Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '12

 
Kategori
Siyaset
 

Yoktur zulme rızamız!

Yoktur zulme rızamız!
 

Yeri geldiğinde, kulaktan dolma da olsa Osmanlı atalarımızı savunuruz. Eğer bilgimiz var ise yeri geldiğinde onları yerden yere vururuz. Çünkü üç kıt’aya egemen olan Osmanlı Devletimiz bazı sultanlar ile çevrelerinin beceriksizlikleri yüzünden çökmeye başlamış ve 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması ile parçalanarak tarihin derinliklerine gömülmüştür. Sorunun içinde sanayileşememek, kapitülasyonlar, yeniçerilik kurumu, ganimet tutkusu, eğitimin yaygınlaştırılamaması, fen bilimleri öğretimin yetersizliği, çarpık toprak mülkiyeti, geliştirlemeyen Ahilik geleneği ile Anayasal düzene geçememek gibi sorunlar olsa da Avrupalı Devletler ile Çarlık Rusyasının savaşçılıkları da göz ardı olunamaz.

Adlî takma adı ile şiirler yazmış olan 13. Osmanlı Padişahı Sultan Üçüncü Mehmet de Osmanlı devletinin işleyişindeki sorunları çözememiş, derinleştirmiştir. Onun:

Yoktur zulme rızamız, adle biz mailleriz

(Zulme rıza göstermeyiz, adalete meylederiz)

Gözleriz Hakkın rızasın, emrine kailleriz

(Hakk'ın rızasını gözetir, emirlerini uygularız) beyitinin devr-i saltanatlarında nasıl uygulandığı olayına geçmeden önce özellikle son altmış yıldan bu yana nasıl bir ateş çemberi içerisinden gelmekte olduğumuzu görmekte yarar vardır.

Söz konusu kavramlar ‘zulüm’, ‘rıza göstermek’, ‘eğilim’, ‘ölüm kalım’, ‘adalet’, ‘hakkın rızası’ ile ‘emirlerin uygulanması’ gibi özleri de içeriyor ise başka açıklama yolu yoktur diye düşünüyorum. Çünkü bugün yaşanılan sorunların bazı nedenlerini irdeleyebilmek bakımından bugünden düne doğru yol almak da gerekmektedir.

Dayanaksız ezberlerden kurtulmak gerekir

Düşünce dünyamız oldum olası karma karışıktır. Ak ile kara, kızıl ile yeşil, domuz ile kuzu, maya ile mikrop iç içer geçirilmiş olarak yuvarlanıp gidiyoruz. Hiç kimse yok olası ezberini bozmuyor. Her kişi ilk öğrendiği saçmalıklar ile dolup taşıyor! O yalan dolanlar ya da 'kaynağı belirsiz, dayanaksız, mesnetsiz, belgesiz ezberler ile' çevresindekiler saldırır durur. Bu ezberlerin kaynağı aile ile okul kadar diğer çevrelerin de katkısı ile kemikleşir. Sonununiçine bir de siyaset erbabının oy avcılığı girmiş ise yandınız demektir. Sizin ezberinizi hiç kimse bozamaz artık. O kadar çok işlenmiş olacaksınız ki ezberleriniz; çekiçlene çekiçlene ‘çelikleşmiştir’ denilse yeridir!

Benim de bu türden 'ezberlerim' vardı. Çok şükür başta İslam'da Sosyal Adalet, Türk ve İslam Tarihi ile Batı kaynaklı eserlerdeki insan çözümlemesi yolu ile ne gibi hastalıklara 'düçar' olduğumuzu öğrendikten sonra 'mesnetsiz', 'kaynaksız' çoğu ezberim bozuldu. Özellikle Türk İslam tarih bilinci yanında olaylara bütüncül bakmak yolu ile kimi aşırı tutkularımdan da kurtuldum.

Bence insanoğlu düşünen, gülen, hesap yapan, para biriktiren, siyaseti de savaşı da kurgulayabilen, çıkarı için en umulmadık kavgaları çıkartan, gizli ya da açık nice ortaklıklar kurabilen bir varlık olduğu için hiç bir memeli hayvana benzemez. En üstün yetenekli memeli hayvandır insan bana göre. Buradaki 'hayvanlık' onun içindeki kötülükler yanında doymak bilmezliği ve gerektiğinde yakıp yıkıcılığı için yazılmıştır. Yoksa insanoğlunun 'maymundan evrimleşerek türemişliği' gibi saplantım yoktur. Bu bakımdan insanoğlunun 'düşünce yapısı' ile 'yaymaya çalıştığı' düşünceler bağlamındaki çıkarcılığını da görmezden gelemeyiz.

