Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Kasım '14

 
Kategori
Anılar
 

Yolcu Geçmişinin Topuk Sesiyle Yürür

Yolcu Geçmişinin Topuk Sesiyle Yürür
 

2007Ağustos: Film senaristi ve yönetmen Michelangelo Antonioni 95 yaşında öldü. Gençliğimde onun “yolcu” adlı filmini seyrettiğimi anımsadım (1975). Ağır ağır ilerleyen, çoğu sinema seyircisine sıkıntı veren bir filmdi. Aslında hayatın kendisi de çoğu kez durağan ve sıkıcıdır. Ancak, sinema hayatın seçkin coşkularından bir akış demeti yerine hayatın tümden kendisi olmaya özenince seyir tadı kaçmaktadır. Sıkıcı olsa da filmi sonuna kadar ilgiyle izlemiştim. O zamanki varoluş bilincimin idealist beklentisine uygun biçimde hayatı anlamlandıran çarpıcı bir sonla bitmediği için hayal kırıklığı yaşamıştım. Filmde kendimi özdeşleştireceğim bir kahraman bulamamıştım.
 
Yolcu'yu buldum ve yeniden izledim. 32 yıl sonra yeniden izlediğim filmin sonunda hayatı çekilmez ve manasız yapan yılgınlık yerine, sanatın sorgulama gücüne hayran bir saygı duyumu kaptım. Hayata manasını veren şeyin aslında bu saygı duyumlu sorgulama gücünden ibaret olduğunu fark ettim. Film aynısıydı; ancak filmi algılayan bilincimin hayata bakış açısı genişlemişti. Bilincimin genişleyen algı açımı hayatın manasının bir filme sığıştırılamayacağını sezinletebiliyordu. Hayatın anlam ifadesi ne filmin sonunda ne de filmin içinde bir yerdeydi. Ruh daraltan sıkıntısına rağmen filmi sonuna kadar izleyip anlamaya çalışan her kimse, filmin içinde hayatın manasına yürüyen yolcunun aslında kendisi olduğunu hissettiğinde filmi bitirmiş olmaktadır...
 
Zaten hayat da son karesinde “son” yazmayan bitimsiz bir film sayılabilir. Hatta çekimi devam eden sıkıcı bir film bile sayılabilir. Hayat öyle bir filmdir ki oyundan çıkanın yerine ‘yönetmen’ asla bir başkasını koymaz. Çıktık hayat yoluna yürüyoruz; burada esas olan kendi ruhumuzu sırtlayıp yürümektir. Ben anladım ki sadece kendi ruhumu sırtlayıp yürüyebilirim; çünkü başkasının ruhu benim semerime uymaz, sarkar yerlerde sürünür… Her yolcu kendi geçmişinin topuk sesleriyle hayatın manasına yürür ve her yolcunun semeri kendine özel biriciktir…
*
“Bir trene binip, rastgele defolup gitmek istiyorum” (Attilâ İlhan)
 
"Yolcu" filminin kahramanı geçmişinden kurtulmaya çalışan bir TV muhabiridir. Bunun için kendine tıpatıp benzeyen bir ölünün kimliğini alır; kendi kimliğini ölü benzerine bırakır. Ancak, ölü rolü yaparak geçmişini dondurmuş olsa da eski kimliğinin benlik hayaletinden kurtulamadığı gibi, yeni kimliğinden miras yaşantılar da hayat semerini çökertmeye başlar. Geçmişinin ayakları yeni kimlik adımlarına dolanırken, yeni yaşam kimliği de bilincinin geçmişlik yargısıyla çatışıp çarpılır. Gizlediği eski kimliğinin bilinç semeri muhabirin yeni yaşantı yükünü taşıyamaz olur.
 
Antonioni, yolcunun yaşamla son hesaplaşmasından önce, (Jack Nicholson'ın ağzından) "yolculuğu” şöyle özetler:
 
"Kör birini tanıyordum; 40 yaşında ameliyat oldu ve görmeye başladı. Önce çok sevinmişti. Görebilmek çok güzeldi. Ancak zamanla her şeyi ummadığı nitelikleriyle de görmeye başladı. Dünya, hayal ettiğinden çok daha yoksul, kirli ve acımasızdı. Körken kimse ona yeryüzünde bu kadar çok insan pisliği olduğunu anlatabilmiş değildi. Gözleri açılınca insan uygarlığının her yere bulaşabilen pislikler ürettiğini fark etmişti. "Körken karşıdan karşıya güvenle geçerdi. Görmeye başladıktan sonra içine daldığı insan ve araç akışından korkmaya başladı. Gözleri açılan kör adam gördüklerinin korkusuyla kendini karanlık bir eve kapattı. Hiç dışarı çıkmadı ve üç yıl sonra gören gözlerine lanet ederek kendini öldürdü."
*
Her şeyi ‘görmek’ ve ‘bilmek’ insan ruhunu göçertebilir. Ölümün dünya ızdırabından kurtulmak için seçilebilecek en kesin gerçeklik olduğunu bilmek, acı çeken bir bedenin ruhuna belki huzur verebilir. Ancak varlık bağını kesen ölüm tırpanı altına boynunu uzatan herkes ruhunu buran bir hiçlik sızısı hissedecektir. Bilmek acıtmaz; yapmak ve görmek acıtır. Görmek somut bir temastır; acıtabilir. Bu yüzden, hayat yolunu bilmekten ileri yolun vicdan burkan gerçekliğini görmeye herkes dayanamaz; sadece kendi topuk sesleriyle yürüyen bilge ruhlar dayanabilir. Çünkü bilgeleşen insan bilinci çekilen acıyı sırtlayıp taşıdıkça iyiliği ve güzelliği güçlendireceği umuduyla ruhunu avutmayı da öğrenir…
 
“Öldürmeyen acı beni ancak güçlendirir” demişti Nietzsche
 
Tabi ki bilgelik ruh büken zorlu bir hayat yolculuğunda elde edilebilir bir meziyet olduğundan, çoğu insan zordan kaçarak uçan ayakkabı giydiren masal perisine imanla yürür. İnsanın bir başkasının öz kimliğine bürünüp geçmişinden bağımsız yaşayabileceğine inanması da bu uçan ayakkabı modellerinden biridir. Bilip de görmezden gelerek, görüp de bilginin özünü anlamayı aklına takmadan pembe kanatlı ayaklarıyla ıslık çalarak uçmayı hayal eden nice insan hayat yolculuğunda telef olmuştur. Bilge ruh ‘pembe ayaklı’ kör ve sağır ruhlara saygı duyma gereğinin buruk hüznüyle yürüse de, hayatın topuk nasırına basmadan kendi topuk sesiyle yürümeyi bilir…
 
Bana bir kez olsun insan olarak görüntülenmiş her acı beni insan yapan kaydıma bir iz bırakmıştır. Bazan suya düşen bir hayal; bazan yanık bir resim veya silik bir yazı olsak da, yoktur acının birbirinden farkı; çünkü hepimiz evvel zaman acıları içinden geleceğe güzel çıkmak isteriz. Bu yüzden geleceğin ayakları insanlık yolunda kendini bilmiş ruhların acılarıyla ilerler. Geleceğin umudu, içimizdeki ve dışımızdaki acıyı aralayıp geçmişin topuk sesleriyle birlikte yürüyebilmektir…
 
Muharrem Soyek
 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..