Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '07

 
Kategori
Sinema
 

Yılmaz Güney sineması

Yılmaz Güney sineması
 

1970 Yılında "Umut" adlı bir filim gösterime girer. Siyah-beyaz bir filimdir. Yönetmeni Yılmaz Güney'dir. Filmin senaryosunu da Yılmaz Güney, Şerif Gören'le birlikte yazmıştır. Başrolde Yılmaz Güney, Tunçel Kurtiz oynamaktadır. Sinemaseverler Yılmaz Güney'i hep "Çirkin Kral" olarak tanımışlar ve onu vurdulu-kırdılı filimler değişmez oyuncusu sanmışlardır. Şimdi karşılarında başka bir Yılmaz Güney vardır.

Aslında, Yılmaz Güney, her zaman marjinal bir oyuncu olmuştur. Kitlesel sinema severlerin sevgisini kazanamamıştır. Bunun en büyük nedeni, bence, hem oynadığı rollerdir, hem de alışılmadık bir "jön" olmasındandır. Çünkü, o dönemde Türk sinema izleyicisi Ayhan Işık, Cüneyt Arkın, Ediz Hun, Kartal Tibet gibi yakışıklı oyuncuları görmeye alışmıştı. Şimdi, Adana'nın bağrından çıkıp gelen Yılmaz Güney kim oluyordu?

Türk sinema seyircisi aile filimlerine alışmıştı. Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Türkân Şoray üçlemesine; Ayhan Işık, Ediz Hun, Cüneyt Arkın üçlemesine alışıktı. Genellikle Bülent Oran'ın senaryosunu yazdığı filimler şarkılı, türkülüydü. Neşe ve eğlence doluydu. Ancak, bazen öyle aşk öyküleri anlatılırdı ki, sinemadan ağlamadan çıkmak mümkün değildi. İşte "Sene de Bir Gün" bu tür filimlerin en ünlüsü. Hele bu filimlerde bir babalar bir anneler vardı ki, bugün bile hepimizin yüreklerinde apayrı yerleri vardır. Hulusi Kentmen iyi kalpli ve zengin baba rolündedir. Münir Özkul iyi kalpli, hep ezilmiş, horlanmış, fakir baba rolündedir. Adile Naşit sevecen annedir. Mürevvet Sim güleryüzlü, biraz delişmen anne rolündedir.

Komedi filimlerinin üstadı Öztürk Serengil'dir. Kendine özgü davranış ve konuşmasıyla hayranlarını gülmekten ayırmazdı. Sadri Alışık da kendine özgü gerçekten çok değerli bir sanatçıydı.

Türk sineması çok değerli sanatçılar yetiştirdi. Birgün karşımıza Ömer Lütfü Akad çıkıverdi. Gelin, Düğün, Diyet adlı üçlü bir dizi sinema filmi çekti, bütün sinemaseverler şoke oldu. Çünkü, Ömer Lütfü Akad öyle bir üçleme yapmıştı ki, toplumun en acı aynasını suratımıza tokat gibi indirmişti.

Birgün karşımıza Ertem Eğilmez çıkıverdi. O unutulmaz Hababam Sınıfı filimlerinin unutulmaz yönetmeni. Senede Bir Gün, Sürtük, Kart Horoz, Bir Millet Uyanıyor, Canım Kardeşim, Süt Kardeşler, Köyden İndim Şehire, Bilo filimleri unutulmaz Ertem Eğilmez filimleridir.

1980 yılına gelene kadar, Türk sineması çok güzel günler yaşadı. İstanbul'un ve tabi ki Anadolu'nun bir yerinde kışlık sinemalar vardı. Yaz gelip de havalar ısınmaya başlayınca, bu kez de bahçe sinemaları ya da yazlık sinemalar devreye giriyordu. Televizyon henüz Türkiye'ye girmemişti. Salonlar yaz kış tıklım tıklım doluyordu. Hele Kemal Sunal filimlerinde sinemada yer bulmak olanaksızdı. Bir anda herkesin dilinde Şaban'ın konuşmaları, herkesin taklitinde Şaban'ın hareketleri. Gülünecekse, Kemal Sunal filimlerine gitmek gerekiyordu.

Yılmaz Güney ne yaptı?

Yılmaz Güney, toplumcu sinema yapacağım diye ortalığa çıktı. "Umut" çekti. Faytonla para kazanan bir adamın geçim kaynağına Türkiye'ye yeni yeni giren ve zenginliğin alameti olan bir araba çarparsa ne olur? Yani arabayı kullanan o zamanki söyleyişe göre "Burjuva" bir gariban at arabacısının ekmek teknesini yıkmıştı.

