Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

11 Temmuz '19

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Yola Çıktım Yoruldum

KARAR VERDİM TEVEKKÜL ETTİM, YOLCULUĞA ÇIKTIM. GEZMENİN BİR ADI DA YORGUNLUK DERLER. ANCAK GÖRÜLEN YERLER YORGUNLUĞA DEĞER
 
Ne istiyorsanız onu yapın, güzelliklerin hayalini kurun. Gitmek istediğiniz yere gidin. Koşmak istediğinizde koşun. Kimin ne diyeceği önemli değil, çünkü sadece bir hayatınız var. Ve bütün yapmak istediklerinizi yapmak için sadece bir fırsatınız var. İyi değerlendirin. Malum fırsatlar kaplumbağa yürüyüşüyle gelir, tavşan hızıyla kaçar derler. 
 
Gönül söz dinlemiyor, arzuladığını görmek istiyor. Karadeniz bölgesini ilk kez çocukluğumda görmüştüm. Samsun ve Amasya illerinde 14 yaşımdayken 1 ay süresince kalmıştım. Ayrıca Merzifon ve Vezirköprü ilçelerinde de unutulmaz hatıralar edinmiştim. İnşallah bir gün yeniden kısmet olur diye umut tutup durmuştum. Cananım Rabb'im bir kez daha bu fırsatı verdi bana. Biraz dinlenmek adına düştüm uzun yollara...
 
Bir gün öncesi çarşıya çıkışta almıştım biletleri... 
 
Bu defa Karadeniz bölgesinin farklı yerlerini görmeye gidecektim. Evimde yiyeceğim emekli maaşımı gezi süremde tüketecektim. Hipertansiyon hastalığım ve kalp rahatsızlığım olduğundan yalnız koymadılar yola. Büyük oğlum da geldi benimle, ana oğul başbaşa seyahate çıkmayalı 10 yılı aşkın zaman olmuştu. Gidiyorduk bir yerlere, ama ailecek, hep birlikte. Bu gezi ikimize de iyi gelecekti. Konuşacağımız, paylaşacağımız çok değerler olacaktı.
 
1926 yılından beri yurduma taşımacılık hizmeti verdiğini otobüslerinin üzerinde de vurgulayan bir firmadan aldık istikametimiz doğrultusundaki biletlerimizi, zira hedeflediğimiz yere aktarmasız giden tek o firmanın otobüsleri vardı. Kişi başı 108 liradan arkalardan iki koltuk numarası aldık. Önler doluymuş, meğer ne çok sefere çıkanımız varmış. 31-32 bilet numaramız. Gece yarısında başlıyor yolculuğumuz.
 
13 Haziran akşamı hazırlandık, birer valize ihtiyaç olabilecek giysileri koyduk, ev halkıyla sarılıp koklaşıp vedalaştık. Servis arabasına binip otogara ulaştık. Daha kalkışa zaman vardı, yakındaki bir kafede çay simit eşliğinde biraz oyalandık. 
 
Geçmişte otogarımız böyle değildi. Viran yığını görünümdeydi. Yolculara sadece tuvalet hizmeti verirdi. Şimdi adım başı hediyelik eşya satan dükkanlar ve rahatsızlık duymadan oturabileceğiniz kafeler dolu. Kafelerde hizmet eden garsonlar da gencecik kızlar. Kimi mini etek giymiş, kimi daracık tayt. Üzerlerinde askılı penye bluzlar. Yaz mevsimi, ama gecenin serinliği hissediliyor. Bu kızcağızların kanları kaynadığından güneşli gündeymişler gibi zaten açık olan yakalarını ikide bir omuzlarından aşağı çekiştiriyorlar. Sıklıkla da ellerinde tepsi, çay kahve servisi yapıyorlar. Bazısı da yerleri paspaslayıp duruyor. İçeriye giren çıkan müşteriye gülümsüyor. Müşteriyi memnun etmek için ne mümkünse yapılıyor. Lakin ben gecenin bir yarısı, garajda kızların kalabalıklar içinde çalışmasını yadırgadım. Kızların yaşları çok küçük daha, 18,25 arası falanlar. Evlerinde uyuyacakları saatte ayakta koşuşturuyorlar. Sordum bize çay getiren birine hallerini, üniversite öğrencileriymiş, hem çalışıp hem okuyorlarmış. 
 