Maddi ve manevi her alanımızı etkileyen TBMM yasaları adil değildir

Yaşadığımız yıllar boyunca bir de gördü(k)m ki çoğu 'çarıklı erkan-ı harp' ya da 'taşralı esnaf kılıklı' dini bütün gibi (?) dolaşanların büyük bir çoğunluğu çevrelerini aldatmaktan başka bir iş peşinde değilmiş. Onlar 'para kazanmak için her yolu mübah gören' kelle kulak yerinde, konuşmasını bilen, iki ayaklı cin göz birer sömürgenden başka bir şey değillermiş. Yaşadığı süre içinde her kişi az ya da çok bu tür kişiler ile karşılaşmış ve hatta ekranlarda gerdan kırarak nutuk çekmeye çalıştıklarını da görmüştür.

Geniş toplumu sömürmeye dayalı olarak TBMM çatısı altında çıkartılan çoğu yasalar ile Devlet çarkının işlediğini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Yasallıkları da olan bu ‘al gülüm ver gülüm’ aldatmaca oyunu el'an gösterimdedir. Kamuoyu açısından bakıldığında, özellikle siyaset erbabı 'tut birini vur ötekine' türünden bir değerlendirilme aşamasına gelinmiştir. 'Adan gibi adam yok', 'dürüstlük kalmadı', 'kalite bozuldu', 'hilesiz iş yok', 'siyasi rant', 'soygun', 'vurgun', 'kara para', 'iktidar zengini', ‘kimin eli kimin cebinde belli değil’, 'işini bilen kazanıyor', ‘helal kazanç kalmadı’  ve ‘zenginler çoğalıyor’ gibi nitelemeler 1980'lerde olduğu gibi yine aldı başını gidiyor.

Sorunun bir de askeri darbeler ile terörle mücadele boyutları var ki akıllara ziyan yeni yeni durumlar karşısında 'taaccüp etmemek’ (şaşırmamak) elde değil. Eskiden olduğu gibi günümüzde de bu tür yeni yalan dolanlar ile kimi çelişkili kavramlar ortalığı kasıp kavuruyor. Belli ki birleri ya 'bulanık suda balık avlamak' türünden yaklaşımlar ile her türlü vurgununu sağlamaya devam ediyor.

Geçmişin tortularından kurtulmadan bugünün saçmalıklarına battık gidiyoruz

'Ya demek öyle türünden bilgilerimiz (!) de varmış diyerek kendimizi bir köşeye atamayız. 1960’larda ortaya çıkan sağcılık solculuk, Amerikancılık, Sovyetçilik, 27 Mayıs İhtilalini kim yaptı ve kökü dışarıda olan örgütlerden sonra giderek yaygınlaşan köşe dönücülük, rantiyecilik, siyasetin rengi, Alevilik Sünnilik, Avrupacılık (AB’cilik), Kürtçülük, liberalizm, laiklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, özerklik istekleri, demokratlık, muhafazakar demokratlık, Türkiye’nin bölünebileceği travması, terörle mücadele efsanesi, gizli darbe örgütlenmeleri, basın özgürlüğü, Obama hayranlığı, adaletin tesis olunamaması gibi tartışmalar içinde bulunuyoruz. Yıllar boyunca birbirimizi öteledik, birbirimizi düşman gördük. Toplumun kardeşçe yaşamasını kemiren bu çok yaygın tavır alışlar ne yazık ki bazı cami kürsülerinde olduğu gibi okullarda, üniversitelerde ve TBMM çatısı altında da körüklendi. En olmadık durumlarda, hiç bir dayanağı olmadan herkes birbirini suçlamaya başladı. Daha çok kadınlar arasında var olduğu söylenen ‘dedikodu’ türünden yaklaşımların siyaset erbabını da egemenliği altına aldığını gördük.

Türkiye’nin açmazları boşbozğalıkla mı yoksa aklı başında çözüm yolları ile mi en aza indirilir?

