- Kategori
- Siyaset
Yok olmaya mahkûm bir ideoloji= "İslamcı zihniyet" - 1
Başlarken:
600 yıllık Osmanlı despotizmi sonrasında, 90 yıllık cumhuriyet tarihinin 60 yıllık demokrasi deneyiminde dahi toplumun her silkiniş çabası 10 yılda bir askeri darbelerle bastırılmıştır.
Bu gün gelinen noktada ne tam demokratik, ne laik, ne de fikri hür vicdanı hür uygar bir refah toplumu kurulamamıştır.
Avrupa’nın demokrasi ve laiklik deneyimi ise 300 yıldan fazladır. Batılı toplumlar bu süre içerisinde bizim toplumumuzun onda biri kadar bile ezilip hiçleştirilmemiştir. Özellikle 1970 ve 1980 darbelerinde İslamcı ve muhafazakâr kesimler korunup kollanırken, demokrasinin sağlam bir ayağını oluşturan sol düşünceler tam anlamıyla soykırıma uğratılmıştır.
Hiç şüphesiz 1950 den sonra bu ülkeye egemen olan zihniyetin, ülkeyi kendi siyasi çıkarları uğruna emperyalizmin güdümüne sokması da bu duruma en büyük etkendir. Bu gün ülkeyi yöneten siyasi iktidarda da açıkça görülmektedir ki, devleti yönetenler ülkeyi bir mülk, halkı da tebaa olarak görmektedir.
İşte Türk toplumunun bugünkü statik yapısının nedeni, ülkeyi yöneten zihniyetin mutlak hâkimiyeti terk etmeye karşı katı tutumu ve bu nedenle de, ne tam laik, ne de tam demokratik bir toplum kurmadaki isteksizliğinin sonucudur.
Aslında Türkiye Cumhuriyeti 90 yıllık tarihi boyunca hiçbir zaman laik bir devlet de olmadı. Din ülkeyi yöneten iktidarlar tarafından toplumu yönetmek ve yönlendirmek için her zaman kullanıldı. Özellikle 1950 den sonra iktidara gelenlerin sırf kendi dünyevi çıkarları için ülkeyi bilerek ve isteyerek emperyalizmim güdümüne sokmalarıyla emperyalizmin çok sevdiği İslamcı ve muhafazakâr kesimler her zaman korunup kollandı.
Her on yılda bir yapılan askeri darbelerle demokrasinin bir ayağı bilinçli olarak koparılırken bu boşluğu İslamcı ve şeriatçı kesimlerin doldurması son derece manidardır. AKP iktidara ilk geldiği yıl AB’ye tam üyelik için müracaat etmesi ve siyasetinde dünya görüşü nedeniyle hiçte ilgisinin olmadığı sol söylemleri kullanması ile topluma umut olmuştur.
Ancak bu gün gelinen noktada 1950 yılından beri süre gelen zihniyetten hiçte farkının olmadığı ortaya çıkmıştır. İşte bu durum 10 yılın sonunda ülkeyi içine soktuğu sosyal, siyasal ve ekonomik durumdan açıkça bellidir.
İşte İslamcı kesimin taşıdığı zihniyetle hiçbir zaman fikri hür, vicdanı hür, uygar bir refah toplumu yaratamayacağını, 10 yıllık İslamcı bir siyasetle yönetilmenin ardından bu yazı dizisiyle okuyucuya açıklamaya çalışacağım.
Daha önce ekonomi ve tarih sayfalarında bugün de ilgiyle okunmaya devam eden yazı dizilerim yayınlandı. Bu yazı dizisi de ilgi gösterip takip eden okuyucular ve yeni yetişen nesil için umarım faydalı olur.
