Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '09

 
Kategori
Anılar
 

Yolculuk, annem, harman yeri

Yolculuk, annem, harman yeri
 

Çook çok bunaldığım zamanlarda genellikle yürüyüşe çıkarım. Kendimle iç konuşmalarımdır. Küfrederim, kavga ederim, gülerim, ağlarım, dalga geçerim tabi kendimle. Ama kendime, ayaklarıma yer, yön tarif etmem edemem. Onlar iç konuşmamın ritmine göre yönünü de yerini de bilirler. Gitmek isterlerse giderler, durmak isterlerse dururlar, geri dönmek isterlerse geri dönerler. Eğer ayaklarımın götürmeyeceği kadar uzak bir yerse iç konuşmalarımın sonucu , bu defa anlarım ki yolculuk zamanım gelmiş. Göçebe ruhum çoktan yola çıkmış, bana gövdemi toparlayıp yola çıkmak kalmış. Anlarım ki durduğum yerden memnun değilim ve yeni yer aramalıyım bulmalıyım; gövdeme de ruhuma da. Bunun için uzun tren yolculuklarını tercih ederim.

Uzun tren yolculuğu hem kendimle baş başa kalmamı sağlayacak, hem de düşüncelerimin birbiriyle çarpışmasına olanak sağlayacaktır. Hem de bütün dışsal etkenleri (arkadaş, çocuk, akraba, eş, dost) ortadan kaldıracaktır. Üstelik yolculuk boyunca trenin çıkardığı sesler düşüncelerime metronom oluşturup belirli ritimlerle kendimi bulmama yardımcı olacaktır. Bu yolculukta varış noktasında kendimi anlatacağın kişi çok önemlidir. Beni olduğum gibi kabul eden, koşulsuz seven, kendi duygularını katmadan eleştirebilen, acı çekeceğimi bilse bile kızmaktan çekinmeyen, hatta bana küfredebilen, öyle biri işte. Öyle biri bir kişi vardı oda annem.

Yıllar önce bunaldığım zamanların birinde, atlayıp trene 20 saat yolculuktan sonra anneme gittim. Tıpkı üniversite yıllarımda olduğu gibi, sırtımda çantam, elimde sigaram bahçe kapısını koşarak geçtim. ‘Anne ben geldim’ narasıyla iç kapıyı açtım. Annem telaşlı elinde çemberi (tülbent)ile fırlamış koridora. ‘’Aaa sen ne arıyorsun burada be ya’’ dedi. Bir taraftan da ben ona o bana sarılışıyoruz tabi. Ama bir taraftan da arkamdan kapıya bakıyor. Durdu beni kenara çekti.

-Hani kızanların nerde? dedi.

-Yok. Bu sefer kızansız geldim. Sen, ben baş başa olacağız birkaç gün olmaz mı? dedim. İnanamadı.

-Ha .stir dedi. Gülmeye başladık ikimizde.

-Anne valla yalnız geldim dediysem de inandıramadım. O bahçeyi dolandı geldi, bir zaman sonra inandı. Kendi kendine ‘’Leyla bu, yapmıştır, kızanları bırakıp gelmiştir, inanmam lazım’’ dedi vazgeçti aranmaktan. Sobaya kömür attı, çay demledi, kendince bir şeyler hazırladı. Tüm bunları yaparken de beni soru yağmuruna tuttu. Anlatacağım annecim dediysem de o sorularına devam etti. Anlattım anlattım anlattım. Dinledi dinledi dinledi. Sonunda en vurucu sözcüğü söyledim.’’Boşanıyorum ’’dedim sustum. Bir süre oda sustu. Sonra tane tane konuşmaya başladı.

‘’Bak kızanım dedi. Harman yerinde dövenin altında kalan buğday başakları gibiydiniz evlendiğinizde. Döven döndükçe ne kadar buğday tanesi olduğunuz ortaya çıkacaktı. Döven döndü, başak parçalandı, döven döndü sen buğday oldun, döven döndü onun saman olduğu ortaya çıktı. Şimdi rüzgar esiyor, ayrışmanın vakti geldi diyorsun bana. Peki yavrum, bırak uçsun gitsin. Sen buğdaylığını unutma’’

Açıkçası aptallaşmıştım. Annemden bu kadar duru, bu kadar net yanıt beklemiyordum. 20 saat yolculukta benim kafamda dolandırdığım meseleyi birkaç cümleyle öyle dupduru önüme koyuvermişti annem. Üstelik en çok tepkiyi ondan bekliyordum. Aileni yıkamazsın, parçalayamazsın nutukları bekliyordum. Neden boşanmamı bu kadar kolay kabullendiğini sorduğumda da. Kızdı bana.’’Sen beni hepten kör bellemişin be ya dedi. Sen uzakta da olsan seni görmediğimi mi sanırsın sen dedi. Sustum.

Bütün gece o divanında ben yer yatağında, sobanın tavanda oluşturduğu gölgelerin şeklini seyrederek neler neler konuştuk, nelere güldük hatırlayamıyorum artık. Ama odamızın sıcacık olduğu mutlaktı.

Ertesi sabah olduğunda, anneme birkaç gün yanında kalacağımı, sonra Edirne’ye üniversiteden arkadaşımı görmeye gideceğimi, daha sonra İstanbul’a uğrayıp komşu kızını ziyaret edeceğimi, daha sonra… deyip sıraladıkça sıralıyorum ben.

-Dur dur dedi. Ne yapıyorsun sen?

-Hiç anne. Hani özgür olacağım ya. Alıştırayım kendimi azıcık dedim, dilimin ucuyla. Güldü bana.

-Sana bir harman hikayesi daha anlatmam gerekecek dedi. Başladı söze. ‘

’Hani hatırlıyor musun bilmiyorum, bir çift öküzümüz vardı köydeyken. Sen daha küçücüktün. Harman yerinde onları koşardık dövene. Hayvancıklar buğdayı samandan ayırmak için harman yerinde dönerde döner. Sonra mola verdiğimizde hayvanları dinlensin diye boyunduruklarını çıkarır, serbest bırakırdık. Dönmeye alışan hayvanlar serbest bırakıldığında nereye gideceklerini bilemezler yönlerini yerlerini şaşırıp bir sağa bir sola saldırırlar ya, aynı onlara benziyorsun. Nereye gideceğini ne yapacağını şaşırmışsın be yavrum dedi. ‘’

-Eh be anne, sana da ohaa demek düştü dedim.

-Evet bana düştü, oha, dur , dinlen azıcık. Günlerce güldük bu hikayeye ve benim durumuma.

Şimdi yine alıp başımı gitmek istiyorum. Ruhum eşyalarını toplamaya başladı, ama bedenim bir türlü kıpırdamak istemiyor. Başım yastığıma çakılı sanki, yastığım yanağımda geziyorum gün boyu. Üstelik beni olduğum gibi kabul eden, koşulsuz seven, kendi duygularını katmadan eleştirebilen, acı çekeceğimi bilse bile kızmaktan çekinmeyen, hatta bana küfredebilen, küfrettiğinde incinmediğim öyle biride yok artık. Annemi yıllar öncesi kaybettim. Ama sık sık özlüyorum. Kendi kendimin annesi olayım diyorum, başaramıyorum.

Başaramıyorum kendi kendimin annesi olmayı…

Leyla

 
Toplam blog
: 105
: 670
Kayıt tarihi
: 18.10.07
 
 

Karlı bir kış günü, yaşam denilen bu yola düşmüşüm. Yürümüş yürümüş de bir arpa boyu yol alamamış..