Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yol ayrımı

İşte sıcak bir yaz günü sosyetelerin botokstan, televizyon programlarından ve birbirlerinden konuştukları içkili bir kır restoranında oturmuş, çıplak ayaklarımızı Konyaaltı sahilinin birinci plajında denize giren siyah etli fakirlere doğru uzatmış keyif çatıyorduk.

Popüler kültür yüzünden oluyordu bütün bunlar.

Zaman zaman bazı acı tatlı olasılıklar bizi zenginlerle aynı çatı altında buluşturuyordu.

Çevremiz karides çatalı, ordövr tabağı, Kalecik karası, Brüksel lahanası ve son model cep telefonlarıyla sarılmış durumdaydı.

Kır çiçeklerinin, bodur çalıların arasında anne babaların gözetimi altında koşuşturan çocukların isimleri de İlayda, Dilara, Toygun falan olmalıydı.

Babaları bizlerin patronuydu ve bu keratalar büyüdüklerinde bizim çocuklarımızın patronu olacaklardı.

Biz de karşılarına geçmiş yatıyorduk!

...

Her neyse mutluyduk ve önümüzdeki günlerde daha da mutlu olabileceğimizi düşünüyorduk.

Hiç hastalanmayacaktık, asla yaşlanmayacaktık, sevdiklerimiz hiçbir zaman ölmeyecekti!

DIŞ - GÜNDÜZ - AKDENİZ MANZARALI LÜKS BİR KIR LOKANTASI

Uzun saçlı rocker görünümlü iki erkek ve yanlarında biri oldukça alımlı, diğeri hafif tombul ve sevimsiz olmak üzere iki kadınla bir kır lokantasına gelirler ve sedirin üzerine dünyadaki son günlerini yaşıyormuşçasına umarsızca uzanırlar.

YAKIN

Eda: (sigarasını yakmaya çalışırken, hafifçe öksürerek) bu garsonlar bizi neden görmek istemiyorlar?

Tuncay: Hepsi garson kara deliğine girmiş olmalı.

Okan: (Uyuklar gibi) Gelmesinler abi, ben biraz güneş ışığı alsam kafi.

Mahinur: (Tuncay’ın omzuna sokulur ve gözlerini kapatır) ımmm... burayı çok sevdim!

...

Edanın sigarasını yaktım ve tam o anda garson gelip bir isteğimiz olup olmadığını sordu.

Ona; ‘en büyük bardağınızda bir bira istiyorum’ dedim.

Eda kendine has o sinir bozucu düşünme efekti ile söze başlayıp garsona ‘ Aııı... deniz ürünleri salatası ve beyaz şarap istiyorum’ dedi.

Tuncay, ‘Rakı ver babacan, yoğurdu da bol tut’ dedi.

Mahinur başını Tuncay’ın omzundan hiç kaldırmadan bir bardak sıcak su ve ton balığı salatası istedi adamdan.

...

Hayrandım Mahinur’a...

Beslenmesine, hayatına, parasına puluna, güzelliğine kısacası her şeyine özen gösterirdi.

Onu henüz iktisat fakültesinin ilk sınıfında okurken küçük bebek hırkaları, çorapları örüp tuhafiye vitrinlerine bıraktığı günlerden beri hayranlıkla izliyordum.

Bir keresinde bir yüz güzelliği yarışmasında ikinci seçilmişti hatta.

Onun sadece arkadaşı olmak katlanılması zor bir durumdu.

Hoş, beni ne yapsın Letafet!

Ben o uykusuz, a sosyal müzisyendim işte. Birazdan bir bira içip ikincisini söyleyecektim.

Yıllardır aynı şeyleri yapardım.

...

Ev arkadaşım Tuncay’ın fikriydi buraya gelmek.

Açık hava iyi gelecekti çünkü sabah uyandığımızda feci akşamdan kalmaydık ve baş ağrısı dayanılır gibi değildi.

‘Akşamdan kalma’ denilen halin onlarca türevi vardır. Bazen kendinizi saftirik bir neşe içinde bulursunuz bazen ise uyandığınız odaya görmeyen gözlerinizle bakmaya çalışır ve dilediğim zaman kolayca intihar etmek için bir elimin altında silah bulundurmalıyım diye düşünürsünüz.

‘Aıııı... tiyatroya gitmek istiyorum, çok özledim’ dedi Eda.

İyi. Gidebilirdi.

‘Aııı... sevmedim burasını, sadece deniz görüyor diye her mekanı kutsamak zorunda mısınız?’

Hayır. Aklımızda bile gelmedi bu.

‘Aııı... Okan bu kadar az konuşan bir adam olman bazen sinirlerimi bozuyor’

Benimde. Bana bir içki verin.

...

Tuncay beni Eda’nın bu ‘Aııı’larından kurtarmak için olsa gerek zamanında İstanbul’da yaşadığımız bir iki hadiseyi anlatmaya koyuldu.

Ortaköy’de cüzdanımızı çaldırıp kar altında Beşiktaş’taki deniz müzesine kadar yürüdüğümüz günü anlatıyordu.

Anlattığı hikayedeki salak rolü bendeydi yine oysa çalınan cüzdan onun cebindeydi.

‘Herkesin başına gelebilir be abi, abartma bu kadar’

‘Aııı... yine de insan dikkatli olmalı’

Sonra söz nasıl açıldıysa açıldı Mahinur on sene önce bir 19 Mayıs töreni provasında ezilme tehlikesi geçirdiğini anlattı.

‘O gün bu gündür kalabalıklardan korkarım’ diye bağladı hikayesini.

Karşıdaki büyük ekran televizyonun sesi bizleri rahatsız edecek derecede açılmıştı.

Sanki bu memlekette sıra gecesinden başka sunacak bir kültür etkinliği kalmamış gibi televizyon kanallarında boyuna sıra geceleri gösteriliyordu. Bana artık bu özünden uzaklaşmış sıra gecelerinden, dizilerdeki ‘Geliyik gidiyık’ diye konuşan adamlardan, Baran, Fırat, Şeyhmus gibi isimlerden gına gelmişti.

Sonra telefonum çaldı, Best fm’de çalışan arkadaşım Cem’di bu.

‘Oğlum sana bomba gibi bi haberim var’ dedi.

‘Nedir hacı?’

‘Bendeki tanıtım kasetini bi yapımcıya dinlettim senin iki tane şarkını satın almak istiyorlar’ dedi.

Tuncay ve Mahinur olanı biteni neredeyse benimle aynı anladılar.

Sevinçle bağırıp çağırmaya başladık birden, çevredekileri rahatsız etmiştik.

Eda anlamsızca yüzüme bakıyor ve soruyordu.

‘Aııı... birileri burada ne olduğunu bana da anlatabilir mi?’

...

Bu işleri az çok bilirdim, hemen sevinmeye coşmaya gelmezdi. Size bir gün avans yollayan adamlar ertesi gün telefonunuza bile çıkmayabilirlerdi.

Bu yüzden Eda’ya;

‘olan şu ki yakında etrafımda senden daha klas kadınlar olabilecek’ demedim.

Önce bir bira daha söyledim, sonra sustum ve gelecek güzel günleri düşünmeye başladım.

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..