Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '08

 
Kategori
Futbol
 

Yine Adnan Polat, yine 20.45

Yine Adnan Polat, yine 20.45
 

Galatasaray 17.şampiyonluğu kucakladı.


Her yaz yenilenen bir hevesle başladığımız ligimizin ellinci şampiyonu Galatasaray oldu. Sarı-kırmızılılar, Ağustos’ta başlayan bu uzun maratonda topladığı 79 puanla en yakın ve ezeli rakibi Fenerbahçe’nin 6 puan önünde ipi göğüslemeyi başardı. Eğer ilk dört sırada yer alan takımların bu sezonki performanslarını birer kelimeyle özetleyecek olursak; Galatasaray’ın “lirik”, Fenerbahçe’nin “travmatik”, Beşiktaş’ın “dramatik” Sivasspor’un ise “beklenmedik” bir çizgi tutturduğunu söylemek sanıyorum gerçeğe en yakın anlatım olacak.
Fenerbahçe’nin Denizli’de kaybettiği şampiyonluğun camia üzerindeki sarsıcı etkileri henüz tam anlamıyla küllenmemişken, bu sezon da benzer bir senaryonun tekrarlanması sarı-lacivertli takımı nasıl etkileyecek? Beşiktaş’ta 30 Mayıs 2004’ten bu yana süregelen yönetim hataları, gölgesini önümüzdeki sezon da takımın üzerine düşürecek mi? Sivasspor bu yıl takdir toplayan çıkışını devam ettirebilecek mi? Sadri Şener’in direksiyonu aldığı Trabzonspor gelecek sezon zirveye giden yolu bulabilecek mi? Ve şampiyon Galatasaray. Sarı-kırmızılılar kendilerine şampiyonluğu getiren birlik beraberlik havasını kaybedecek mi? Tüm bu sorulardan da anlaşılacağı gibi sezon biter bitmez kafalarda gelecek yıla dair çeşitli kurgular yapılmaya başlandı bile… Şüphesiz ki, bunun en önemli nedeni kalan üç takımın da şampiyonluğu rahatça kucaklayabileceklerine inandıkları anlarda yaptıkları basit hatalarla yarışta geriye düşmeleri. Kesin olan şey ise, diğer üç takımın kulüp binalarında yöneticilerin şimdilerde dizlerini dövmekle meşgul oldukları.

Aslına bakarsanız şampiyonluk yarışının son haftaya kadar sürdüğü, UEFA Kupasına katılma hakkının bile her sezonkinden farklı bir muamele gördüğü bu renkli sezonu Sivasspor’a borçluyuz. Lig başından bu yana “tavşan atlet” muamelesi gören ancak kazandıkça kazanmayı sürdüren kırmızı-beyazlılar, topladıkları 73 puanla hem sezonun flaş ekibi olmayı başardılar hem de üç büyüklerin başında bir nevi “demoklesin kılıcı” rolüne soyunarak ligdeki erken bir kopmanın önüne geçtiler. Şampiyonluk stresi ve zirvenin sıcaklığı Sivasspor’a gerilimi yüksek maçlarda bir dezavantaj olarak yansımış olsa da Turkcell Süper Lig’de 23 galibiyet almak bugün her takımın imza atabileceği bir başarı değil. Neticede lig ikincisi Fenerbahçe’nin hanesinde 22 galibiyet yazıyor. Bülent Uygun ve talebeleri açısından ilginç olan, sezonun ilk haftasında fırtınalar koparan Trabzonspor deplasmanında aldıkları 3 puanla başladıkları ligi aynı Trabzonspor’un Fenerbahçe’yi yenmesi sebebiyle dördüncü bitirmeleriydi. Sezon içinde pek çok kez takım içindeki tansiyonu düşürmek maksadıyla “Şampiyon olmak istemiyoruz” şeklinde beyanatlar veren Uygun, ne yazık ki bu psikolojik hamlesini büyük takımlarla oynadığı maçlarda süsleyemedi. Bu da Sivasspor’un kıyısına kadar geldiği şampiyonluğu kucaklayamamasında en büyük etken olarak göze çarpıyor. Ancak her şeye rağmen kısıtlı kadrosunun önemli bir bölümünü uzun süreli sakatlıklarla kaybeden Sivasspor, verdiği mücadele ve geldiği yer açısından her türlü takdiri hak eden bir takım. Kırmızı-beyazlılar, gelecek sezon da aynı yönetim anlayışını benimseyip yürekten mücadele ederlerse bu büyük çıkışlarını devam ettirebilirler.

