Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '12

 
Kategori
Dünya
 

Yine Orta Doğu paylaşımı yine petrol

Yine Orta Doğu paylaşımı yine petrol
 

Türkiye'nin de içinde bulunduğu Orta Doğu son altmış yıl içerisinde sık sık görüldüğü gibi yine barut fıçısı. İsrail, Mısır, Ürdün, Irak, Suriye, Lübnan, İran, Kuveyt ve Kıbrıs bağlamında ortalık bir türlü durulmuyor. Bilindiği gibi Orta Doğu öncelikle petrol yatakları ile madenler yanında deniz ve hava ulaşımı bakımından da dünyanın en stratejik bir bölgesi konumundadır. Özellikle Haçlı Seferlerinden sonra 1. Dünya Savaşı ile bağlayan Orta Doğu’nun paylaşımı sorunu son otuz yıldan bu yana daha bir hız kazanmış bulunuyor.  Bu yüzden Batılı devletler Orta Doğu için oldukça karmaşık yeni bir tasarıyı uygulamaya başladılar.

Dünyanın en güçlü ekonomisi ile en güçlü ordusuna sahip ABD tarafından Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) adı verilen geniş kapsamlı bu tasarının ne gibi sonuçlar doğuracağı belli: Batı ile uzlaşmaya yanaşmayan kimi totaliter düzenler tek tek yıkılacak ve bu ülkelerde Batı ile uyumlu muhafazakâr demokrasi ve laiklik içerikli yeni düzenlemeler kurulacak. Yer yer harita değişiklikleri de ön gören bu tasarı ile totaliter düzenlerce yıllardır iktidar nimetlerinden yararlanamayan kesimlerin iş başına getirilmesi sağlanacaktır. Söz konusu siyasetin beyin takımının dini hassasiyet taşıyan kişiler yanında ABD ile İngiltere’de eğitim görmüş muhafazakâr tutumlu bilim adamlardan oluştuğu da gözlenmektedir. Batının dünya egemenliğini pekiştirecek olan tasarının her alanda uygulanabilmesi için onlara Batılı devletlerce her türlü maddi ve manevi desteklerde bulunulacaktır.   YeniTasarıBatının dünya egemenliğini pekiştirecek olan tasarının her alanda uygulanabilmesi için onlara Batılı devletlerce her türlü maddi ve manevi desteklerde bulunulacaktır. Batının dünya egemenliğini pekiştirecek olan tasarının her alanda uygulanabilmesi için onlara Batılı devletlerce her türlü maddi ve manevi desteklerde bulunulacaktır. 

BOP geniş bir uygulama alanı buldu

Varlıkları bilinen kimi etnik toplulukların 'bir ulus inşa etmek' anlamındaki (to build a nation) siyaseti kapsamında bir bütün olarak Batı'ya bağlanmalarını da içeriyor bu tasarı. Etnik ya da özellikle çağı yorumlayabilecek dil sorunları yaşayan kimi yöresel toplulukların Batı yanlısı olarak örgütlenmelerini içeren bu tasarı yüz yıllar boyunca Güney Doğu Asya, Afrika ile Osmanlı çağlarındaki Balkan ulusları üzerinde başarı ile uygulanmış bulunuyor. Bu amaçlara ulaşabilmek için on yıldan bu yana başta ABD olmak üzer AB ülkeleri ile Türkiye gerekli her türlü dayanışmayı göstermeye başlamışlardır. Çok kanlı bir biçimde de olsa önce Irak'ta sonra ise Afganistan'da uygulanan bu tasarı Batılılarca Arap Baharı adı verilen yeni bir değişim olarak Cezayir'den Yemen'e kadar uzanan bir alanda ilk başarılarına ulaşmıştır.

SSCB'nin dahili ve harici nedenler yüzünden dağılmasından sonra sıcak savaşları da içeren bu tasarılar hız kazanmaya başladı. Bilindiği gibi Orta Doğu'nun paylaşımı Hitit ve Roma imparatorluklarından sonra 1100 ile 1200'lerdeki Haçlı Seferlerinden Selçuklular, Moğolllar, Osmanlılar ile 1. Dünya Savaşı galiplerinden İngiltere ile Fransa'nın 1916'da imzaladıkları Sykes-Picot Anlaşmasına kadar yayılan bir süreci kapsamaktadır.

Orta Doğu bağlamında İran İslam Cumhuriyetinin kurulmasının ardından güçlenen Bağımsız Filistin Devleti sorunu bugün bile çözülebilmiş değil. Öncelikle Türkiye için Kıbrıs konusundaki gelişmeler de pek iç açıcı değil. Son bir yıl içinde İsrail kendi çıkarları için Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinden yeni ekonomik ve siyasi bir açılıma yönelmeye başladı. Ankara her iki ülkedeki gelişmeler karşısında kaygılı. Bu konuda İsrail olası bir uzlaşı için yeşil ışık yakmaya başlasa da Ankara günden güne etkisini artıran ayrılıkçı terör saldırıları yüzünden oldukça sıkıntılı.