AHMET ELDEN
Yok, olmaya mahkûm bir ideoloji= İslamcı zihniyet – 1
İslam şeriatı ortaya çıktığı 1400 yıl öncesinden günümüze kadar uygar ve refah içinde bir toplum kuramamıştır. Üç semavi dinin hiç biri de böyle bir toplum düzenini gerçekleştirememiş aksine toplumların ayaklarına sıkı bir bağ olmuşlardır. Kendi içlerinde ve birbirleriyle yaptıkları savaşlarla tarih boyunca daima acı ve sefalet üretmişlerdir.
İnsanlık tarihi boyunca kurulan din devletlerinin hiçbiri uygar ve refah içine bir toplum düzeni kurmamış, aksine egemenlerin çıkarları uğruna statik ve kullaştırılmış halklar meydana getirmişlerdir.
İşte ülkemizde İslamcı kesimin en çok kullandığı argüman, bu durumun suçlusu İslam değil, İslam’ı kendi çıkarları için kullanan egemenlerdir olmuştur. İslamcı kesime güre gerçek İslam hiçbir zaman yaşanmamıştır. Ortaya çıktığı ilk günden bu zamana kadar 1400 yıl boyunca şeriatın yanlış uygulandığı acaba mantıklı bir durum olabilir mi. Söz konusu olan tam 14 asırlık bir zaman dilimidir ve bu zaman içinde de şeriat bütün İslam âlimlerince tam olarak açıklamıştır.
1400 yıl boyunca İslam ülkelerini yönetenler de hep Allah’ın hükmü ile ülkeleri yönettiklerini idaa etmişler ve bunun içinde sağlam dayanakları vardır. Eğer İslam şeriatı egemenlerin çıkarları için 1400 yıl boyunca kullanılıyorsa sırf bu duruma müsait olduğu için bile maluldür.
Kur’an da hüküm bildiren ayetlerin sayısı 200 bile değildir. Ortaya çıktığı toplumun gereklerini bile karşılayamamıştır. Bu hükümler ganimet, zina, miras, evlenme, boşanma, şahitlik, farklı dine mensup olma yasağı, dinden çıkmaya verilecek ceza, tanıklık gibi sınırlı konuları içerir.
O zamanki toplumun sorunlarını dahi çözmede yetersiz kaldığı daha peygamberin ölümüyle başlayan iktidar sorununun kanlı çatışmalara neden olmasıyla ortay çıkmış, dört halife suikasta kurban gitmiş ve devam eden Emevi ve Abbasî dönemlerinde de kanlı siyasi darbeler ve tasfiyeler ile, İktidar için yaşanan savaşlarda on binlerce Müslümanın kanı akmıştır.
Kaldı ki 2. Halife Ömer döneminde İslam imparatorluğunun çok geniş topraklara yayılmasıyla Ömer Sünneti denilen ve Kur’an hükümleri yerine geçen hükümler ortaya çıkmış Bizans ve Sasani hukuku İslam kılıfı içine uydurulmuştur.
İşte Kur’an’ın yetersizliği karşısında İslam düşünürleri, değişen toplum şartlarına şeriatı uydurmak için, hadisler (icma), başka konularla mukayese (kıyas) gibi yöntemler ile İslami hükmün ne olması gerektiği ile ilgili tespitler yapmaya çalışmışlardır.
Aslında yaptıkları egemenlerin Allah’ın hükmü ile hareket ettiklerini toplum önünde meşrulaştırmaktan başka bir şey de değildir. Hiçbir İslam otoritesinin üzerinde uzlaştığı bir şeriat sistemi de 1400 yıl boyunca hiçbir zaman kurulamamıştır. İslam şeriatı 14 asır boyunca daima totaliter, despot ve teokratik düzenlerde kendini var etmiştir.
Dinin insanların vicdanlarında var olması ve dünyevi alanda sürekli gelişmeye ve değişime açık laik ve demokratik bir toplum düzeninin zorunluluğu işte bu nedenlerden dolayıdır. Gelecek yazımda laikliğin ne olduğundan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin neden hiçbir zaman laik olmadığından bahsedeceğim.
AHMET ELDEN