Karşılıklı sevgi, saygı, uzlaşma ve dayanışma yerine karşılıklı çıkara dayalı gizli ya da açık örgütlenmeler ile toplum kesimleri arasındaki uçurumlar geçmiş yıllara göre daha da derinleşmeye başlamış bulunuyor. Toplumun içine sürüklendirildiği bu açmazlar yeni özlemlere yol açmaya başladı. İktidar partisine oy veren bazı kesimler Muhafazakâr Demokratlık, AB’cilik, Amerikancılık ve Yeni Osmanlıcılık peşine düşmüşken, onlara muhalif olanların Cumhuriyet ve Atatürk tutkusu daha bir yükselen değer konumuna yükselmiştir. Acı gerçekleri görmekten birer kaçış olarak da nitelenebilecek bu durumlar ne yazık ki toplumu gerçektedir. Bu süreçte ülkenin içinde kıvranmakta olduğu toplumsal güvenliği sarsan ve bölünme propagandasını kamçılayan terör belası,  işsizlik, Ortadoğu paylaşımı, Türkiye’nin yalnızlığı, cari açık, kayıt dışı ile rant ekonomisi, sağlıksız üretimlerin denetlenemeyişi, trafik ve gıda terörü nerede ise görmezden gelinmektedir. Köklü çözümler bekleyen bu sorunlar için ne iktidarın ne de muhalefetin birer projesi bulunduğuna inanmak sanırım çok zor.

Yine dün olduğu gibi bugün de artan bir yoğunlukta her türlü aracın kullanıldığı oy avcılığı ile her türlü ihale, kentsel dönüşüm yolu ile en umulmadık miktarlarda israf ekonomisi ile rant ekonomisi salgını yaygınlaştıkça yaygınlaşmaktadır. Yapılan işlerde özellikle konut ve yol yapım işlerinde kalitesizlik ve yetersiz denetimler yüzünden emek sömürüsü ile gerektiği gibi mücadele yapılmamaktadır. Son yüzyıldaki atalarımızın demiş olduğu gibi, 'Dünya çıkar dünyası’, ‘Herkes bir yol tutturarak çalıp çırpmak' aşkı ile dolaşıp duruyor desek yeridir.

Yeni bir yasa tasarıları hazırlama sürecine gidilmelidir

Bütün bu olan bitenler ile yüklendiğimiz kutsal değer yargılarına rağmen onların üstüne bindirilen kimi yasalar ile biçimlendirilmeye çalışılmamız hepimize ancak ‘tuzu kurulara’ değil de daha çok ‘dar gelirlilere uygulanan’ bir ‘zulüm’ değil midir? Toplumun birikmiş olan bütün sorunlarının ve uygulamadaki yasaların çarpıklıklarının çözümleneceği yer de yine TBMM olduğuna göre korkunç bir kısır döngü içeririnde yaşamakta olduğumuzu düşünerek sabırla beklemeliyiz, öyle mi? Bence toplumun her türlü sorununun çözümü için gerekli yasa tasarıları çalışması bütün bilimlerin temsilcileri ile yetkili kurum sorumlularının zaman geçirmeden sıkı bir çalışmaya başlamaları ile mümkündür.

Anlaşılmıştır ki Hükümet ya da siyaset güdümündeki yasalaştırmalar; ilgili iktidar dönemin damgasını taşıyan birer belgedir. Ne yazık ki bir iktidarın çıkarttığı bir yasayı bir diğerinin ortadan kaldırdığını da görmedik hiç! Olan bazı yönetmelikler ile kimi eski yasaların bazı maddelerinin değiştirilmesi gibi bir çaba ile geçiştiriliyor. Anlaşılan o ki söz konusu bütün çelişkilerine rağmen çoğu yasa siyasetçilerin işine geliyor. Oysa gerçek yasalaştırmalar Osmanlı çağlarında da görüldüğü gibi günü kurtarmak için değil, çok daha uzun vadeli süreler için gerçekleştirilmelidir. Böyle bir durumda 'siyaset çarkı' nasıl da durulur değil mi?

Gelecek yazımda, ‘Yoktur zulme rızamız, adle biz mailleriz’ diyen 13. Osmanlı Padişahı Sultan Üçüncü Mehmet döneminde 1595-1603 yılları arasında Osmanlı toplumunun nasıl bir çöküş yaşamış olduğunu irdelemeye çalışacağım. Adalet nedir ne değildir; adalet nasıl bozulur imiş bir de III. Mehmet'ten öğrenelim.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..