Yılmaz Güney dozunu gittikçe arttırarak toplumcu sinema yaptığı sandı. Hemen her filminde "Burjuva" ile "işçi" ya da "yoksul" sınıfı karşı karşıya getirdi. Baba filminde gittiği genelevde, yapmak istediği kadın kızı çıktı. Arkadaş adlı filminde bir tatil kasabasında şapkalı Âzem olarak çıktı karşımıza. Burjuva kadından yediği tokata yumruğunu sıkarak "Bir gün bu tokatın intikamını alacağız" gibi okkalı sözler söyledi. Endişe adlı filimde Adana'nın pamuk işçilerinin dramlarını, çilelerini sinemaya yansıttı. Sürü filmi sanki, gelmiş geçmiş en büyük şairimiz Nazım Hikmet'in, "Memleketimden İnsan Manzaraları"na benziyordu. Ve nihayet araya irili ufaklı filimlerden sonra "Yol" adlı filmi çekti ve çektirdi. Bir başka filminde, Güneydoğu Anadolu'ya hayalinde her zaman canlandırdığı oku koydu ve üzerine şunu yazdı: "Kürdistan". Böyle olunca da yurtdışından bir sürü ödüller aldı.

Yılmaz Güney bu filimleri çekip sinema salonlarında oynatmaya başlayınca, aileler sinemadan kopmaya başladı. Zaten binbir sorunla uğraşan insanlar için, bu filimler karamsar tablolar çizmeye başladığından sıkıcı gelmeye başlamıştı. Şen şakrak filimlere alışmış ya da toplumsal sorunları Ömer Lütfü Akad gibi ustalardan izlemeye alışmış Türk sinemaseverler Yılmaz Güney'in filimlerini sevmedi. Ancak, yazımın başında da sözettiğim gibi her zaman marjinal bir gurubun hayranlığını kazanmış olan Güney filimleri, yine bu marjinal gurup tarafından büyük destek gördü. O günün sinema koşullarında bile Yılmaz Güney filimleri yeni bir şey getirmiyordu. Zaten anarşi ortamında boğuşan Türk insanı, bir de Yılmaz Güney filimlerinin oynadığı salonlara bombalar konulunca, iyiden iyiye ayağını çekti sinemadan. Türk sineması da, toplumcu sinema yapacağım diye harekete geçen Yılmaz Güney'le kan kaybetmeye başladı. Bir televizyon yaygınlaşmaya başlayınca, Türk sineması durma noktasına geldi. Bu durumdan yararlananlar ise seks filimleri çekenler oldu. Belli sinemalarda sabahtan akşama kadar devamlı seks filmleri oynatıldı.

Şunu çekinmeden söylemek zorundayız, Yılmaz Güney iyi bir yönetmen de değildir, oyuncu da değildir. Bugün filimleri yeniden gösterime girse, fanatik görüşlerinin hayranı olan bir avuç insandan aşkası izlemez. Çünkü, Yılmaz Güney yapıtlarıyla çağının gerisinde kalmıştır. Yaptığı filimler ise Türk sinemasına katkı değil, zarar getirmiştir. Çünkü, seyirciyi sinemadan uzaklaştırmıştır.

Şimdi sinema yazarları her sene bir yerlerde toplanırlar ve "Bütün zamanların en iyi 10 filmini" seçerler. Bu on filim içinde Baba, Umut, Duvar, Yol hemen hemen mutlaka vardır. Bunları seçen jüri heyetinin geçmişine bakarsanız, Yılmaz Güney filimlerini de neden seçtiklerini rahatlıkla anlarsınız. Çünkü bunlar Yılmaz Güney fanatikleridir. Seçtikleri filimlerin Türk sinemasına her ne açıdan olursa olsun, ne gibi faydaları vardır diye sorsanız, kendi dillerince bir şeyler söylerler. "Toplumculuk"tan, "içerikten", "sinemasal açıdan", "yönetsel açıdan", "konusal açıdan" deyip, lafı eveleyip geveleyip uzun cümleler kurarlar ki, dinleyenler çok önemli şeyler söylediklerini sansın diye.

Yılmaz Güney hayranı olan bu jüri heyeti, Cüneyt Arkın'ın "Dünyayı Kurtaran Adam" adlı filmini Yılmaz Güney yönetseydi "Bütün zamanların en iyi filmi" seçerlerdi, bundan emin olun.

Özetlersek, Yılmaz Güney Türk sineması için önemli ve değerli değildir. Ondan önce de çok düzeyli toplumsal içerikli filimler çekilmiştir. Bu nedenle toplumsal içerikli filimlerin yaratıcısı da değildir. Yönetmen olarak çok farklı bir açısı yoktur. Görüntü olarak o güne kadar alışılmadık bir şeye imzasını atmamıştır. Ancak, siyasi yelpazenin hep en solunda yer almış belki de öyle gözükmeye çalışmıştır. Çünkü, belindeki tabancayla bir savcıyı öldürmesi, bulunduğu siyasi yelpazenin en solunda olma özelliğini de zedelemiştir.

Bir savcıyı öldürmekle, siyasi yelpazenin en solunda görünmenin çelişki yarattığını nereden çıkartıyorsun diye bir soru bana soracak olursanız; bir başka yazıda "solcu, emekçi, sosyalist, komünist" olmanın erdemlerini tartışırız.
 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..