Lig üçüncüsü Beşiktaş ise son maçla eline aldığı UEFA biletini büyük oranda Trabzonspor’a borçlu. Eğer son hafta maçlarında Fenerbahçe futbol kamuoyundaki genel kanıya paralel olarak Trabzonspor’u yenebilseydi, siyah-beyazlılar bugün Intertoto sıkıntısını iliklerine kadar yaşıyor olacaklardı. Anlayacağınız, Beşiktaş sezonu hiç olmazsa UEFA Kupasına katılma hakkı kazanarak tamamladı ama yine kendi göbeğini kendisi kesemedi. Zaten Trabzon’dan uzanan el olmasa siyah-beyazlıların da kendi göbeklerini kesmeye niyetleri de yoktu. Sahasındaki V.Manisaspor maçına “Katrina kasırgası” gibi başlayan Beşiktaş ilk on dakikada attığı 4 golden sonra kontak kapattı. Öyle ki, ne ikinci yarıda Manisaspor’un bulduğu gol ne de Sivas’tan gelen haberler siyah-beyazlıların canlanmasına yetmedi. Tabi Beşiktaş bu sezon hangi maçı “çok farklı” kazandı derseniz şüphesiz siz de haklısınız. Bu takımın gücü bu. Tribünde “Yıldırım Demirören Yeter!” diye haykıran taraftarın sıkıntısı da buradan kaynaklanıyor. Çünkü mevcut Beşiktaş yönetimi geçmiş sezonlarda birçok idari hata yaptığı gibi gelecek sezon için de en ufak bir ışık dahi vermiyor. Berkant, Fatih Sonkaya, Veysel Cihan, Adem Dursun, Ailton, Youla, Tomas Jun, Diatta, Gordon gibi bir yığın örnek hafızalarda tazeliğini korurken Beşiktaş yönetimi yeni transfer dönemine de Bebbe, Abdülmuttalip Karagöz gibi isimlerle start verdi. Maç sonunda Sinan Engin’in yaptığı açıklamalar “Nasıl transfer yaptığımızı herkes görecek.” mealindeydi ama bu açılıma Beşiktaşlının “İnşallah” demekten başka şansı yok. Önümüzdeki yıl Beşiktaş’ın çizeceği rota yönetimin bugünden başlayarak Ağustos ayına kadar sergileyeceği performansa bağlı. Teknik Direktör Ertuğrul Sağlam’ın da “Bu takımın yıldızı benim. Benden büyük isim gelmesin” düşüncesini bir kenara bırakması şart. Hatta pek çok Beşiktaşlıya göre transfer edilecek isimlerin de Ertuğrul Sağlam tarafından belirlenmesi sakıncalı.

Pek çok otorite tarafından “ligimizin en kaliteli kadrosu” ve “şampiyonluğa en yakın takım” olarak nitelenen ve hakkındaki bu değerlendirmelere büyük oranda katıldığım Fenerbahçe ise “travmatik” bir sonla sezonu ikinci olarak tamamladı. Sarı-lacivertlilerin Trabzonspor önünde aldığı sürpriz mağlubiyet, Galatasaray’ın kazanmasından sonra herhangi bir anlam taşımadı. Lig geneline baktığımızda Fenerbahçe’nin performansına etki eden iki temel faktör görüyoruz ki, bunlardan birincisi teknik direktör Zico, bir diğeri ise camia içindeki genel kabuller. Üst düzey bir teknik adam olabilmek için gerekli tüm sosyal vasıflara sahip olan Brezilyalı hocanın, Fenerbahçe’ye ekstra katkı sağlayabilecek teknik-taktik donanıma sahip olmadığına dair iddialar uzunca bir süredir zaten tartışılmaktaydı. Sarı-lacivertli kadronun kalitesi, hoca-oyuncu bütünleşmesiyle pekişince sezon içinde şampiyonluğun bir numaralı favorisi haline gelen takım, oyuncuların kenara bakmaya başladığı anlarda Zico tarafından ateşlenemedi. Pek çok maçta Fenerbahçe’nin klasiği 4-4-1-1 sisteminden taviz vermeyen Arthur Zico, kimi zaman da ölçüsünü kaçırdığı “rotasyon” uygulamalarıyla uçup giden puanların sorumlusuydu. Sezonu Semih-Kezman ikilemiyle geçiren ve pek çok kez de bu isimlerden birini tek santrforlu sisteme kurban veren Fenerbahçe, kaçan şampiyonluğun analizini büyük takımlar dışındaki rakiplerine dağıttı puanlarda aramalı.