Batılılara göre artık 'İslami terör' bitirilmiştir

El Kaide'nin 11 Eylül 2001 Terör Saldırısı nedenine de bağlı olarak ABD'nin Saddam Hüseyin Rejimini yıkmasından sonra Irak Cumhuriyeti güneyde Şii, ortada Sünni ve kuzeyde Özerk Kürt Bölgesi olmak üzere fiilen üçe bölünmüş durumda. Bu yeni yapılanma idari olduğu kadar petrol kaynaklarının pazarlanması açısından yeni sorunlara gebe. Petrol kaynakları bakımından Orta Doğu'nun üçüncü büyük gücü Irak'ta petrol paylaşımı konusundaki çatışma kolay kolay durulabilecek bir özellik göstermiyor. K. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Barzani'nin ABD'ye güvenmesi karşısında Irak Başbakanı Maliki de sırtını Tahran'a dayamış bulunuyor.

Komşu ülkelere göre petrol bakımından bölgenin en yoksun ülkesi olan Türkiye, bütün gelişmişlik çabalarına rağmen petrol ve doğal gaz tüketimi ile dış pazarlara bağlı. Son otuz yıldan bu yana ise özellikle Terör Saldırıları ile Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında uluslararası düzeydeki ilişkilerinde sorunlu bir ülke.

‘Terörle birlikte yaşamak’ kaderimiz olamaz

Ülkemizin en büyük sorunu olarak terör yine birinci sıradaki yerini koruyor. Resmi söylemlere gçöre terör saldırıları ülkemizde 40.000'e yakın can almış ve yüz milyarlarca dolarlık masrafa yol açmış bulunuyor. Kısaca terör saldırıları bu ülkeyi maddi ve manevi yönlerden vuran bir bela. Halktan kimilerine göre ‘gerektiği gibi baş edilemediği için’ terörün de geliştirdiği Kürtçülük dün olduğu gibi bugün de Türkiye’nin yumuşak karnı. Bu yüzden halk arasında ‘ha Kürt Sorunu ha Terör Sorunu’ deniliyor. Devlet yetkilileri ile kimi Terör Uzmanları terör örgütünün dahili ve harici kaynakları bulunduğunu yıllardan beri bıkıp usanmadan söylüyor ve yazıyorlar. Terör çok yönü bir baskı aracı oldu ülkemizde. İç siyaset kadar dış siyasetin de içinde düşünülen en önemli etkenlerden biri de terör örgütünün acımasız saldırılarının açmış olduğu maddi ve manevi yaralardır, denilebilir.

Türkiye’nin başına örülen terör sorunu petrol kaynakları ile GAP’tan soyutlanamaz

Ne kadar ilginçtir ki söz konusu sorunlar içerisinde ne Fırat ve Dicle ırmakları ile gelişen GAP ne Türkiye’deki petrol kaynakları ne Batının çıkarlarına göre tasarlanan Kürdistan söylemleri ne de Irak Petrolleri ile bu petrol kaynağının Batı’ya doğru güven içinde ve sürekli olarak yollanması birer başlık olarak yer alır. Sorunlar içerisinde Türkiye’nin başta eğitim gücü olmak üzere gerçekten üreten bir toplum olarak yıldan yıla güçlendiğini vurgulayanların sayısı da oldukça az. Bence Türkiye kimilerinin sandığı gibi pek de güllük gülistanlık bir durum içinde değil. Son yıllarda uygulanan değişik içerikli gündem değiştirilmeleri ve bazı yoğun propagandalar ile kimi gelişmelerin gizlenmeye çalışıldığı gözlerden kaçmıyor.

Bu yüzden kamuoyunda sürekli bir terör korkusu ile etnik ayrılıkçılıktan doğabilecek olumsuzluklar günden güne daha çok tartışılmaya başlandı. Bu anlamda 1980’lerde ilk terör saldırıları ile söylenmeye başlanan ‘terörle birlikte yaşamak’ gibi korkunç bir teslimiyet aldı başını gidiyor. Bu süreçte kişilerin üstünde, evlerinde ve arabalarında ‘silah bulundurmak’ gibi bir resmi açılımın ise toplum katında giderek yaygınlaşması bir başka sorun olmalı bence. Anlaşılan o ki her alana egemen olan ticaret yüzünden ne içeride ne de dışarıda sağlıklı ilişkiler geliştirmek pek de mümkün görülüyor. 

