Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yolculuk hikayesi

Yolculuk hikayesi
 

çocukcağız işte yolculuklara herkes gibi alışamamış...


Bu otogara kaçıncı gelişiydi? Bu otogarın ne zamandan beri yolcusu olmuştu? Ne zamandan beri kayıptı? Sorular hep can mı yakar böyle? Adını bile unuttuğu bir dünyada yaşadığını söylese de nerede bulunduğunun ne önemi olduğunu anlayamıyordu yine de. Niyeydi tüm isimler, etiketler ve kimlikler? Garları sevmiyordu nedense. Küf kokuları ağır hüzünleri duyumsuyormuş gibi geliyordu ona.

Önceki günün akşamında burada olacağını düşünmemişti. Hatta sabahında bile gitme demişti bir ses ama o sese kulak vermemişti. Nereye kadar gidecek bu dik kafalılığı?Merak ediyordu çoğu zaman. Küçücük çocuk yüreği korkularına sahipken hala o korkusunu belli etmeden kafasının dikine gidiyor, ayaklarım beni yanıltmaz diyip duruyordu. Hep yanlış yollara sapıyordu bu yüzden. Biraz daha kayboluyordu her defasında. Beziyordu, bıkıyordu kendinden. Normal biri nasıl yaşarsa öyle yaşamak istiyordu. Sadece bildiği sokakların havasını teneffüs etmek istiyordu. Başka hayatlar, başka insanlar umrunda değildi. Sadece endişeli adımların onu ordan oraya sürüklemesinden usanmıştı. Ama bu adımların sahibi oysa, bildiği bir şey varsa o da her zaman korkusunu belli etmeden yola devam ettiğiydi. Yanlış da olsa girdiği sokaklar doğrusunu bulana kadar eziyet etmekti ayaklarına ve kendisine.

"Ne yapıyorsun? Ya başına kötü bir şey gelirse..." diye ürpertiyle kaybolma ihtimalinin muhtemel olduğu olasılığın çokluğunda yine de "Kayboldum." demeye kendine bile yediremediğin işlere neden kalkışıyorsun ki diye kızsa da kendine.

Sabah yolculuğu akşam yolculuğuna nazaran daha iyidir. En önde oturmanın hafif rahatsız edici pozisyonunda cama vuran yağmur damlalarının camın yüzeyinde yollarını çizmelerini izliyordu. "Su yolunu buluyor." dedi içinden. Yağmur damlalarının renksizliği dikkatini bir kez daha çekti ve içinden yükselen sorma güdüsüne kendisini yine kaptırıp şu soruyu sordu: "Madem renksiz ve saydamsınız nasıl hissettirebiliyorsunuz varlığınızı?" Yılan gibi kıvrılmalarını izlerken düşünce dehlizlerine düşmeden, uğramadan ve takılmadan onların oynaşmalarını seyredaldı sonrasında.

Keskin kolonya kokusu biraz tedirgin etmişti. Sirke kokusu gibi ağır ve keskin bir kolonya olduğundan o istememesine rağmen otobüsün bütününe yayılmış bu kokuyu hissetmemek mümkün olamamıştı. Muavinden sadece kahve istemişti yolculuğu süresince. Bileti elinde eçiş büçüş bir hale sokmuştu ve yeni farkına varmıştı bu yaptığının.

"Üzerinde durmaya değmez ayrıntıların içinde boğulmamalıyım." Yağmuru barındıran gök yüzü gibiydi aslında. Yüreği gökyüzü gibi doluydu.

Sonunda gelmişti. Bu sefer kimse karşılamamıştı bu şehirde onu. Bu şehirden hoşlanmaması için o kadar çok sebebi varmış gibi geliyordu ki o an. Etrafa bakınarak garı turlarken telefon kulübelerin önünde biriyle şakalaşan şapkalı birini gördü. Bu o dedi içinden. Gülümseyecekken ona doğru döndü ona benzettiği kişi ve gülümsedi. Halbuki onu hiç tanımayan hayatında ilk kez gördüğü birisine birisinin bu şekilde gülümsemesi tuhaf gelmişti. Başını çevirdi ve uzaklaştı.

Diğer arkadaşlarını aramamıştı. Çünkü ona ulaşmalıydı. Vermek istediği şeyler vardı ve vermeliydi. Nerdeydi onun evi? Tanımadığı bir şehirde ona yabancı yüzlerin arasında kaybolmaya cesaretin varsa hadi git dedi içindeki ses. Bu şehir kalabalığıyla ürkütüyordu onu. Ama dediği gibi bu inatçılığı yüzünden sonunun iyi olmayacağını kabullendiğinden sahil yolundan martıların süzülüşlerine bakarak ilerlemeye başladı.

İşte kız kulesi... Güzelsin aslında... Ama kalabalığın arttığı yerlerde güzel kalmak zor ve olduğun gibi var olabilmek. Martıların arkadaşlığında yaşamak ve yaşlanmak. Ama güzel olmak ve güzel kalmak. Ve martılar...