Anne babaları bu durumdan haberdar mı acaba? Malum otogarlarda bir dolu insan, içlerinde hırlısı var, hırsızı var. Böyle ortamlarda her gördüğümüzü hızır belleyemeyiz. Gencecik kızlar gece yarısında otogar kafesine gelen müşteriler için hep ayaktalar. Sorunları varsa da yüzleri sürekli tebessüm halinde, müşteriyi memnun etmek ve tekrar gelmesini sağlamak için ellerinden gelen hizmetin en iyisini yapma gayretindeler. Bu hallerini hiç beğenmedim. Ben gençlerin gece yarısında koşuşturmalarını takdir edemedim, kusura bakmayın. Bazı konularda uygar değilim. Beni eski kafalı bulabilirsiniz. Bazılarınız Avrupa ülkesi gibi olduk diye övünebilirsiniz, lakin bana ters bu düşünceleriniz...
 
Cafe denilen mekanda oğlumun çay içme arzusuyla yarım saat kadar bekledikten sonra nihayet otobüsümüzün kalkış saati geldi. Kalabalığın arasından geçerek bagajlarımızı verdik, içersi yolcu dolu otobüsümüze binerek koltuklarımıza kurulduk.
 
Görünürde iki kaptan vardı. Birisi Antalya'dan yolcuları alıp getirmiş, Afyona kadar dinlenecekmiş. Direksiyon başına geçen kaptan orta yaşlı, kır başlı biriydi. Kaptanların kıyafetleri yepyeniydi. Deterjan reklamlarında gösterildiği gibi bembeyaz, ütüsü üzerindeymiş gibi gıcır gömlek giymişlerdi.
 
Otobüsümüzün otogar  çıkışı sonrası ışıkları söndü. Yolculardan bazıları arkasındaki yolcunun oturma pozisyonunu düşünmeden, dizlerini zedelerim, ayaklarını ezerim kaygısı yaşamadan koltuğunu arkaya itip kaykıldı. Dahası yatağındaymış gibi yayıldı. Arkadaki yolcu sanki beleşe gidiyormuşcasına mahcup dar alanında büzüşürcesine oturuyordu. Bazı yolcular öndeki koltukların arkasındaki küçük televizyon ekranlarına gözlerini dikmişlerdi. Ne hikmetse her yolcunun önündeki ekranda hep aynı kanal vardı. Herkes o kanalda yayınlanan Türk dizisi izliyorlardı.
 
Bu hali yadırgadım, önümdeki ekranı açınca gördüm ki onda da aynı kanal, aynı dizi. Oysa ben daha önceki yolculuklarımda bazen kuşlarla domuzcukları vurma oyunu oynardım. Oyunların kaldırılmasının ve yolcunun tek kanala mahküm edilmesinin bir tek açıklaması olabilirdi. Bu otobüs firmasının o kanal sahiplerinden yüklü reklam geliri elde ediyor olması...
 
Firma sahibi her yerden gelir elde eder olmuş. Buna karşın harcamalarını kısmış. Yol boyunca hiç ikram yapmadılar. Zaten iki şoförden başka hizmetli yoktu ki otobüste, geçmişte tek şoförle giderdik. Yol boyunca kolonya, şeker ikramları bile görürdük. Bazı yolcuların düne kadar beğenip almadığı küçük keklere, platik bardakta sunulan çaylara ve muavinin "soğuk mu, sıcak mı ne alırdınız" demelerine bu yolculukta hasretle aradık. Lakin yol boyunca böyle bir hizmet duymadık, görmedik. Sadece yola yeni çıkışımızda daha otobüsün içi karanlığa gömülmeden, yedek şoför bir elinde 2 litrelik plastik su şişesi, öteki elinde içice geçmiş bir dolu plastik bardakla koridoru turlayıp koltuklar arası "su içen var mı" teklifinde bulundu. Su veren olmadı ki, kim nereden içsin? İkramın olursa içen de olur. Soru şekli yanlıştı. Lakin kaptanın muavinliğinden başka türlü ne beklenirdi. 
 
Kaptan tertemiz üstüyle ve uykusuzluktan kızarmış gözleriyle, yorgunluğunu belli edici halleriyle isteyene birer bardak su sundu. Sonra kaldırdı artan suyu buzdolabına koydu. Kendisi de orta kapının yanında bulunan yerde gözden kayboldu. Belli ki Afyon'a kadar uykuya dalacak, Afyon molasında direksiyonu devralacaktır. Bakalım Afyon sonrası seyahatimiz nasıl olacaktı?
Nasip olursa yarın Afyon'u ilini anlatırım.
 
Ayfer AYTAÇ
ayferaytaç.com
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..