Türkiye Orta Doğu’da sürekli bir çatışma içinde olmuştur

Osmanlı Devletinin Batılı Devletlerce paylaşılmasını izleyen süreçte Türkiye İran dışındaki komşuları ile gerektiği gibi bir barış ve dayanışma kuramamıştır. Bu süreçte Irak ve Suriye’de ortaya çıkan sosyalist eğilimli ırkçı Baasçı totaliter rejimler ile İran İslam Cumhuriyeti  Türkiye’ye karşı giderek daha sert siyasetler izlemeye başlamışlardır.

Kaldı ki Mısır ile birlikte İslam uygarlığının en önemli ülkelerinden sayabileceğimiz bu ülkelerin Türkiye karşıtlıkları hiç bir zaman ‘düşmanlık’ düzeyinde olmamıştır. Görünen kimi olayların gerisinde Orta Doğu’nun yer altı ve yer üstü kaynakları yanında ticari çıkarları bulunan Batılı ülkeler olduğunu da unutmamak gerekir.

Bu bağlamda ‘sıcak denizlere inmek’ emellerinden dolayı Rusya arada bir aba altından sopa göstermeye çalıştığı yüz yıllardır bilinen bir gerçek. SSCB'nin 1991 sonunda dağılması ile birlikte Türkiye, Rusya yanında Ukrayna, Romanya ve Bulgarsistan ile de dengeli bir dış siyaset gütmek zorunda kalmıştır.

Osmanlıların Batılı devletlere vediği geniş kaapsamlı kapitülsyonlara ek olarak 1838'de imzalanan Osmanlı - İngiliz Ticaret Andlaşmasının peşinde gelen Yabacı Sermayeyi Teşvik kanunları ise bu alanda pek çok açmazları da beraberinde getirmiştir. Bu gelişmeler ülkemizdeki petrol aramaları yanında petrolün pazarlanmasını ve petrol erişimlerinin uluslararası paylaşım içerisinde değerlendirilmesini gerekli kılan bir yapılanmayı dayatmıştır, diyebiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti kalkınması ve gelişmesi için gerekli olan enerji ihtiyacını karşılayabilmek bakımından ne petrol kaynaklarını gerektiği gibi değerlendirebilmiş ne de öncelikle İran ve Irak petrolllerinden yeterince yararlanabilmiştir.  Petrolün 1980’lerde başlayan kullanımı 1900’lerde yaygınlaşarak ‘petrol savaşları’ ya da ‘petrol fırtınası’ olarak da adlandırılan soğuk ve sıcak savaşlara yol açtığı da bilinmeyen sırlar değildir.

Türkiye'nin yakın komşu ülkeleri ile geliştrilmeye çalıştığı dış ticaret ise hiç bir zaman istenilen düzeye çıkamamıştır. Ayrıca Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında Fırat, Dicle ve Asi ırmaklarının etkin kullanımı bakımından da komşu ülkelerden destek görmemiş, özellikle GAP için gerekli mali kaynaklar için gizli baskılar ile karşılaşmıştır. Son kırk yıldan bu yana Batılı bazı ülkelerin kimi siyasi ihsasları yanında Kürdistan içerikli bazı haritaların da dolaşmaya başlaması ile birlikte Türk kamuoyunda derin bir ‘bölünme’ düşüncesi uyanmaya başlamıştır.

Batı'nın Kürdistan iştihasının Osmanlı Devletimizin parçalanması sürecinde de Mezopotamya'daki petrol ve su kaynakları bakımından yer alan bir konu olarak, dün olduğu gibi bugün de değerlendirilmekte olduğunu untmamak gerekmektedir. Osmanlı Devletinin parçalanmasında 'petrol' kaynaklarının varlığını kim inkâr edebilir? Sanırım Türkiye Cumhuriyeti de bugün içinde etnik unsurlar ile İslami yaklaşımlarında bulunduğu diğer sorunlar bağlamında büyük bir sınavdan geçiyor.

Sorunların özünde petrol paylaşımı vardır

Türkiye'nin birinci derecede önemli bu toplumsal sorununun içinde birbirini bütünleyen ya da nice çelişik durumları gösteren bazı oyunların varlığı da bir gerçek. Söz konusu sorunlar arasında Orta Doğu Petrollerinin çıkartılması, işlenmesi ve en ekonomik yollarla taşınması gibi arayışlarının varlığı gözden ırak tutulamaz. Terör Örgütünün en az iki yılda bir bazı petrol taşıma borularını patlattığı da akıllardan çıkmamalı. Bu kapsamda Orta Doğu Petrolleri üzerindeki denetimin kimi totaliter rejimlere bırakılmaması gibi seçenekler ise en önde gelen çözümlerden biri olsa gerek. Batı bu amaçla kendisi ile barışık yönetimler istiyor. Batı bu amaçla yönetim biçimi ne olursa olsun kendisi ile barışık yönetimler istiyor. Çünkü Batı yedeğindeki Rusya ile Çin’le birlikte yayılmacı, bencil, fırsatçı, çıkarcı ve faydacıdır. Bu bağlamda ne İnsan Hakları ne hukuk adalet ilişkisi ne de demokrasi dayatmaları bizi aldatmasın. 

