Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '11

 
Kategori
Bilim
 

YÖK nereye?

Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), 1980 sonrasın dönemin merkezi, biz genç üniversite çalışanları için ise bütün eğitimimizin bir parçası olmuştur. YÖK’ün olmadığı zamanları bizler maalesef bilmiyoruz; bildiğimiz bazı hocalarımızın yazdıkları ya da anlattıkları ile sınırlıdır; bu sınır, aktaranların anlatım gücü, bizlerin de hayal, kavrama gücü ile sınırlıdır. Lakin, artık idare-i maslahatın da sürdülemez olduğunun farkındayız hepimiz. YÖK’lü yüksek öğretimin ürettiği bizler artık bu sistem altında yaşamak istemiyoruz. Bu sistemi biz yaratmadık, bizi bu sistem büyüttü ve artık bu sistemden kurtulmak istiyoruz.

Bizim kuşağın üniversitenin nasıl bir şey olduğunu öğrenebilmesi için ancak yurtdışındaki çağdaş üniversitelerde bulunması gerekir diye düşünüyorum. Yoksa önümüzdeki yegane örnek YÖK üniversiteleri olacaktır. Bendeniz de ancak yurtdışında doktora ve sonrasında da üniversite de çalışma fırsatı bulunca üniveritenin nasıl bir şey oduğunu anlamaya başladım. Avrupa, Kuzey Amerika ve Uzak Doğu’da bulunan gelişmiş ülkelerin üniversitelerinde ciddi kurumsal altyapı yanında tarihselliğin de öne çıktığını; ciddi ekollerin bu üniversitelerde yaşama şansı bulduğunu gördüm. Bunun yanında ciddi altyapıları ile bilimin gelişmesi için her türlü olanağa sahip olduklarını da gördüm. Üniverstelerin barındırdıkları ve yaşattıkları değişkenliğin yaratmış olduğu zenginliğin bilimsel gelişmeye çok katkı yaptığını gördüm. Bunların kısa zamanda gerçekleşemeyeceğini idrak edebilsek bile, ülkemizdeki mevcut durumdan hareketle bunun mümkün olmadığını görmekteyim.

Her ne kadar bilimsel gelişmenin tamamına yakınının devlet tahakkümünde olan bir aktivite olduğunu bilsek te bunun devletin tarafsızlığı ve toplumu ileriye taşıma iradesi ile örtüşmesi gerekir. Kendini devlet ile özdeşleştiren hükümetler ve onun aracılarının eline düşen bilimin yapabileceği ancak Nazizme hizmet etmektir. Bu durumda bilime başkanlık edenlerin de (bunlar kimlerdir acaba?) Hitlerin Papası 11.Pius’tan bir farkı olmaz herhalde. Nitekim buna hepimiz müşahidiz. Lakin bu devletin bilimden elini çekmesi anlamına gelmemelidir. Devlet bir şekilde bilime kendi aygıtının içinde onurlu bir yer vermediği sürece bilim, tanımına uygun olarak, yani bilim olarak idame ettirilemeyecektir.

Burada iki şeyin birbirinden ayrılması gerektiğini düşünmekteyim: temel bilimler ve bilime dayanarak üretilen teknoloji ya da uygulamalı bilimler. Birincisi olmadan ikincisinin olamayacağını; örneğin, matematik, istatistik, psikoloji ve sosyoloji olmadan ekonomiden bahsedilemeyeceğini hepimiz bilmekteyiz. Nitekim son on yılların ekonomi alanında yapılan ünlü doktoralarına baktığımızda matematik ve psikoloji alanından gelenlerin sayısında ciddi artış olduğunu görebiliriz; hatta ekonomil biliminin artık bu bilimlerden gelenlerce yönlendirildiğini gözlemlemekteyiz. Bu elektronik, tıp, metalurji, petrol alanlarındaki mühendislikler için de aynı şekilde geçerlidir. Fizik, kimya, biyoloji, psikoloji, ilahiyat, sosyoloji, coğrafya, jeoloji, tarih, güzel sanatlar gibi temel bilimlerin uygulanması ile teknolojinin üretildiğini bilmekteyiz.

Bilimin her zaman bir devlet desteğine ihtiyaç duyduğunu bildiğimizden bunun olabilmesi için de devletin mutlak desteğinin sadece temel bilimlerle sınırlı olduğu bir ünivesite modeline yönelmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu ekonominin giderek çeşitlendiği, bu oranda da ihtisasın öne çıktığı, buna karşın meslek icralarının da yetkinliklere bağlı olarak mümkün olduğu zamanlar için de uygundur. Bence yüksek öğretimin de yegane kurtuluşu burada gözükmektedir.

Temel bilimlerde mutlak devlet desteğine dayanan üniversiteler, diğer uygulamalı bilimlerde rekabete, yarışa, doğal seleksiyona tabii tutulmadığı sürece bilimi ve teknolojiyi geliştirememekteler; totolojiye saplanan üniversiteler liseleşmektedir. Nitekim ülkemizin en seçkin üniversiteleri bile artık liseleşmiştir. Teknoloji üretemez ya da teknolojik gelişmeyi destekleyemez haldedirler. Artık meslekler üniversitelerde otomatikman üretilmiyor, bunları kişiler seçiyor ve ancak yetkinseler icra edebiliyorlar. Önümüzde duran ayrım ve 21.YY’ın ekonomisinin de gerekleri budur. Böylece katı bölüm ayrımlarının zamanla evrilerek değişebileceği esnek üniversite yapısının da altyapısını kurmuş oluruz.

Bu durumda YÖK ne olmalıdır?

Bu durumda artık YÖK’e ihtiyaç yoktur, çünkü artık mevcut hali ile yüksek öğretim de olmamalıdır. Üniversiteler bilgi üretiminin yapıldığı ve bunun paylaşıldığı kurumlar olmalıdır. Temel bilim bölümlerinin, ana bilim dallarının bütçesinin her üniversite için eşit oranlarda ayrıldığı ama uygumalı bilim bölüm ya da ana bilim dallarının bütçelerinin harçlar yanında rekabete dayalı teknolojik destekler, bölgesel ve yerel ekonomiler ile ilişkilendirilerek yapılması gerekmektedir. Bu ise ancak üniversitelerin ve onların paydaş ve ortaklarının vereceği kararlar ile olmalıdır. Daha doğrusu ünivesiteler temel bilimler ile devlet desteğinde yaptığı katı bilimsel faaliyetler yanında rekabete dayalı uygulamalı bilimler alanlarında profesyonelleşmelidir. Bu durumda da üniversiteler YÖK'un kurumları değil, devletin ve toplumun kurumları haline getirilmelidir.

 
Toplam blog
: 27
: 1155
Kayıt tarihi
: 20.07.08
 
 

Yüksek şehir plancısıyım (ODTÜ-1997), aynı zamanda Mühendislik Doktorası (Kyoto Üniversitesi, İnşaat..