Fenerbahçe hakkında yapacağımız ikinci tespit, camianın gelen başarılı sonuçlardan sonra kendisini Türk futbolundan ve Türkiye liglerinden soyutlamasıyla ilgili. Geçmişte Galatasaray’ın “Siz hala annenizin liginde mi oynuyorsunuz?” tahrikleriyle kamuoyunda ciddi bir destek kaybına uğradığı, Fenerbahçe’nin Denizli’de kaybettiği şampiyonluğun büyük ölçekte Fenerbahçeli olmayanların Fenerbahçe’ye karşı antipati paydasında birleşmeleri sonucunda gerçekleştiği kanaatinde olan bir yorumcu olarak, sarı-lacivertlilerin bu yıl da aynı tevazu eksikliğini yaşadıklarını düşünüyorum. Yorumcusundan idarecisine, taraftarından futbolcusuna kadar tüm camianın “Fenerbahçe o kadar iyi takım ki, diğerleri yanına bile yaklaşamaz.” düşüncesini sıklıkla açığa vurmaları kaybedilen şampiyonlukta belirleyici etkenlerden biri oldu. Sadece Galatasaray derbisi öncesini hatırlamak bile bu fikrin sağlamasını yapmak için yeterli. Neticede camia olarak “Yine biz kazanacağız.” düşüncesiyle çıkılan maç sarı-lacivertliler için lig ikinciliğiyle sona erecek maceranın önemli köşe taşlarından biri oldu.

Son olarak şampiyon Galatasaray. Sezona Karl-Heinz Feldkamp’ın idaresinde bir takım radikal adımlar atarak başlayan sarı-kırmızılılar açısından sezon değerlendirilecekse, son altı haftanın birinci sıraya alınması şart. Feldkamp’ın istifasına kadar düşe kalka ama hep zirveye yakın ilerleyen Galatasaray, tam da teknik heyetle oyuncular arasında bir güven bunalımı baş gösterdiği sırada neşteri vurarak şampiyonluk yolundaki en önemli adımı attı. Farkındayım, tüm takımlar açısından kritik öneme sahip kişi ya da mevkileri analiz içine serpiştirdik. Galatasaray’da böyle bir isim aranacaksa eğer, bu kesinlikle Başkan Adnan Polat’tır. Lider, hedefe giden yolda gereğinde en radikal adımları atabilen insandır ve Galatasaray’ı şampiyonluğa götüren Adnan Polat camiaya çok başarılı biçimde liderlik etmiştir. Göreve geldikten sonra oyuncu kadrosuyla teknik heyet arasındaki asenkron ilişkiyi kısa zamanda tespit eden Polat, takımın hocasız ya da sevgisiz kalması gibi iki ihtimali içeren sırat köprüsünden aldığı radikal kararla geçmeyi başardı. Ve bugün görülüyor ki, Adnan Polat’ın aldığı karar neticesini 17.şampiyonlukla verdi. Camiayı şampiyonluk etrafında bütünleştiren, ezeli rakibi Fenerbahçe’nin aksine yükselen tansiyona “tuzlu ayran” tadında açıklamalarla katılmayan Polat’ın, bir anlamda takımı ağabeylere emanet ederek “karar da sizin sorumluluk da” restini çekmesi takımı ateşleyen başlıca unsur oldu. Önümüzdeki yıl için sarı-kırmızılıların ilk yapması gereken oyuncularla iletişimi kuvvetli ve kariyerli bir hocayı takımın başına getirmesidir. Çünkü Cevat Güler ile yakalanan başarının seneye tekrarlanması gibi bir ihtimalin olduğunu düşünmüyorum. Hoca konusu aşıldıktan sonra ise Bouzid, Barusso ve Carrusca gibi kamburlardan kurtulmak gerekecek.

Son bir söz de sezonu yine “araziye uyarak” geçiren Trabzonspor için söyleyelim. Bordo-mavili camianın Sadri Şener seçimiyle çok doğru bir karar verdiğini düşünenlerden biriyim. Şu ana kadar aldığımız bilgiler ve transferde ismi geçen futbolcular gösteriyor ki, önümüzdeki yıl Trabzonspor oldukça farklı olacak. Yeter ki, bordo-mavili taraftar Ersun Yanal önderliğinde kurulacak yeni Trabzonspor’a gereken krediyi versin, takımına her zaman ve her yerde destek olsun.
 
Toplam blog
: 235
: 717
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Yazar 1976 yılında İstanbul'da doğdu. Tüm eğitim ve öğretim hayatını burada tamamlayarak, 1999 yı..