabarıktı yani.(Arkadaş listesine göz atınca kısa da olsa kıskançlık krizine kapıldığımı itiraf etmeliyim.) Elimi çabuk tutmazsam kuş kafesten kaçabilir, 35 sene önce yaşadığım hüsranı tekrar yaşayabilirdim.

Hemen klavyenin başına çöreklenip “Ne haber kız?” diye başlayan duygulu ve romantik bir mesaj yazdım. Yarım saat sonra sayfasına baktığımda eski “flu” resmini daha “alımlı” ve daha net bir resimle değiştirmiş olduğunu fark ettim veeee…

Bu o değildi arkadaşlar! Vallahi de değildi, billahi de değildi işte. İsim ve yaşadığı şehir tamamdı ama bu o değildi!

Baltayı taşa vurmuştuk sonuçta. Yine hanım biriymiş ki benim “Ne haber kız?” diye başlayan duygulu ve de romantik mesajımı pek sorun yapmadı.

Sonuçta Feysbuk şeyindeki sayfamı silecek değilim dostlar ama ben bu “üleşim” işlerine paydos deyip tüm ağırlığımı Milliyet Blog’a vereceğim artık. Ben Milliyet Blog’a zaten hayranım, tee feysbuklara gitmeme gerek yok yani .Taş yerinde ağırdır. Üleşen üleşsin, bana ne? On sekiz yaş maceraları da kalsın kaldığı yerde. Eskileri eşelemenin kimseciklere bir faydası dokunmaz bu saatten sonra. Hem sonra nasıl bitiyordu o şarkı?

Gelmez o günler,

Dönmez o günler,

Mazide kaldı hep.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..