Bu yönleri ile düşünüldüğünde Baasçı ırkçı Irak Rejiminden sonra Suriye Rejimi de özellikle Irak Petrollerinin Akdeniz kıyılarına ulaştırılması konusunda en büyük engel olarak görüldüğü için Şam’dan uzaklaştırılmak isteniyor.  Petrolün 1980’lerde başlayan kullanımı 1900’lerde yaygınlaşarak Batı kaynaklı ‘petrol savaşları’ ya da ‘petrol fırtınası’ olarak da adlandırılan soğuk ve sıcak savaşlara yol açmıştır. Dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip ilk altı ülkesinin  Orta Doğu’da bulunuyor olması bu bölgedeki çekişmelerin boyutlarını anlatmaya yeter sanırım.

Son açıklamalara göre Irak (115) milyar varillik kaynağı ile Orta Doğu'da Suudi Arabistan ile İran'dan sonra gelen üçüncü petrol zengini ülke. Bu zenginliğe ek olarak bugüne kadar belirlenememiş en az (100) milyar varillik bir petrol kaynağının daha Irak toprakları altında yattığının tahmin edildiği de biliniyor. Bu durumda Irak, S. Arabistan'dan sonra en çok petrol kaynağına sahip bir ülke olarak çıkıyor karşımıza. 

Petrol olması gerekenden çok yüksek bir fiyattan satılıyor

Bu arada şu konuya da açıklık getirmek gerekiyor sanırım: O da petrol fiyatlarında oluşan ya da oluşturulan fiyatlardır. Araştırmalarıma  göre (159) litrelik bir varil petrol bugün dünya pazarlarında (95) ile (100) ABD Dolarından işlem görüyor. Üretici şirketler ile dağıtım tekelleri yanında Devletlerin vergi açlığı nedeni ile yaklaşık (40-45) ABD Dolarına mal olan bir varil petrol en az %100’lük bir kâr oranı ile pazarlanıyor. Gazetelerden öğrendiğimize göre Haziran ayı sonunda 'Çin ekonomisine devlet müdahalesinin geleceği söylentisi petrolün varil fiyatını 91.4’ten 97.8 dolara fırlattı. Brent petrol fiyatında (3) sene sonra ilk defa bir günde yüzde 7'lik bir artış' yaşandı. Böylece iç piyasada petrol ürünleri ile diğer üretimler üzerine en az %/100’lük bir zam gelmeye başladı. Petrol fiyatlarındaki bu durum hayat pahalılığı arttıran etkenlerin başında geliyor.

Petrol ilk olarak Irak içinde de paylaşım sorunu olmaya başladı

Orta Doğu kapsamında Türkiye'yi de etkileyen kimi terör olaylarının gerisinde Orta Doğu Petrollerinin bulunduğunu bugün siyasete duyarlı kamuoyu çok iyi biliyor. Bu yüzden Irak, Suriye ile Türkiye üzerinde geliştirilen bazı tasarıların içerisinde 'petrol' kaynakları ile 'petrolün Akdenize taşınması' olaylarının yattığını biliyoruz. Batı'nın güçlenmesi ve konforu için petrol kaynaklarının ne kadar önemli olduğunu açıklamak ise bu yorumların dışında bir konudur, diyebiliriz.

Biliniyor ki son iki yıldan bu yana Bağdat Hükümeti ile K. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki sürtüşmelerin de kaynağı 'petrolün pazarlanması' üzerinden gelişmektedir. Üç gün önce bu konuda ortaya çıkan duruma göre Bağdat Hükümeti K. Irak B.K.Y'nin Batılı bazı şirketler ile imzalamış olduğu anlaşmaları dondurarak gerekli yaptırım işlemlerine başlamış bulunuyor.

Yazı dizisinin gelecek bölümlerinde yerli ve yabancı kaynaklar eşliğinde petrol ve Kürdistan içerikli yorumlamalar ile Türkiye’nin açmazlarını irdelemeye çalışacağım.

Gelecek yazı: Türkiye 1 Mart 2003 Tezkeresi ile  Orta Doğu paylaşımından kopmuştur 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..