Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '11

 
Kategori
Dostluk
 

Yoktum epeydir

Yoktum epeydir
 

Kırk yılın başında bir tatile gittim! Kaldığım otelde şansıma 1907 no'lu oda düştü. Kısmete bakın!


Tadilattı, düğündü, tatildi derken kaptırdım kendimi dünya işlerine ve bir de baktım ki sekiz ay olmuş ben yazmayalı. İki işi bir arada götürmeyi de becerirdim aslında ama artık işler mi düşündüğümden zorluydu ben mi yavaşladım bilinmez.

Ardahan (oğlum) askerden döndüğünde “Çıplak ayakla halıya basmayı, kuyruğa girmeden buzdolabından yiyecek almayı, sabah kendiliğimden uyanmayı, açık havada şapkasız dolaşmayı, canım istediğinde çay içmeyi, elim cebimde yürümeyi özledim” diyerek, hasret kalmayanın aklına bile getiremeyeceği özlemlerini bir bir sıralamıştı.

Yoktum ya epeydir, ben de bir özlem listesi yapayım dedim!

Haluk Seki’nin Bozkır’daki çocuğuyla didişmeyi…

Vakayinüvis’in kıvrak zekasıyla espri bombardımanıyaptığı yorumlarını…

Balcı’nın hem üç kelimeyle çok şey anlatıp hem de Vakayinüvis’e sataşmadan duramamasını…

Cinford’un “arkadaşım” diye başlayan içten yorumlarını…

Ata Kemal Şahin’in “Yine nerelerdesiniz Nilgün hanım?”diyen teşvik yorumlarını…

Ersin Kaboğlu’nun ‘kaynakça’ları özenle belirtilmiş, buram buram titizlik kokan araştırmacı yazılarını…

Mehmet Sağlam’ın konuya hakim, sağlam yorumlarını…

Newyorker’ın “Kırık Türkçe”sini… (ki bence gayet güzel)

Nedim Üstün’ün “Eyvallah”ını…

özlemişim de farkında değilmişim.

Sadece özlemlerim değil bir de merak ettiklerim var tabi;

Favori yazarım Ali Gülcü’nün neden gittiğini,

Sema Şener’in bir sonraki organizasyonunu,

Yeşilsoğan’ın ev liköründen sonra “mandalina kabuğu reçeli”ni de tatmak isteyip istemeyeceğini,

Erol Işık’la nihayet bu yaz Çınarcıkta bir çay içip içemeyeceğimizi,

“Yeni yazı yazmazsanız ne mesaj yazarım ne de yorum”diyerek itici güç olan Behram Su’nun bu yazıma yorum yazıp yazmayacağını,

Murakami’nin 21 Nisan’dan beri niye yeni yazıyazmadığını,

Yağmur Zamanı ile ne zaman bir araya gelip iki lafın belini kıracağımızı,

Üç ay önce ektiğim sedef çiçeği tohumunun neden hala filizlenmediğini, üç aydır sulaya sulaya saksıyı yeşertip yosun bağlattığım halde sedef çiçeğinden neden çıt çıkmadığını ve bu konuya Shalimar’ın nasıl bir açıklama getireceğini,

Ümit Culduz’un son birkaç yazısına gelen yorumlara neden cevap vermediğini,

Tülin Aksoy’un o kadar işinin arasında yazı yazma fırsatını nasıl yarattığını,

Son günlerde Facebook’ta da sesi soluğu çıkmayan MuDo’nunşimdi hangi şantiyede hesap kitap peşinde koştuğunu,

çok merak ediyorum.

Başlarken “Tadilattı, düğündü, tatildi…” dedim ya, bunları detaylandırıp yazıya dökmeyi düşünmüyorum. Tadilatın nesini anlatayım, ustası (!) olduk artık o işin. Düğünü de “onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine” şeklinde toparlamayı düşünüyorum.

Ama bakın “tatil” için bir söz veremem! Ara sıra, yeri geldikçe birkaç kelam edeyim o konuda izniniz olursa. Tabi bu “izin” konusu Haluk Seki hocam için geçerli değil. Kendisi o kelimeyi duyduğunda “Kırk katır mı kırk satır mı sunsam?” diye düşünmeye başlıyor.

Uzun bir aradan sonra, güzel insanların isimleriyle geri döndüğüm bu yazıyı bir başka güzel insanın ismiyle bitireyim. Bana “Sende Nilüfer tipi var” diyen canım arkadaşım Ayfer, şu “Nilüfer tipi” nasıl bir şeydir bana bi anlatsana!

Not: Yaptığı özenli çalışmayla gözümü açan ünlü istatistikçi Ali Saltık Ene’ye teşekkür eder, grafikteki ibreyi tekrar yükselteceğimi beyan ederim!

 
Toplam blog
: 61
: 2350
Kayıt tarihi
: 24.01.08
 
 

17 yaşımdaydım yazmaya ilk başladığımda. Dünyayı tanımaya çalışırken kendimi de tanıdım zaman içinde..