Martılarda güzel. Yaşam mücadelesinin içinde asil kalmaları hep etkilemişti onu. Bir zamanlar onlara benzetilmekten tekrar mutluluk duydu. Arkadaşlarını aramak geçti bir an aklından.

Uzaklarda Galata kulesi. İstanbul'a neden şiirler yazıldığını anlayabiliyor insan diye düşündü. Dalgalar insanoğlunun tüm uğraşlarına rağmen mavinin güzel tonlarına sahipti. O her zaman alabildiğine maviliğin içinde kaybolmak istediği için dalgaların cüretkarca onu davet ettiğini düşündü.

Sahil yolundan uzaklaşmıştı. Kalabalık bir yere gelmişti. Acaba doğru ilerliyor muyum derken biri karşıdan "Canım" diye bağırdı. Birden irkilmişti. Bakışları onu işaret ederken ve süzerken adamın kolları başka birine açılmıştı. Bu tuhaflıklara alışkın değildi. Buna benzer olaylara hep bu şehirde maruz kalıyordu nedense. Üzerinde durmadan ilerledi. Minibüse binmesi gerekiyordu.

Çarşı adı verilen kalabalık bir yerde indi. Halbuki çarşıda çoğu insan indi diye o da inmişti. önceden de buna benzer bi yerde inmiş olduğumu anımsıyordu. Ama ya her yer birbirine benziyorsa demekten de alıkoyamadı kendini. Ttekrar minibüse bindi. Minibüsteki son yolcuyla beraber indi. Bir iki sokak yürüdükten sonra bir parkın arka kısmının önüne çıktı. Adını bilmediği bir park, adını bilmediği bir sokak, adını bilmediği apartmanlar... Ve artık itiraf et dedi kendine. "Kayboldun." "Kayboldum."

Bir inşaat gördü sonradan. Böyle bir inşaat vardı önceden geldiğinde. Parkın içinden inşaata doğru yürüdü. Sokağı tam anımsamıyordu sonuçta bir kez gelmişti. Ama yine de devam ediyordu ilerlemeye. Bir grup adam inşaatın yakınındaydı. Adımlarımı biliyormuşcasına rol yapması gerektiğini söylüyordu benliği. Evlerin giriş kısımlarına dikkatlice bakarak ama hiç durmaksızın yürüyordu.

Bu seferde ya evde yoksa diye bir endişeye kapılmıştı. Olan oldu artık dedi ve hiç olmazsa annesine vermek istediği şeyleri veririm düşüncesini yerinde buldu. Bulmuştu işte. Bu evdi. Aşağı doğru merdivenlere baktı. Bu merdivenlerdi. "İnanamıyorum buldum!!" diye sevinmişti.

Ne annesi ne de kendisi yoktu. Balkonda o uyurken oturduğu taş mermerin üzerinde yağmur damlaları gökyüzünden aşağı inerken gözyaşlarına hakim olamayışı geldi aklına. İşte bu oturduğum balkondu dedi. Yüreği acımıştı. Ve merdivenlerden tekrar yukarı çıktı. Vermek istediklerini bırakmadan hem de. Dönecekti geriye sadece bunu düşünüyordu o an. Sonra nasıl aklına geldi bilemiyordu. Tekrar merdivenlerden inip vermek istediğini çantadan çıkarıp balkonun içine bıraktı. Ve uzaklaştı ordan. Ardına bir kez olsun bakmadan.

Parkın önünde minibüse bindi.

Tekrar gara dönmesi de iç korkuları ve heyecanlarıyla son bulmuştu. Dönüş biletini aldı ve sabahtan beri hiçbir şey yemediğinin ayrımına yeni varabildi ta ki karnı hatırlatınca. 10 dk vardı ve bir simit yiyebilirdi bu sürede. Simit aldı ve otogar müdavimlerinin bağrışlarında kulaklarını gürültüye tıkayıp yedi.

Yolculuk güzel geçmişti. Bu seferki muavin sizli konuşmayacak kadar samimi davranmıştı. Gerçi muavinin nasıl hitap ettiğini düşünmeyecek kadar düşüncelerden uzaktı. Aldırmıyordu bu yüzden. MP3'ünü çıkardı ve listesindeki şarkıları dinleyemeye ve uyumaya çalıştı.

Biraz içi geçmişti ki yanındaki kız uyandırdı. Muavin başta kızla sıcak konuştuğu için onunla beraber yolculuk ediyor sanmış. Halbuki yanındaki bayan Yalova'da inecekmiş. "Pardon ya" filan dediler ikisi de.

Ama olan uykusuna olmuştu. Yolculuk boyunca dışarıdaki karanlığı izledi. Ve bir şarkı tutturdu. Daha önce de dinlemesine rağmen sözleri şimdiye kadar hoş gelmemişti.

"Öyle yürekten seviyorsan
Aklı başından atacaksın.
Kimi yanında arıyorsan
Önce içinde bulacaksın."

 
Toplam blog
: 128
: 1145
Kayıt tarihi
: 23.11.07
 
 

Herkes gibi yazar, çizerim. Dünyamı boyarım hepsi bu!..